Kılıçtaki Anka - Bir Conan Öyküsü / Fasıl 3

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
III

“-Çöreklenmiş uyuyor Yüce Set oyuk piramitler altında;
Esmer halkının süründüğü kabir gölgeleri arasında.
Söylüyorum Söz’ü gün görmemiş gizli çukurlardan–
Bir köle yolla nefretim için, ey pullu ve ışıltılı olan!”​


Güneş, altın rengi içinde ormanın yeşil ve puslu mavisini netleştirerek batıyordu. Solan ışınlar bahçesindeki çiçek ve süs ağaçlarının alevden karmaşası içinde oturan Attaluslu Dion’un tombul ellerinde kıvırıp durduğu kalın altın zincirin üstünden yansıyordu. Dion mermer koltuğundaki şişko bedenini düzeltti ve kol gezen bir düşman arar gibi kaçamak bakışlar attı etrafına. Birbirine geçmiş dalları üzerine kalın bir gölge atan, narin ağaçlardan dairesel bir korunun içinde oturuyordu. Hemen yanında bir çeşme tatlı bir sesle şırıldıyor, büyük bahçenin çeşitli bölümlerindeki başka görünmez çeşmeler de ebedi bir senfoni fısıldıyordu.

Dion, hemen yanındaki mermer sırada derin, karamsar gözlerle baronu seyreden iri esmer şahıs haricinde yalnızdı. Thoth–amon’u pek az kaale alıyordu. Onun Ascalante’nin güvendiği bir köle olduğunu biliyordu belli belirsiz; ancak zengin adamların çoğu gibi Dion da kendi mevkisi altındaki insanları çok az kaale alırdı.

“Bu kadar gerilmene gerek yok,” dedi Thoth. “Komplo başarısız olamaz.”

“Ascalante de başkaları gibi hata yapabilir,” diye terslendi Dion, başarısızlığın sadece düşüncesinden ter dökerek.

“O yapmaz,” diye vahşice sırıttı Stygialı, “Aksi takdirde ben onun kölesi değil, efendisi olurdum.”

“Bu nasıl konuşma böyle?” diye huysuzca cevapladı Dion, sadece yarısı tartışmada bir akılla.

Thoth–amon’un gözleri kısıldı. Tüm demirden otokontrolüne rağmen, uzun süredir bastırdığı utanç, nefret ve öfkeden patlamak üzereydi ve bir tür umutsuz fırsatı değerlendirmeye hazırdı. Dion’un onu beyin ve bilgi sahibi bir insani varlık olarak değil de, sadece basit bir köle, dikkate değmez bir yaratık olarak gördüğünü hesaba katmıyordu.

“Dinle beni,” dedi Thoth. “Kral olacaksın. Fakat Ascalante’nin aklındakini pek az biliyorsun. Bir kez Conan öldürüldü mü ona güvenemezsin. Sana yardım edebilirim. İktidara geldiğinde beni korursan, sana yardım ederim.

“Dinleyin Lordum. Ben güneyde yüce bir büyücüydüm. İnsanlar Rammon’dan söz ettikleri gibi söz ederdi Thoth–amon’dan. Stygia Kralı Ctesphon bana büyük değer verirdi; beni onlardan fazla övmesi, yüksek mevkideki büyücülerin canını sıkardı. Benden nefret ederler ama korkarlardı zira dış dünyalardan çağrımla gelen ve istediğimi yapan mahlûkları kontrol ediyordum. Set adına, düşmanım ne zaman gece yarısı boğazında meçhul bir dehşetin pençeli parmaklarını hissederek uyanabileceğini bilmezdi! Yerin altındaki karanlık bir toplu mezarda bulduğum, ilk insan çamur denizinden sürünerek çıkmadan önce unutulmuş Set’in yılan yüzüğü’yle kara, korkunç büyüler yapardım.

“Fakat bir hırsız yüzüğü çaldı ve gücüm kırıldı. Büyücüler beni öldürmek için ayaklandı, ben de kaçtım. Ascalante’nin yağmacıları bize saldırdığında, bir deve sürücüsü kılığına girmiş, Koth ülkesinde seyahat ediyordum. Ben hariç kervandaki herkes katledildi; Ascalante’ye kimliğimi açıklayıp ona hizmet edeceğime yemin ederek kurtardım yaşamımı. Ne acı oldu bu esaret!

“Elimi kolumu bağlamak için bana dair bir belge yazdı ve mühürleyerek Koth’un güney sınırlarında yayan bir münzevinin ellerine emanet etti. Onu bir hançer darbesiyle uyurken öldüremem yahut düşmanlarına ihbar edemem zira o zaman münzevi elyazmasını açıp okuyacaktır—böyle talimat verdi ona Ascalante. O da Stygia’ya bir haber uçuracak—”

Thoth, yeniden ürperdi ve esmer teni küle döndü.

“İnsanlar Aquilonia’da beni tanımaz,” dedi. “Ama Stygia’daki hasımlarım nerelerde olduğumu öğrenecek olursa, aramızda dünyanın yarısı genişliğinde mesafe de olsa, bir bronz heykelin ruhunu kavuracak bir ölümden kurtulmama yetmez. Sadece kaleler ve silahşör orduları olan bir kral koruyabilir beni. İşte sana sırrımı anlatıyorum ve benimle ittifak yapman için ısrar ediyorum. Sana bilgeliğimle yardımcı olabilirim, sen de beni koruyabilirsin. Gün gelecek Yüzük’ü bulacağım—”

“Yüzük? Yüzük?” Thoth adamının halis bencilliğini hafife almıştı. Dion kendi düşüncelerine öyle dalıp gitmişti ki, kölenin sözlerinin hiç birini dinlememişti bile. Ama son sözcük bencilliği içinde bir dalgayı kıpırdattı.

“Yüzük?” diye tekrarladı. “Bu aklıma bir şey getirdi—Talih yüzüğüm. Onu bir uzak güneydeki bir büyücüden çaldığına ve bana iyi şans getireceğine yemin eden Shemli bir hırsızdan almıştım. Mitra biliyor hayli para verdim ona. Tanrılar adına, beni kanlı komplolarına sürükleyen Volmana ve Ascalante ile birlikteyken, sahip olabileceğim tüm şansa ihtiyacım var—yüzüğü bulayım.”

Thoth ayağa fırladı; yüzüne kan basmış, gözleri domuzca aptal bir adamın sözlerinin tüm derinliğini birden anlayan birinin sersem öfkesiyle parladı. Dion onu umursamıyordu. Mermer koltuktaki gizli bir kapağı açtı, bir an el yordamıyla çeşitli türde ıvır zıvır yığınlarını karıştırdı—barbar muskaları, kemik parçaları, zevksiz mücevherler—batıl inançlarının toplamaya sevk ettiği muska ve afsunlar.

“Ah, işte burada!” Muzaffer bir edayla acayip biçimli bir yüzüğü kaldırdı. Bakıra benzer bir metaldendi ve kuyruğu ağzında üç kangal halinde çöreklenen pullu bir yılan biçiminde yapılmıştı. Gözleri kötü kötü ışıldayan sarı mücevherlerdi. Thoth–amon çarpılmış gibi bağırdı. Dion hızla döndü ve şaşkın şaşkın baktı; birdenbire yüzündeki kan çekilmişti. Kölenin gözleri parlıyordu, ağzı aralanmış, iri, esmer elleri pençeler gibi açılmıştı.

“Yüzük! Set! Yüzük!” diye çığlık attı. “Yüzüğüm—benden çalınan—”

Çelik Stygialının elinde ışıldadı ve iri, esmer omuzlarının bir kalkışıyla hançerini baronun şişman bedenine sapladı. Dion’un tiz ciyaklaması, boğuk bir hırıltıyla kesildi ve tüm cansız bedeni eriyen tereyağı gibi çöktü. Sonuna dek aptaldı, nedenini bilmeden delice bir dehşet içinde can verdi. Daha şimdiden unuttuğu buruşmuş cesedi yana savuran Thoth, gözleri korkunç bir hırsla parlayarak yüzüğü iki eliyle kavradı.

“Yüzüğüm!” Müthiş bir sevinçle fısıldadı. “Gücüm!”



Onun kötü aurasını kara ruhuna çekerek, bir heykel gibi kıpırdamadan o habis nesnenin başında ne kadar çömeldiğini Stygialı bile bilemezdi. Kendi kendine silkinip, araştırdığı kara çukurlardan aklını çağırdığında, Ay, dibinde bir zamanlar Attalus Lordu olan daha karak gölgenin serildiği bahçe koltuğunun pürüzsüz mermer arkalığından uzun gölgeler düşürerek yükseliyordu.

“Artık yetti Ascalante, artık yetti!” diye fısıldadı Stygialı. Gözleri karanlıkta bir vampirinki kadar kıpkızıl parladı. Eğilerek kurbanının yattığı durgun havuzdan bir avuç pıhtılaşmış kan avuçladı ve bunu sarı ışıltıları kırmızı bir maske ile örtülene dek bakır yılanın gözlerine sürdü.

Körelt gözlerini mistik yılan,” kan dondurucu bir fısıltıyla ilahi söyledi. “Körelt gözlerini ay ışığına, aç onları daha kara çukurlara! Ne görüyorsun Ey Set yılanı? Kimi çağırıyorsun gecenin çukurlarından? Kimin gölgesidir solan Işık’ın üstüne düşen? Benim için seslen ona Ey Set yılanı!”

Parmaklarının tuhaf, her zaman başlangıç noktasına dönen dairesel hareketleriyle yüzüğün pullarına vurarak, karanlık isimler ile canavar mahlûkların kabir karanlığında hareket ettiği kara Stygia’nın zalim varoşları haricinde dünyada unutulan korkunç afsunları fısıldarken, sesi daha da alçaldı.

Etrafındaki havada, bir yaratık yüzeye çıkınca suda oluşan dalgalanmaya benzer bir kıpırtı oldu. Adeta bir kapı açılmış gibi meçhul, dondurucu bir rüzgâr esti bir an. Thoth arkasında bir varlık hissetti ama dönüp bakmadı. Gözlerini üzerinde hafif bir gölgenin uçuştuğu ayışığındaki mermer boşlukğa dikili halde tuttu. Afsunlarını fısıldamayı sürdürürken, bu gölgenin cüsse ve berraklığı net ve korkunç bir biçim alana dek arttı. Dış hatları devasa bir babuna benzemiyor değildi ama böyle bir babun dünya üzerinde, Stygia’da bile hiç yürümemişti. Thoth hala bakmıyordu; sadece kemerinden efendisinin bir çarığını çekerek—böyle kullanmasının gerekebileceğine zayıf bir umut beslemişti hep—arkasına fırlattı.

“Bunu iyi belle, Yüzük kölesi!” diye haykırdı. “Onu giyeni bul ve yok et! Gözlerine bak ve gırtlağını paralamadan önce ruhunu kavur! Öldür onu! Evet,” kör bir tutku patlaması içindeydi, “Yanında kim varsa onları da!”

Mehtap ışığındaki duvardaki aksinde, Thoth, şekilsiz başın eğdiğini ve bir nevi çirkin tazı gibi kokladığını gördü. Sonra korkunç kafa geriye kaykıldı, mahlûk hızla döndü ve ağaçların arasındaki bir rüzgâr gibi kayboldu. Stygialı kollarını çılgın bir sevinçle kaldırdı ve dişleriyle gözleri ay ışığında ışıldadı.

Duvarların dışında nöbetteki bir asker, yanan gözleriyle kocaman, boğum boğum, siyah bir gölge duvarı aşıp rüzgâr gibi yanından esip geçerken ürkek bir çığlık attı. Fakat öyle çabuk kayboldu ki şaşkın savaşçı bu bir rüya mı, yoksa sanrı mıydı diye merak içinde kaldı.

5 Fasıldan 4.'sü çok ama çok yakında... (Bilge Epemitreus Conan'ın rüyasına girer)
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Bu öyküyü daha önce paylaştığım "Ben Bu Baltayla Hükmederim" adlı Kull öyküsüyle karşılaştırarak okumanızı tavsiye ederim. Böylece Howard çıraklık döneminden ustalık dönemine geçerken, bir konçertonun senfoniye dönüşmesine tanıklık ettiğiniz kadar, Valusia'da bir Atlantisli kralın, ilk Conan öyküsünde Aquilonia'da bir Cimmerialı krala nasıl dönüştüğüne de tanıklık edebilirsiniz.
 

savok

Admin
30 Eki 2009
19,988
83,571
Kasımpaşa
Son zamanlarda okuduğum en güzel öykü. Çok keyif aldım. Gerçekten çok önemli işler yapıyorsunuz. Bizimle paylaştığınız için teşekkürler. Saygılar.
 

The_DarknesS

Yönetici
Çeviri & Balonlama
17 Nis 2010
9,538
28,575
İzmir
Bu hikayenin çizgi roman versiyonunu defalarca okumuştum.
Orijinal halinin Türkçesi için teşekkürler üstadım.
 
Üst