Ben Bu Balta ile Hükmederim! - Bir Kull Öyküsü/ Fasıl 4

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
IV
“ÖNCE KİM ÖLECEK?”

Sarayın koridor ve salonlarını kefen gibi örten mutlak sessizlikte yirmi adam sessizce ilerliyordu. Yumuşak deri ayakkabılar giyen kaçamak ayakları, kalın halının da çıplak mermerin de üstünde çıt ses çıkarmıyordu. Salonlar boyunca dizilen nişlerdeki meşaleler çıplak hançerler, enli kılıç ağızları ve keskin balta kenarlarının üstünde kıpkızıl parlıyordu.

“Dur, hepiniz durun!” diye fısıldadı Ascalante bir an takipçilerine bakmak için duraklayarak. “Şu lanet olası yüksek sesle nefes almayı kesin, her kim yapıyorsa! Gece nöbetçilerinin subayı tüm muhafızları doğrudan emirle veya sarhoş etmek suretiyle şu salonlardan uzaklaştırmış ama dikkatli olmamız gerek. Şanslıyız ki o kahrolası Pictler —sıska kurtlar— ya konsoloslukta cümbüş yapmakta ya da Grondar’a at sürmekteler. Şşşt! Geriye… Muhafızlar buraya geliyor!”

Bütün bir alayı gizleyebilecek büyüklükte koca bir sütunun arkasına doluşup beklediler. Neredeyse aynı anda on adam çark etti; kızıl zırhlar içinde demir heykeller gibi görünen boylu poslu adamlardı bunlar. Ağır silahlıydılar, bazılarının yüzündeyse hafif bir kararsızlık okunuyordu. Onları götüren subay hayli solgundu. Yüzünde sert çizgiler oluşmuştu ve muhafızlar suikastçilerin gizlendiği sütunu geçerken kaşlarındaki teri silmek için elini kaldırdı. Gençti, bir krala ihanet onun için hiç kolay değildi.

Çınlayarak koridorun yukarısına geçtiler.

“İyi!” diye kıkırdadı Ascalante. “Söylediğimi yaptı, Kull muhafızsız uyuyor! Çabuk, yapacak işimiz var! Eğer bizi onu öldürürken yakalarlarsa işimiz biter, oysa ölü bir kralı sadece bir anıya dönüştürmek kolaydır. Çabuk!”

“Evet, çabuk!” diye bağırdı Ridondo.

Umursamaz bir süratle koridordan inerek bir kapının önünde durdular.

“Burası!” dedi Ascalante. “Gromel… Şu kapıyı kırarak aç!”

Dev, tüm ağırlığıyla kapıya yüklendi. Bir daha… Bu kez bir sürgü gıcırtısı, ahşap çatırtısı oldu, kapı yalpaladı ve içeri doğru açıldı.

“Girin!” diye bağırdı cinayetin şevkiyle tutuşan Ascalante.

“İçeri!” Ridondo kükredi. “Tirana ölüm…”

Bir an bocaladılar… Kull onlara bakıyordu… Derin uykudan uyanmış, şaşkın ve bir koyun gibi boğazlanacak çıplak bir Kull değil, elinde kılıcıyla, kısmen bir Kızıl Katil zırhı kuşanmış tetikte, yırtıcı bir Kull.
Kull, uyuyamayınca birkaç dakika önce sakin sakin kalkmıştı. Muhafızların subayını odaya çağırıp, bir süre sohbet etmeye niyetlenmişti ama kapıdaki gözetleme deliğinden bakınca, onun adamlarını götürdüğünü görmüştü. Barbar Kralın kuşkucu aklına, anında ihanete uğramış olduğu gelmişti. Adamları geri çağırmayı hiç düşünmedi, çünkü sözümona onlar da bu komplonun içindeydi. Bu firar için mantıklı bir gerekçe yoktu. Bu yüzden Kull sükûnet ve süratle elinin altında tuttuğu zırhı kuşanmıştı; Gromel kapıya ilk atıldığında bu işi ancak tamamlamamıştı.

Bir an için tablo dondu… Bir tarafta kapıdaki dört asi soylu ve arkalarında toplaşan on umutsuz haydut; öbür tarafta ise yalın kılıç kraliyet odasının ortasında duran korkunç bakışlı, sessiz dev…

O anda Ascalante bağırdı: “Girin! Ve gebertin onu! Yirmiye karşı bir kişi, tolgası da yok!”

Doğruydu; ne miğferini giyecek kadar vakti olmuştu, ne de duvarda asılı duran muazzam kalkanı kapacak kadar. Yine de Kull, kapalı vizörleriyle tepeden tırnağa zırhlı olan Gromel ve Volmana dışındaki suikastçilerin herhangi birinden iyi korunuyordu.

Çatıda çınlayan bir narayla odanın içine doluştu katiller. En önlerinde Gromel vardı. Kafası önde, kılıcı barsakları dökecek darbe için aşağıda, saldıran bir boğa gibi geliyordu. Kull da bir boğaya saldıran kaplan gibi karşılamak üzere atıldı ve kralın tüm ağırlığı ve muazzam gücü kılıcı savuran koluna gitti. Koca kılıç, ıslık çalan bir yay halinde havada parlayıp çatırdayarak indi komutanın tolgasına. Kılıçla tolga çınladı ve ikisi de parça parça oldu. Kull elinde bıçaksız kabzayı kavrayarak geriye sıçrarken Gromel cansız yere serildi.

“Gromel!” Yarık miğfer, yarık kafayı açığa çıkarırken hırladı; sonra sürünün kalanı üstündeydi. Bir hançer ucunun kaburgaları boyunca tırmaladığını hissedince iri sol kolunun bir savruluşuyla kullananı yana fırlattı. Kırık kabzası bir diğerinin gözlerinin tam ortasını ezip kanlar içinde, baygın halde yere serdi.

“Kapıyı gözleyin, siz dördünüz!” diye bağırdı Ascalante o şarkı söyleyen çelik girdabının kenarında dans ederek. Zira Kull’un muazzam ağırlığı ve hızıyla ortalarına dalıp kaçabileceğinden korkuyordu. Dört haydut geri çekilip tek kapının önüne dizildi. Tam o anda Kull duvara atılarak en az yüz yıldır orada asılı duran antika bir savaş baltasını kaptı.

Duvara sırtını verip bir an onlara baktı, sonra da aralarına atıldı. Asla savunma savaşçısı değildi Kull! Daima düşmanı savaşa çekerdi. Baltanın bir savruluşu, bir haydutu yarık bir omuzla yere yıktı… Müthiş bir ters vuruş bir diğerinin kafatasını ezdi. Bir kılıç göğüs levhasında parçalandı… Yoksa ölmüştü. Kaygısı, çıplak başını ve göğüs ve sırt zırhları arasındaki boşlukları kollamaktı… Çünkü Valusia zırhı karmaşıktı ve kendi başına zırhını tamamen kuşanacak vakti olmamıştı. Daha şimdiden yanakları, kolları ve bacaklarının üzerindeki yaralardan kanamaktaydı ama öyle çevik ve ölümcül, öylesine bahadırdı ki, sahip oldukları önemli avantajlara rağmen caniler arada bir boşluk bırakmak için durakladı. Üstelik sayılarının fazlalığı da onlara köstek oluyordu.

Bir an darbeler yağdırarak vahşice üstüne üşüştüler, sonra gerilediler ve saldırıp savuşturarak çembere aldılar. Yerdeki bir çift ceset, ilk planlarının akılsızlığının sessiz kanıtıydı.

“Arkadaşlar!” Eğri başlığını atıp, gözleri parlayarak öfkeyle bağırdı Ridondo. “Kavgadan çekiniyor musunuz? Despot yaşasın mı? Atılın üstüne!”

Haince saplayarak saldırdı; oysa onu tanıyan Kull heybetli bir darbeyle kılıcını parçaladı ve bir itişle yere yuvarladı. Kral, Ascalante’nin kılıcının darbesini sol koluyla karşıladı, haydut sadece Kull’un baltasının altına eğilip geriye sıçramak suretiyle canını kurtarabildi. Sakallı haydutlardan biri bu şekilde indirebileceğini umarak Kull’un bacaklarına daldı, fakat masif demirden bir kuleye benzeyen kralla kısa bir süre güreştikten sonra, baltanın indiğini ama kaçacak vakit olmadığını görmek için tam vaktinde gözlerini kaldırdı. Bu arada yoldaşlarından biri kılıcını iki elle kaldırıp ve öyle bir doğrulukla aşağı doğru indirmişti ki, Kull’un sol tarafındaki omuz levhasını kesip altındaki omzu yaraladı. Kralın göğüs levhası anında kan doldu.

Volmana, vahşi bir sabırsızlık içinde saldırganları sağa sola itip, yara yara geldi ve kılıcını Kull’un korumasız başına indirdi. Kull daldı ve kılıç saçından bir bukleyi keserek üstünde ıslık çaldı… Volmana gibi bir cücenin darbesinin altına dalmak Kull’un boyunda bir adam için zordu.

Kull topuğu üstünde hızla döndü ve bir kurt gibi sıçrarken, geniş, yatay bir yay halinde yandan vurdu… Volmana sol böğrü tümüyle çöküp, ciğerleri dışarı boşanarak yıkıldı.

“Volmana!” Kull sözcüğü soluk soluğa söyledi. “Seni tanıdım Cehennem cücesi…”

Rastgele, hayli açıktan saldıran, sadece bir hançer taşıyan Ridondo’nun kudurmuş saldırısından kendini korumak için doğruldu. Kull baltası havada geri sıçradı.

“Ridondo!” Sesi çın çın öttü. “Geri dur! Sana zarar vermeyecektim…”
“Geber tiran!” diye haykırdı deli ozan pervasızca kralın üstüne atılırken. Kull vurmaya gönlü olmadığından çok geç olana dek darbesini geciktirdi. Sadece çeliğin ısırışını korunmasız böğründe hissetiği anda, kör bir umutsuzluk çılgınlığıyla vurdu.

Ridondo yarık bir kafatasıyla düştü ve Kull sendeleyerek duvara doğru geriledi, yaralı böğrünü kavrayan parmaklarının arasından kan fışkırıyordu.

“Şimdi saldırın ve gebertin!” diye bağırdı Ascalante saldırıyı yönetmeye hazırlanarak.

Kull sırtını duvara verip baltasını kaldırdı. Korkunç, iptidai bir görüntü oluşturuyordu. Vahşi çehresi ölümcül bir nefret hırıltısıyla donmuş, bacaklar iyice açık, kafa ileriye uzanmış, bir kızıl el destek için duvara yapışıyor, soğuk gözleri de onları örten kanlı sisin arasında parlıyordu. Adamlar bocaladı; kaplan can çekişiyor olabilirdi ama hala öldürme kabiliyeti vardı.

“Önce kim ölecek?” diye hırladı Kull, uyuşmuş kanlı dudakları arasından.

Ascalante sıçrayan bir kurt gibi atıldı —onun özelliği olan inanılmaz bir hızla havanın ortasında neredeyse durdu ve ona doğru kızıl bir balta şeklinde tıslayarak gelen ölümden kurtulmak için yüzükoyun düştü. Ayaklarını çılgınca çevirerek baltanın yolundan çekildi, tam Kull kaçırdığı darbeyi yenileyip yeniden vururken de açığa yuvarlandı. Bu kez balta, Ascalante’nin dönen ayaklarının yakınında cilalı ahşap döşemeye on santim kadar gömüldü.

Başka bir serdengeçti tam bu anda saldırdı, arkadaşları tarafından yarım yürekle takip ediliyordu. Bu ilk cani baltasını yerden kurtaramadan Kull’a yetişip onu öldüreceğini zannetmişti; oysa ya kralın süratini hesap edememiş, ya da saldırısını bir saniye geç başlatmıştı. Her halükarda balta silkinerek kalktı, çatırtıyla indi ve saldırı kıpkırmızı bir insan müsveddesinin diğerlerinin bacaklarına fırlatılmasıyla bocaladı.

O anda koridorun aşağısında aceleci bir ayak çınlaması yankılandı ve kapıdaki haydutlardan biri feryadı bastı: “Askerler geliyor!”

Ascalante lanet okudu, adamları batan bir gemiyi bırakan fareler gibi onu terk ediyordu. Koridora doğru atıldılar —veya kanlar saçarak topalladılar— koridorun aşağısında ‘yakalayın’ bağırışları yükseldi ve takip başladı.

Yerdeki ölüler ve can çekişenler sayılmazsa, Kull ve Ascalante kraliyet yatak odasında bir başlarına duruyordu.

Kull’un dizleri bükülmekteydi; o da ölmekte olan bir kurdun gözleriyle haydudu süzerek ağır ağır duvara yaslandı

“Her şey kaybedilmiş görünüyor, bilhassa da onur,” diye mırıldandı. “Ne olursa olsun kral ayakta ölüyor ve…” aklından başka hangi düşüncelerin geçmiş olabileceği bilinmiyor; zira tam kralın balta tutan koluyla yarı kör gözlerinden kanı silmekle meşgul olduğu anda düşünmeden Kull’a doğru koştu. Bir adam, pozisyonunu yitirmiş, yaralanmış bir adamın yorgun koluyla indirebileceği balta darbesinden daha çabuk saplayabilirdi hazır kılıcını.

Fakat tam Ascalante saldırısına başlarken kapıda Seno val Dor belirdi, ışıl ışıl bir şey havada vınlayarak uçtu. Ascalante’nin gırtlağında son buldu bu uçuş. Haydut sendeledi, kılıcını düşürdü ve yarık bir şahdamarından akan kanla sulanan Kull’un ayaklarının dibine çöktü… Seno’nun savaş becerisinin bıçak atışını da içerdiğinin sessiz kanıtıydı bu. Kull, şaşkın şaşkın ölü hayduda baktı; Ascalante’nin ölü gözleri de, krallar ve haydutların, komplolar ve karşı komploların beyhudeliğini öne sürercesine alaycı bir bakışla karşılık verdi.

Sonra Seno krala destek olurken; Yüce val Dor ailesinin zırhları ve üniformaları içindeki askerler odaya doluştu; Kull küçük bir köle kızın da öbür kolunu tutmakta olduğunu fark etti.

“Kull, Kull, öldün mü?” val Dor’un yüzü epey beyazdı.

“Daha değil,” Kral boğuk bir sesle konuştu. “Sol böğrümdeki yaranın kanamasını durdurun… Eğer ölürsem ondan olacaktır; o derin fakat kalanlar ölümcül değil… Ridondo oraya caniyane bir türkü yazdı! Şimdilik oraya kumaş tıkıştırın… Yapmam gereken işler var.”

Hayretle itaat ettiler; kanın akışı kesilince, Kull kan kaybından kelimenin tam anlamıyla bembeyaz olsa da, gücünün birazını topladığını hissetti. Saray tamamen uyanmıştı artık. Saraylı hanımlar, beyler, askerler, danışmanlar hepsi lak lak ederek etrafa üşüşüyordu. Öfkeden kuduran, her şeye hazır, krallarını diğerlerinin kurtarmasını hazmedemeyen Kızıl Katiller toplanmaktaydı. Kapı muhafızlarına komuta eden genç subay ise karanlıkta kayıplara karışmıştı, tüm aramalara rağmen, ne o sıralarda, ne de daha sonraları izine rastlanabildi.

Bir eliyle kanlı baltasını, diğeriyle de Seno’nun omzunu tutarak, hala inatla ayakta duran Kull, sonra ellerini burarak duran Tu’yu belirledi ve emretti: “Bana üstünde köleler hakkındaki yasa işlenmiş tableti getir.”

“Fakat Kral beyim…”

“Dediğimi yap!” diye uludu Kull baltasını kaldırarak. Tu da yerine getirmek için koşturdu.

Beklerken saraylı hanımlar yaralarını sarıp, kanlı baltanın sapından demir parmaklarını nazikçe, ama boş yere sökmeye çabalayarak etraflına akın ederken Kull, Seno’nun nefes kesici öyküsünü dinliyordu.

“…Ala Kaanuub ve Volmana’nın planlarını işitmiş… Çektiklerimize ağlamak için girdiği küçük bir kuytuya sokulmuşmuş… Sonra memleketindeki mülküne gitmekte olan Kaanuub gelmiş, Planlarının kötüye gideceği korkusundan titriyormuş ve ayrılmadan önce Volmana ile komplonun üstünden bir kez daha geçmişler. Böylece içinde hiç eksiklik olmadığını bilebilmiş.

“Geç saatlere dek ayrılmamış, sonra da Ala sessizce kaçıp bana geldi. Hâlbuki Volmana’nın kentinden val Dor hanesine küçük bir kızın yürümesi için uzun bir yol var; adamlarımı toplayarak derhal yola çıksam da, az kalsın çok geç kalıyorduk.”

Kull omzunu kavradı.

“Bunu unutmayacağım.”

Tu yasa tabletiyle girdi ve onu hürmetle masanın üstüne koydu.
Kull yakınında duran herkesi yana omzuyla iterek araladı ve tek başına durdu.

“Kulak verin Valusia halkı,” diye bağırdı; içindeki vahşi hayvan zindeliğiyle ayakta duruyor, fiziksel olanı aşan bir güç tarafından içerisinden ateşleniyordu. “Buradayım… Kral. Neredeyse ölümüne yaralandım ama tüm yaralarıma rağmen sağ kaldım.

“Kulak verin! Bu işten sıkıldım! Ben kral değil, bir köleyim sadece! Yasalar tarafından kıstırıldım, yasalar, yasalar! Kötüleri cezalandıramıyorum, dostlarımı ödüllendiremiyorum; kanunlar… Örfler… Adetler yüzünden! Valka adına, ben sözde olduğu gibi, özde de kral olacağım!

“Burada yaşamımı kurtaran iki kişi var! Bundan böyle dilediklerini yaparak evlenmekte özgürler!”

Seno ve Ala bir memnuniyet çığlığıyla birbirlerinin kollarına atıldı.

“Fakat kanun!” diye bağırdı Tu

“Kanun benim!” diye kükredi Kull baltasını yukarı savurarak; silah şimşek gibi indi ve taş tablet tuzla buz oldu. İnsanlar, sessizce göğün çökmesini bekleyerek, dehşet içinde ellerini sıktı.

Kull sendeleyerek geriledi; gözleri parlıyordu. Oda buğulu bakışında girdap gibi dönüyordu.

“Kral da benim, devlet ve kanun da!” diye kükredi ve yanındaki sihirbaz değneğine benzer asayı kaptığı gibi ikiye bölerek fırlattı. “Benim asam bu olacak!” Kızıl balta, solgun asilzadelere kan damlaları saçarak üstlerinde sallandı. Kull ince tacını sol eliyle kavrayıp sırtını duvara verdi. Onu düşmekten koruyan tek destek, yalnızca kollarında hâlâ duran aslanların gücüydü.

“Ben ya kralım, ya da ceset!” Düğüm düğüm kasları kabarıp korkunç gözleri parlayarak kükredi. “Eğer benim krallığımı beğenmediyseniz… Gelin de bu tacı alın!”

Boğumlu sol kolu tacı uzatıyor, sağ eli onun üstünde tehditkâr baltayı kavrıyordu.

“Ben bu baltayla hükmederim! Benim asam bu! Benden olmamı istediğiniz kukla kral olmak için çabaladım ve ter döktüm. Size uygun bir kral… Artık kendi usullerimi kullanıyorum! Eğer savaşmayacaksanız, boyun eğeceksiniz! Adil olan yasalar duracak, ömürlerini doldurmuş yasaları parçalayacağım. Tıpkı bunu parçaladığım gibi! Kral benim!”

Solgun yüzlü asilzadeler ve korkmuş kadınlar, yanan gözlerle tepelerinde yükselen kan lekeli deve hürmet ve korku içinde eğilerek usulca diz çöktü.

“Kral benim!”


SON…​
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Kull bu öyküyle gerçek anlamda ipleri eline alıyor. Ne yazık ki Weird Tales bu öyküyü reddetti. Gerçekte Kull serilerinin sona ermesinde bu derginin editörü Farnsworth Wright'in tutumu büyük rol oynamıştır. Howard, yazdığı on tamamlanmış Kull öyküsünden sadece ikisi yayınlanıp, kalanlar geri gönderilince, satabileceği öykülere yönelmiş, böylece Atlantisli Valusia Kralının serüvenleri sona ermiştir.
 

BRAN MAK MORN

Çeviri & Balonlama
13 Tem 2011
193
2,213
Arşivlerimize böylesine bir eser katmakla bizleri sevindiren değerli Hüseyin AKSAKAL'a bu çalışması için çok çok teşekkür eder, bundan sonraki çalışmalarında da başarılar dilerim.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Siz böyle yazınca, insanın paylaşma hevesi artıyor. Bilmem ki bundan sonra Bran Mak Morn mu gider, Cormac FitzGeoffrey mi? Yoksa Conan veya Kızıl Sonya mı?
 
Son düzenleme:

Shoryuken

Yönetici
9 Nis 2013
4,044
20,227
Kamlançu
Siz böyle yazınca, insanın paylaşma hevesi artıyor. Bilmem ki bundan sonra Bran Mak Morn mu gider, Cormac FitzGeoffrey mi? Yoksa Conan veya Kızıl Sonya mı?

Bran seçimleri beklesin abi, belki seçilemez :Ğ
Kendi adıma konuşayım; Kızıl Sonya hikayesi okumak isterim ben. Herkesin adına konuşacak olursam, sırayla hepsi gelsin derim :4:
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Bu öykünün Conan versiyonunu paylaşsam tekrar olur mu acaba? Böylece ebedi barbarın nasıl Kull'dan Conan'a evrildiğini görmüş oluruz.
 
Üst