Robert e: Howard'dan bir western öyküsü... Ayı Deresi'nden Bir Beyefendi

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
AYI DERESİ’NDEN BİR BEYEFENDİ
A Gent From Bear Creek (Short Story)

Ayı Deresi ahalisine, yaradılıştan barışsever diyemezsiniz ama Erath Elkins ve kayınbiraderi Joel Gordon’a dere kenarında ölümcül bir dövüşte birbirine girmiş halde rastlayınca az çok şaşırdım. Fakat orada, bowielerini lehlerine kullanamayacak kadar birbirlerine dolanmışlardı ve küfürlerini işitmek utanç vericiydi.

İhtarlar işe yaramayınca, bıçaklarını tekmeleyerek ellerinden düşürdüm ve ikisini de dereye attım. Dövüşmeyi bıraktılar ve kana susamış naralar ve sular damlayan bıyıklarla çıktılar ve bana saldırdılar. Herhangi bir şeyi anlamak için fazla kör bir çılgınlık içinde olduklarını görünce, kafalarını birbirlerine çarptım, ta ki bağırmak haricinde herhangi bir şey yapmak için fazlasıyla sersemleyene dek.

“Akrabalara böyle mi muamele edilir?” Keyifsizce sordum.

“Bana bırak onu!” diye uludu Joel bıyıklarından aşağı kan akarken, dişlerini gıcırdatarak. “Dişlerimden üçünü kırdı, ben de onun canını alacağım!”

“Kenara çekil Breckinridge!” diye köpürdü Erath. “Kimse benim bir kulağımı ısırıp da bunu anlatacak kadar yaşayamaz!”

“Öf, kapa çeneni,” diye hırladım. “İçinizden biri bir daha havlasın da, şu salak kafalarınız bundan sert mi diye bakayım.” Yumruğumu burunlarının altında salladım ve sakinleştiler. “Tüm bunlar da nesi?” diye sordum. Buralarda birileri yakın zamanda bir zula için oraya mı gizlemişti

“Az evvel eniştemin bir hırsız olduğunu keşfettim,” dedi Joel acı acı. Bunun üzerine Erath bir uluma koyverdi ve akrabasını yakalamak için vahşi dalışa geçti, ama onu bir parça geri ittim ve bir kök kalıntısının üstüne yuvarlandı.

Gerçek şu ki, Breckinridge,” dedi Joel, “Ben ve bu kokarca dün, Apache Sırtı’ndaki bir oyuk bir meşenin içinde altın külçeleriyle dolu güderi bir torba bulduk. Onu oraya birisi yakın zamanda mı gizledi, yoksa eski bir madenci uzun zaman önce mi bıraktı bilmiyorduk, belki de Kızılderililer tarafından kafa derisi yüzülmüş ve bir daha almaya gelmeyecek de olabilirdi. Onu bir aylığına olduğu yerde bırakma kararına vardık, o vakit hala oradaysa asıl sahibinin ölmüş olduğuna kanaat getirecek ve altını aramızda bölüşecektik. Neyse, dün gece benim kadar dürüst olmayan birilerinin onu bulacağından endişeye kapıldım, bu yüzden sabahleyin hala orada mı görmeye gitsem iyi olur diye düşündüm…”

Bu ima üzerine Erath acı acı güldü.

Joel ona uğursuz bir edayla baktı ve devam etti: “Neyse, çok geçmeden oyuk ağaç görüş alanıma girdi, sonra bu kokarca fundalıktan mavzeriyle bana ateş ettiğinden—”

“Bir yalan bu!” diye havladı Erath. “Başka yerdeydim ben!”

“Silahsız olduğumdan, Breckinridge,” dedi Joel vakarla,” bu çakalın beni öldürüp tüm altına konmak istediğini anladığımdan, eve silahlarımı kapmaya koştum. Az sonra da fundalıkların arasında peşimden koşturduğunu gördüm.”

Erath, ağzından hafiften köpük saçmaya başlıyordu. “Seni takip etmiyodum,” dedi. Mavzerimi almaya eve gidiyodum.”

“Senin öykün nedir Erath?” diye sorguladım.

“Dün gece birinin altını çaldığını gördüm rüyamda,” diye cevapladı somurtarak. “Bu sabah güvende mi diye bakmaya gittim. Tam ağaca varmıştım ki bu katil bana bir Winchester ile ateş etmeye başladı. Canımı kurtarmak için koştum ve şans eseri en sonunda doğruca ona rastladım. Muhtemelen beni öldürmeyi ve çuval için gelmeyi düşünüyordu.”

“İkiniz de, size ateş edenin öteki olduğunu görmediniz mi?” diye sordum.

“Çalıların içinde gizlenirken nasıl görebilirdim ki?” diye terslendi Joel. “Fakat başka kim olabilirdi?”

“Onu görmeme gerek yok,” diye gürledi Erath. “İçkisinin kokusunu hissettim.”

“Ama ikiniz de, mavzeriniz olmadığını söylüyorsunuz,” dedim.

“O lanet bir yalancı,” eşzamanlı olarak itham ettiler, beni geçebilseler, dişleriyle, tırnaklarıyla birbirlerinin üstüne çökeceklerdi.

“Bence burada bir yanlışlık var,” dedim. “Evinize gidin ve sakinleşin.”

“Dövmem için bana göre fazla irisin Breckinridge,” dedi Erath. “Fakat seni uyarıyorum, eğir beni öldürmeye çalışanın Joel olmadığını kanıtlayamazsan, onun uyuz kafa derisini Apache sırtındaki en yüksek çam ağacına çivilemedikçe ne uyku uyurum, ne de yemek yerim.”

“Bu benim için de geçerli,” dedi Joel dişlerini gıcırdatarak. “Yarın sabaha kadar sulh ilan ediyorum. Eğer Breckinridge o zaman bana ateş edenin sen olmadığını gösteremezse, ya benim karım, ya da seninki geceyarısından önce dul kalacak.



BÖYLE DİYEREK karşıt yönlerde ağır adımlarla uzaklaştılar; üzerime yıkılmış bulunan sorumluluktan hafiften şaşırmış halde, çaresizce baktım arkalarından. Yerleşimindeki en iri adam olmanın mahzuruydu bu. Tüm akrabalar sıkıntılarını sana havale ederdi. Nüfusu müthiş şekilde azaltmaya meyleden olağan bir aile içi kan davası başlangıçlarını durdurmak bana düşerdi burada.

O aptalların bulduğu altını biraz daha düşündüm ve hakiki mi diye bir göz atmam gerektiğini düşündüm, bu yüzden ağıla döndüm ve atım Kaptan Kidd’i eyerleyip, yaklaşık bir mil mesafedeki Apache Sırtı’na sürdüm. Birbirlerine söverken gevelediklerinden oyuk meşenin nerede olduğuna dair sağlam bir fikrim vardı ve fazla sıkıntı yaşamadan onu bulabileceğime aşağı yukarı emindim. Kaptan Kidd’i bağlayarak ağaca varana dek tırmanmaya devam ettim. Sonra da tam içine bakmak için boynumu uzatıyordum ki bir ses duydum: “Yalnız bir hırsız daha!”

Etrafa bakındım ve Jeppar Grimes Amca’nın bana bir silah doğrulttuğunu gördüm.

“Ayı Deresi cehenneme dönüştü,” dedi Jeppard Amca. “Önce Erath ve Joel’di, şimdi de sen. Sana biraz dürüstlük öğretmek için arka ayağına bir mermi çakacağım.”

Winchester’inin namlusu boyunca bakarak doğrulmasıyla birlikte konuştum. “Kurşununu şıradaki Kızılderiye saklasan daha iyi edersin.”

Yaşlı bir yerli olduğundan doğal olarak başını çabucak çevirdi, ben de 45’liğimi çekip, mavzeri vurup elinden düşürdüm. Aşağı atladım ve ayağımı üstüne koydum; o da çizmesinden bir bıçak çekti ama elinden aldım ve kafası karışana dek silkeledim. Bu yüzden bıraktığımda bir çember halinde döndü ve korkunç bir şeyler söverek yıkıldı.

“Ayı Deresi’nde herkes delirdi mi?” diye sordum. “Bir adam bir ağaç oyuğuna katledilmeden bakamayacak mı?”

“Sen altınımın peşindesin,” diye sövdü Jeppard Amca

“Demek senin altının ha?” dedim. “Neyse, bir ağaç oyuğu banka değildir.”

“Bunu biliyorum,” diye gürledi bıyıklarından çam iğnelerini temizlerken. “Bu sabah, sık sık yaptığım gibi güvende olup olmadığını görmek için erkenden buraya geldiğimde, birinin onu kurcaladığını hemen fark ettim. Bunun üzerinde düşünürken, Joel Gordon’un sinsi sinsi ağaca sokulduğunu gördüm. Çekilsin diye uyarmak için bir el ateş ettim, o da kaçtı. Fakat birkaç dakika sonra çamların arasından süzülerek Erath Elkins geldi. Bu kez kudurmuştum, bu yüzden bıyıklarını bir mermiyle sıvazladım, o da kuyruğunu kıstırıp kaçtı. Şimdi de, aman Allah, sen geldin…”

“Kahrolası altınını istemiyorum!” diye kükredim. “Sadece güvende mi diye bakmaya geldim, Joel ve Erath da böyle yapmıştı. Eğer onlar hırsız olsalar, onu dün buldukları zaman alırlardı. Zaten onu nereden buldun ki?”

“Tepeleri kazarak çıkardım,” dedi somurtarak. “Onu Chawed Ear’a götürüp, nakit paraya çevirecek vakit olmadı. Herhangi bir yer kadar iyi olan bu ağaca sakladım ben de. Keşke başka yere koyaydım.”

“Neyse,” dedim, “Erath ve Joel’e onlara ateş edenin sen olduğunu söylemeye gitmen gerek ki birbirlerini öldürmesinler. Sana öfkelenecekler ama ben onları, belki bir ceviz sopasıyla sakinleştiririm.”

“Tamam,” dedi. “Özür dilerim, seni yanlış değerlendirmişim Breckinridge. Sana güvendiğimi göstermek için onu nereye sakladığımı göstereceğim.”

Beni bir kayalığın kenarından çıkıntı yapan koca bir kayaya gelene dek ağaçların arasından götürdü ve altındaki daha ufak taştan bir takozu gösterdi.

“O kayayı çektim,” dedi, “Torbayı sokmak için de bir çukur kazdım. Bak!”

Kayayı kaldırdı ve eğildi. Sonra da beni sıçratıp her tarafımdan soğuk terler boşanarak silahıma asılmama yol açan bir bağırışla dimdik doğruldu.

“Derdin ne senin?” diye sordum. “Yılan mı soktu?”

“Ya, insan yılanlar tarafından!” diye bağırdı. “Gitmiş! Soyuldum!”

Baktım ve geyik derisi torbanın kırışıklıklarının yumuşak toprakta yarattığı izlere baktım. Fakat orada hiçbir şey yoktu.



JEPPARD AMCA, bir elinde bir silah, diğerinde bir bowie bıçağıyla bir kafatası dansı yapıyordu. “Tozluklarımı onların uyuz kafa derileriyle süsleyeceğim!” diye köpürdü. “Yüreklerini bir turşu fıçısına yatıracağım. Ciğerleriyle av köpeklerimi besleyeceğim!”

“Kimin ciğerleri?” diye sorguladım.

“Kimin olacak, seni aptal?” diye uludu. “Joel Gordon ve Erath Elkins’in! Kaçmadı onlar. Sinsice geri geldiler ve altının yerini değiştirdiğimi gördüler! Onların yarısı etmeyeceği iyi adamlar öldürdüm ben!”

“Öf,” dedim. “Altınını onların çalması mümkün değil…”

“O zaman nerede?” diye sordu acı acı. “Başka kim biliyordu onu?”

“Şuraya bak! Dedim kayaların yanındaki yumuşak bir toprak kuşağını göstererek. “Bir atın izleri.”

“Ne olmuş?” diye sordu. “Belki çalıların arasında bağlı atları vardı.”

“Öff, hayır,” dedim. “Mıhların nasıl çakıldığına bak. Ayı Deresi’nde bunun gibi nalları olan at yok. Bunlar bir yabancının izleri—aşağı yukarı şafak vakti kulübemin önünden at sırtında geçtiğini gördüğüm adam olsa gerek. Bir kulağı eksik, Siyah Bıyıklı bir adam. Büyük kayanın yakınındaki sert toprak, nereye gittiğini ve bastığını göstermiyor ama bu atı süren adam çaldı altınını. Silahlarımın üzerine bahse girerim.”

“İkna olmadım,” dedi Jeppard Amca. “Eve ve mavzerime gidiyorum, sonra da yeniden gidecek ve Joel ve Erath’ı öldüreceğim.

“Şimdi dinle,” dedim güçlükle. “Senin ne inatçı bir serseri olduğunu bilirim Jeppard Amca, fakat bu kez mantığın sesini dinle, yoksa kendimi unutup kıçına tekmeyi basacağım. Bu adamı takip edecek ve altınını ondan alacağım, zira onu çalanın o olduğunu biliyorum. Sen de ben dönene dek kimseyi öldürmeyeceksin.”

“Sana yarın sabaha dek süre veriyorum,” diye ödün verdi. “O zamana dek bir tetiği çekmeyeceğim. Ama…” dedi Jeppard Amca şairane bir pozda. “Eğer sabah güneşi Jackass dağlarının ışıltılı zirvelerine vurduğu vakit altınım elinde olmazsa, şahinler Joel Gordon ve Erath Elkins’in leşlerinden kıyma yapacaklar.”

Oradan uzaklaştım, Kaptan Kidd’e bindim ve yabancının peşinden batıya yöneldim. Hala sabahın erken saatleriydi ve uzun yaz günlerinden biri uzanıyordu önümde. Humbolts’ta, dayanıklılık açısından Kaptan Kidd’e denk bir at yoktu. Günbatımı ve gündoğumu orasında yüz mil kadar gittim. Gün bitiyordu ama hala adamıma yetişememiştim. Tanımadığım bir bölgeye giriyordum ama izlemekte fazla sıkıntı çekmiyordum, nihayet, akşamın geç saatlerinde nallarındaki mıh izlerinin açıkça görülebildiği dar, tozlu bir patikaya çıktım.

Güneş daha da alçalıyor, umutlarım azalıyordu. Kaptan Kidd yorulmaya başlıyordu, dahası hırsıza yetişip altını geri alsam da, sakatlığın engellemek için Ayı Deresi’ne dönmek müthiş bir iş olacaktı. Fakat Kaptan Kidd’i zorlamayı sürdürdüm ve birazdan bir yola çıktım, takip ettiğim izler de sürüyle başkasıyla karıştı. Bir tür yerleşime rastlamayı umup nerelerde olduğumu merak ederek devam ettim. Bugüne dek o yönde bu kadar uzakta hiç bulunmamıştım.

Tam gün batarken yoldaki bir dönemeci döndüm ve bir ağaca asılı bir şey gördüm; bir adamdı bu. Cesedin gömleğine bir şey iğneleyen başka biri daha vardı, beni işitince hızla döndü ve silahına asıldı—adamın, ceset olmayan demek istiyorum; hayli berbat bir görünüşü vardı ama Siyah Bıyıklı değildi. Düşmanca bir hareket yapmadığımı görünce silahını yerine koydu ve sırıttı.

“Şu arkadaş hala tekmeliyor,” dedim.

“Onu yeni ipe çektik de,” dedi adam. “Diğer çocuklar kasabaya geri döndü ama ben göğsüne şu uyarıyı koymak için geride kaldım. Okuyabilir misin?”

“Hayır,” dedim.

“Ala” dedi. “Bu kâğıtta şöyle diyor: “Tüm haydutlara, özellikle de Grizzly Dağı’ndakilere uyarı—Wampum’dan uzak durun.”

“Wampum buradan ne kadar uzakta?” diye sordum.

“Yolun yarım mil aşağısında,” dedi. Ben Bill Ormond’un muavinlerinden Al Jackson’um. Wampum’u temizlemeyi amaçlıyoruz. Grizzy Dağı’nda yataklanan belalı haydutlardan biri bu.”



DAHA HERHANGİ BİR ŞEY diyemeden, birisinin hızlı, kesik kesik soluduğunu işittim, fundalıkta bir çıplak ayak patırtısı oldu, yaklaşık ondört yaşında bir kız çocuğu yola çıktı.

“Joab Amca’yı öldürdün!” diye haykırdı. “Sizi katiller! Bir çocuk bana onu asmak için bağladıklarını söyledi! Elden geldiğince hızlı koştum—”

“Cesetten uzak dur!” diye kükredi Jackson, kırbacıyla ona vurarak.

“Kes şunu!” diye emrettim. “O genç kıza vurma.”

“Oh, lütfen bayım!” diye ağladı ellerini burarak. “Siz Ormond’un adamlarından değilsiniz. Lütfen bana yardım edin! Ölmedi—kıpırdadığını gördüm!”

Daha fazla beklemeden bedenin yanına sürdüm ve bıçağımı çektim.

“O ipi kesme!” diye ciyakladı muavin silahını çekerek. Bu yüzden çenesine yumruğu indirdim ve eyerden, yolun yanında inleyerek yattığı fundalığın içine yuvarladım onu. Sonra da ipi kestim, asılı adamı eyerimin üzerine indirdim ve boynundaki ilmeği çözdüm. Yüzü morarmış, gözleri kapanmış ve dili sarkıyordu; yine de canı tamamen çıkmamıştı. Anlaşılan onu düşürerek asmamışlar, sadece ölsün diye boğmak üzere çekmişlerdi.

Onu yere yatırdım ve biraz canlanmaya başlayana dek uğraştım ama tıbbi bakım gerektiğini anlamıştım. Kıza; “En yakın doktor nerede?” dedim.

“Doc Richards Wampum’da,” diye inledi çocuk. “Fakat onu oraya götürürsek, Ormond onu yeniden ele geçirir. Eve gelmesini isteyemez misin?”

“Siz hepiniz nerede yaşıyorsunuz?” diye sordum.

“Ormond bizi Wampum’dan kovduğundan beri Grizzly dağlarındaki bir kulübede yaşıyoruz,” diye inledi.

“Pekala,” dedim. “Amcanı Kaptan Kidd’in üstüne koyacağım, sen de eyerin arkasına oturup onun tutunmasına yardım edebilir ve bana hangi yoldan gideceğimi söyleyebilirsin.

Böyle yaptım ve Kaptan Kidd’i kızın gösterdiği yönde çekip yaya olarak yola koyuldum. Giderken de, Muavin Jackson’un fundalıktan sürükleyerek çıktığını ve çenesini tutarak topallaya topallaya yoldan indiğini gördüm.

Müthiş zaman kaybetmiştim ama bu adamı kanunsuz bile olsa ölmeye terk edemezdim çünkü muhtemelen küçük kızın onunla ilgilenmek için adamdan başka kimsesi yoktu. Her halukarda hemen yola koyulabilseydim bile Kaptan Kidd’in üstünde gündüz vakti Ayı Deresi’ne dönmeyi asla başaramazdım.

Sıkışık ağaçlarla kaplı bir dağ yamacından dolana dolana çıkan dar bir patikaya rastladığımızda, karanlık çökeli epey olmuştu, çok geçmeden önünmüzdeki bir çalılığın içinden birisi bağırdı. “Olduğunuz yerde kalın, yoksa ateş edeceğim!”

“Ateş etme Jim!” diye seslendi kız. “Ben Ellen, Joab Amca’yı eve getiriyoruz.”

Uzun boylu, çetin görünüşlü genç bir adam, hala Winchester’ini bana doğrultarak açığa çıktı. Yükümüzü gördüğünde küfrü bastı.

“Ölmedi,” dedim. “Fakat onu kulübesini götürmemiz gerek.”

Böylece beni çalılıkların arasından, bir kulübe bulunan bir açıklığa gelene dek götürdü; bir kadın koşarak geldi ve Joab’ı görünce bir dağ kedisi gibi ciyakladı. Ben ve Jim onu kaldırıp, içeri taşıdık ve bir divana uzattık; kadın da üzerinde çalışmaya koyuldu, ben atıma gittim, çünkü gitmek için acele ediyordum. Jim beni takip etti.

“Ormond, Wampum’a geldiğinden beri halimiz melalimiz böyle,” dedi acı acı. “Sıçanlar gibi açığa çıkmaktan korkarak yaşıyoruz. Joab’ı bugün köye inerken uyardım ama sarhoştu ve gençlerden kimsenin kendisiyle gitmesine izin vermedi. Sessizce sokulacağını, istediğini alacağını ve yeniden sessizce çıkacağını söyledi.”

“Pekâlâ,” dedim. “Sizin işinizin ne olduğu beni ilgilendirmez. Fakat burada kadın ve çocukların hayatı çetin gibi.”

“Joab’ın dostu olsan gerek,” dedi kız. “Birkaç gün önce doğuya bir adam yolladı ama biz Ormond’un adamlarından birinin onu izlediğinden ve öldürdüğünden korkuyorduk. Fakat belki kurtulmuştur. Sen Joab’ın haber yolladığı adam mısın?”

“Kasabayı temizlemek için gelen bir tür silahşör müyüm demek istiyorsun?” diye hırladım. “Hayır değilim. Bu Joab denilen adamı daha önce hiç görmedim.”

“Neyse;” dedi Jim, “Senin yaptığın gibi Joab’ı kurtarmak şimdiden Ormond’la aranı açtı. Bölgeden onları kovmakta bize yardım et! Wampum’dan kovulmuş olsak bile bu tepelerde hala bizden sürüyle insan var. Bu adam asma işi bardağı taşıran son damla oldu. Bu gece gençleri toplayacağım ve Ormond’un adamları için bir gösterimiz olacak. Sayıca üstünüz, bir kez fena dayak yedik ama yeniden deneyeceğiz bunu. Bizimle partiye katılır mısın?”

“Dinle,” dedim eyere tırmanarak, “Sırf bir haydutun ipini kesmem, her şeye hazır olduğumu göstermez. Bunu yaptım çünkü küçük kızın öyle telaşlanmasını görmeye dayanamadım. Her halükarda ben koca bir damgayla bir demirkırını süren kara bıyıklı, bir kulağı eksik bir adam arıyorum.”

Jim geriye çekildi ve mavzerini kaldırdı. “Gitsen iyi olacak,” dedi kasavetle. “Yaptığın için sana minnettarım—fakat Kurt Ashley’in dostu bizim dostumuz olamaz.”

Ona bir meydan okuma hırlayışıyla karşılık verdim ve dağdan aşağı at sürerek Wampum’a yöneldim, zira Siyah Bıyıklı’yı orada bulunabileceğini düşünmek akla yakındı.



WAMPUM BİR KENT SAYILMAZDI ama gürültülü bir eğlencenin sesi gelen büyük bir meyhane ve kumarhanesi vardı, sokaklarda fazla insan yoktu, onların da çoğu aceleyle koşturuyordu. İçlerinden birini durdurup, ona bir doktorun nerede yaşadığını sordum ve bana Doc Richard’ın yaşadığını söylediği evi gösterdi. Böylece atımı kapıya sürdüm ve çaldım. İçeriden biri seslendi: “Ne istiyorsun? Kapalıyız.”

“Doc Richard sen misin?” diye sordu, o da, “Evet,” dedi. “Ellerini kemerinden uzak tut, yoksa seni haklarım.”

“Güzel, dost canlısı bir kent!” diye hırladım. “Sana zarar vermeye niyetim yok. Tepelerde tedavine ihtiyaç duyan biri var.”

Bunun üzerine kapı açıldı ve kızıl bıyıkları ve elinde çifteyle bir adam başını dışarı çıkarıp konuştu: “Ne demek istiyorsun?”

“Adına Joab diyorlar,” dedim. “Grizzly dağlarında.”

"Hmmmm!" dedi Doc Richards yıldız işığında Kaptan Kidd’in suladığım yere göz ucuyla bakarak. “Bu gece adamın birinin çenesini tedavi ettim, asılan bir adamı ipten alan bir grup hakkında birşeyler anlattı. Eğer sen o gruptansan sana öğüdüm, Ormond seni yakalamadan önce yola çıkmandır.”

“Açım, susuzum ve bir adam arıyorum,” dedim. “Uygun ve hazır olduğumda Wampum’dan ayrılmaya niyetliyim.”

“Senin gibi iri biriyle asla tartışmam,” dedi Doc Richards. “Atımı eyerler eyerlemez Grizzly Dağı’na giderim. Eğer bir daha sağ olarak görmezsem ki bu kuvvetle muhtemel, gördüğüm en iri adam ve en büyük aptal olarak hatırlayacağım seni. İyi geceler!”

Wampum halkının gördüğüm en acayip d insanlar olduğunu düşündüm. Atımı ücretli ahır olarak faaliyet gösteren bir ağıla götürdüm ve iyi şekilde bakıldığını gözlemledim. Sonra Altın Kartal denilen büyük salona gittim. Moralim bozuktu çünkü Siyah Bıyıklı’nın izini bütünüyle kaybetmiştim, onu umduğum gibi Wampum’da bulsam bile güneş yükselmeden önce Ayı Deresi’ne dönemezdim. Oysa şimdiye dek kayıp altını geri alabilmeyi ve vaktinde dönüp birkaç yaşamı kurtarmayı ummuştum.

Altın Kartal’da birkaç sert görünüşlü adam vardı, içiyor, kumar oynuyor, yüksek sesle sohbet ediyor ve sövüyorlardı. Ben girerken hepsi birden gürültüyü kesip şüpheyle bana baktılar. Fakat onları kaale almadım, bara gittim, az sonra beni unuttular ve gürültüye yeniden başladılar.

Viskimden birkaç parmak içiyordum ki birisi beni omzuyla iterek seslendi: “Hey!” Geri döndüm ve siyap bir sakal, kan çanağı gözler ve iki silahın bulunduğu şişko bir göbekle, iri yarı bir adam gördüm.

“Ne var?” dedim

“Kimsin sen?” diye sordu.

“Sen kimsin?” diye karşılık verdim.

“Ben Bill Ormond’um, Wampum şerifi,” dedi. “Bak!” Ve gömleğindeki bir yıldızı gösterdi.

“Ha,” dedim. “Şey, ben Ayı Deresi’nden Brenkinridge Elkins’im.”

Meyhaneye bir tür sessizlik çöktüğünü fark ettim, adamlar bardaklarını ve bilardo sopalarını bıraktı ve kemerlerini düzelterek bir nevi etrafımda toplandı. Ormond kaş çattı, parmaklarıyla sakalını taradı ve topuklarının üstünde sallanarak konuştu: “Seni tutukluyorum!”

Bardağımı çabucak bıraktım ve geriye sıçrayarak bağırdı: “Kanuna karşı gelerek alçaklık etmiyor musun?” Etrafımdaki adamlar arasında bir hareketlilik oldu.

“Beni niye tutukluyorsun?” diye sordum. “Hiçbir kanunu ihlal etmedim.”

“Yardımcılarımdan birine saldırdın,” dedi, o anda şerifin arkasında tamamen bandajlanmış çenesiyle duran Jackson denilen herifi gördüm. Konuşmak için çenesini oynatamıyordu. Tüm yapabildiği parmağıyla beni göstermek ve yumruklarını sallamaktı.

“Ayna zamanda yeni astığımız bir haydutu kurtardın,” dedi Ormond. “Tutuklusun!”

“Fakat ben birini arıyorum!” diye itiraz ettim. “Tutuklanmaya vaktim yok!”

“Bunu kanunu ihlal ettiğinde düşünecektin,” diye fikrini belirtti Ormond. “Bana silahını ver ve sorun çıkarmadan gel.”



BİR DÜZİNE ADAM ellerini silahlarına koydu ama teslim olmama yol açan bu değildi. Pap bir kanun temsilcisine asla direnmemeyi öğretmişti bana. Bu yüzden silahımı Ormond’a verip kavga etmeden onunla gitmem bir nevi içgüdüsel oldu. Şaşırmıştım, kafam karışmıştı. O hızlı düşünen üçkâğıtçılardan biri değildim ben.

Ormond peşimizdeki koca bir adam grubuyla, sokakta yol boyunca bana eşlik etti ve ahşap bir barakaya komşu, parmaklıklı pencereleriyle kütükten bir kulübede durdu. Bir adam bu barakadan bir anahtar demetiyle çıktı; Ormond bunun gardiyan olduğunu söyledi. Böylece beni kütük kulübeye koydular, Ormond da dışarıdaki basamağa oturup bir sigara saran gardiyan dışındaki herkesle birlikte çekip gitti.

Hücrede ışık yoktu ama ranzayı buldum ve üstüne yatmayı denedim, fakat bir doksan beş boyunda bir adam için yapılmamıştı. Üzerine oturdum, nihayet ne berbat bir keşmekeş içinde kaldığımı fark ettim. Burada, Siyah Bıyıklı’yı yakalamam, altını Ayı Deresi’ne götürmem ve akrabalarımdan birçoğunun yaşamını kurtarmam gerekirdi ama bunun yerine bir hücredeydim ve bir kanun temsilcisini öldürmeden kaçmanın yolu yoktu. Şafağın söküşüyle Joel ve Erath birbirinin gırtlağında, Jeppard Amca da ikisini birden avlıyor olacaktı. Diğer akrabaların üçünü kendi aralarında kavga etmeye bırakacaklarını ummak da yersizdi. Birbirinin işine bu kadar karışan bir klan daha görmemiştim. Ayı Deresi’nin aşağısından yukarısına dek silahlar konuşuyor olacak, her voliyle de nüfus azalacaktı. Başım dönene dek bunu düşündüm ve gardiyan pencereden başını sokup, eğer beş dolar verirsem, bana yiyecek bir şey getireceğini söyledi.

Verdim, o da gitti ve epey bir süre gözükmedi. Nihayet döndü ve bana jambonlu bir sandviç getirdi. Ona beş dolara tüm getirebildiği bu mu diye sordum, o da Wampum’da yemeğin müthiş pahalı olduğunu söyledi. Sandviçi bir lokmada yuttum, çünkü sabahtan beri yememiştim, sonra da gardiyan eğer biraz daha para verirsem, başka bir sandviç getireceğini söyledi. Fakat başka param yoktu ve ona bunu söyledim.

“Ne!” dedi pencerenin arasından yüzüme doğru buhar çıkararak. “Paran yok mu? Ve seni boş yere beslememizi mi bekliyorsun?” böylece bana sövdü ve gitti. Çok geçmeden şerif geldi ve bana bakarak konuştu: “Hiç paran olmadığına dair duyduklarım da nesi?”

“Hiçbir şeyim kalmadı, “dedim, o da sunturlu küfürler etti.

“Para cezanı nasıl ödemeyi umuyorsun?” diye sordu. “Hapishanemizde uzanabileceğini ve evimiz barkımızdan getirdiklerimizi yiyebileceğini mi zannettin? Ne tür bir mahlûksun zaten?” Tam o anda gardiyan araya girdi ve birilerinin ona kiralık ahırda bir atım olduğunu söylediğini anlattı.

“İyi,” dedi şerif. “Cezası için atı satarız.”

“Hayır, bunu yapmayacaksın,” dedim delirmeye başlayarak. “Kaptan Kidd’i satmayı denersen, pap’ın bana memurlar hakkında söylediklerini unutup seni kurşunla kaplarım.”

Söylenerek pencerenin arasından ona kızgın kızgın baktım, o da geri çekilip elini silahına koydu. Fakat tam o anda, bir adamın, hapishaneden kolayca görülebilen Altın Kartal’a girdiğini gördüm. Adam caddeye akan ışık sayesinde iyice aydınlıktaydı. Ormond’u otuz santim sıçratan bir nara koyverdim. Siyah Bıyıklıydı bu!

“Şu adamı tutukla Şerif!” diye bağırdım. “O bir hırsız!”

Ormond hızla döndü, baktı ve konuştu: “Delirdin mi, Kurt Ashley’dir o, benim yardımcım.”

“Ben olsam ona güvenmezdim,” dedim. “Humbolts’larda Amcam Jeppard’dan bir altın torbası çaldı, onu Ayı Deresi’nden bu yana izliyorum. Görevini yap da onu tutukla.

“Kapa çeneni!” diye kükredi Ormond. “Bana işimi öğretme! En iyi silahşörümü—başyardımcımı demek istiyorum—tutuklamayacağım. Bu şekilde sıkıntı başlatmaya çalışmak mı istiyorsun. Bir kez daha havla da, bir kurşun geçireyim içinden.”

Döndü ve mırıldanarak ağır ağır uzaklaştı. “Altın torbası ha? Bana bildirmedi öyle mi? Bir bakalım şuna!”



OTURDUM VE HAYRETLE başımı ellerimin arasına aldım. Kahrolası bir hırsızı tutuklamayan bu adam nasıl bir şerifti böyle? Düşüncelerim aklım karışana dek fırıl fırıl dönüp durdu. Gardiyan gitmişti ve ben de Kaptan Kidd’i satmaya gidip gitmediğini merak ediyordum. Ayı Deresi’nde neler olup bittiğini merak ediyor, şafak sökünce boşanacak cümbüşü düşündükçe ürperiyordum. Ben de burada, o lanet hırsız etrafta dayılanarak dolanırken, atımı satmayı kafaya koymuş heriflerle birlikte bir hapishanedeydim. Çaresizce pencereden dışarı baktım.

Geç olmuştu ama Altın Kartal hala bangır bangırdı. Müziğin sesini, heriflerin yippi çekişini, pistollarıyla havaya ateş edişlerini ve çizmelerinin topuklarının ahşap zemine vurduğunu işitebiliyordum. Morali bozuk, iğrenç hissediyordum, sonra da kudurmaya başladım. Genelde olduğu gibi ağır ağır kuduruyordum, iyice delirmeden önce de pencerede bir ses işittim.

Bana bakan solgun bir yüz ve parmaklıkların üstünde bir çift ufak, ak el gördüm.

“Oh, Bayım!” Bir ses fısıldıyordu. “Bayım!”

Oraya yürüdüm ve dışarı bakınca Ellen adındaki kız çocuğunu gördüm.

“Burada ne yapıyorsun kız?” diye sordum.

“Doc Richards senin Wampum’da olduğunu söyledi,” diye fısıldadı. “Ormond ve çetesinin seni bulacağından korktuğunu anlattı; çünkü sen bana yardım etmiştin, bu yüzden onun atıyla gizlice kaçtım ve elimden geldiğince hızla buraya sürdüm. Jim son bir direniş için çocukları toplamaya çabalıyordu, Rachel Hala ve diğer kadınlar da Joab Amca ile meşguldü. Benim dışımda kimse gelmezdi ama ben mecburdum! Sen Joab Amca’yı kurtardın, Jim Kurt Ashley’in bir dostu olduğun için bir haydut olduğunu söylese de umurumda değil. Oh, sadece bir kız olmasaydım keşke! Keşke bir silah kullanabilsem ve Bill Ormond’u öldürebilseydim!”

“Bir kıza uygun bir konuşma değil bu,” dedim. “Öldürmeyi erkeklere bırak. Fakat tüm bu sıkıntıya girişini takdir ediyorum. Benim de birkaç küçük kızkardeşim var—aslında hatırladığım kadarıyla yaklaşık yedi sekiz tane. Benim için endişelenme. İnsanların birçoğu düşer hapishaneye.

“Ama böyle değil!” diye ağladı ellerini burarak. “Altın Kartal’ın arka odasının basamaklarında kulak kabarttım ve Ormond ve Ashley’in senin hakkında konuştuğunu işittim. Onun hakkında Jim’e soru sorduğunda Ashley’den ne istediğini anlamamıştım ama dostun değil o. Ormond onu bir kese altını yürütmek ve ondan saklamakla suçladı, Ashley de bunun bir yalan olduğunu söyledi. Sonra Ormond bunu ona senin anlattığını söyledi ve Ashley’e o altını çıkarması için geceyarısına kadar süre verdi, yoksa Wampum ikisi için çok küçük olacaktı.

“Sonra çıkıp gitti ve Ashley’in bir arkadaşıyla sohbet edişini dinledim. Ashley, ne olursa olsun biraz altın toplamaya mecbur olduğunu söyledi, yoksa Ormond onu öldürecekti ama o da hakkında yalan söylediğin için senin işini bitirecekti. Bayım, Ashley ve grubu Altın Kartal’ın arkasında gün doğmadan önce hapishaneyi basmayı ve seni asmayı planlıyorlar.

“Öff,” dedim, “Şerif bunu yapmalarına izin vermez.”

“Anlamıyorsun!” diye bağırdı. “Ormond şerif değil! O ve silahşörleri Wampum’a geldi ve onlara karşı koymaya çalışan herkesi ya öldürdüler, ya da tepelerin içine kovaladılar. Bizi açlıktan ölünceye ve kente gelmeye korkana dek oraya hapsettiler. Joab Amca bu sabah biraz tuz için Wampum’a geldi ve ona ne yaptıklarını gördün. Gerçek şerif o; Ormond yalnızca kanlı bir haydut. O ve çetesi bölgenin dört bir yanında soygun, hırsızlık yapıp cinayet işlerken, Wampum’u vakit öldürdükleri bir yer olarak kullanıyorlar.”

“Demek dostun Jim’in demek istediği buydu,” dedim ağır ağır. “Ben de lanet olasıca sağır bir aptal gibi onu, Joab’ı ve geri kalanlarınızın hepsini, o sahte muavinin söylediği gibi haydut zannettim.”

“Ormond Joab Amca’nın rozetini aldı ve yabancıları kandırmak için kendini şerif olarak gösterdi,” diye inledi. “Wampum’da kalan dürüst insanların tümü ona karşı koymaya korkar. Onunla silahşörleri memleketin bu bölümünü yönetiyor. Joab Amca Buffalo Nehri’ndeki yerleşimlerden biraz yardım getirmesi için birini yolladı ama kimse gelmedi, bu gece duyduklarıma bakılırsa, Kurt Ashley’in onu tuzağa düşürdüğünü ve Humbolt’ların doğusunda bir yerlerde öldürdüğünü zannediyorum. Ne yapacağız?” diye hıçkırdı.

“Ellen,” dedi, “Doc Richards’ın atına bin ve Grizzly Dağı’na sür. Oraya varınca Doktora Wampum’a gelmesini söyle, çünkü o gelene kadar sürüyle iş çıkacak ona.”

“Ya sana ne olacak?” diye ağladı. “Gidip de seni asılmaya bırakamam!”

“Benim hakkımda endişelenme kız,” dedim. “Ben Humbolt Dağlarından Breckinridge Elkins’im ve yelemi sallamaya hazırlanıyorum! Çabuk ol!”



BENİMLE İLGİLİ BİR ŞEY, onu ikna etmişti anlaşılan, zira inleyerek gölgelerin içine uzaklaştı, birazdan da uzaklaşan nal takırtısını işittim. Sonra doğruldum, ellerimi pencerenin parmaklıklarına koydum ve onları kökünden söküp attım. Sonra parmaklarımı eşik kütüğünün arasına kosktum ve onu kopardım. Üç dört tane daha ve duvar bütünüyle boyun eğdi ve çatı üstüme yıkıldı ama parçaları yana ittim ve bir kapandan kurtulan ayı gibi doğruldum enkazın içinde.

Tam bu esnada gardiyan koşarak geliyordu, ne yaptığımı görünce öyle şaşırdı ki beni pistoluyla vurmayı unuttu. Bu yüzden silahı ondan aldım ve adamla kulübenin kapısını yıktım ve harabelerin içinde yatar halde bıraktım onu.

Sonra uzun adımlarla caddeden Altın Kartal’a doğru yürüdüm; tam bu sırada sokaktan dörtnala herifin biri geldi. O lanet olası sahte şerif muavini Jackson dışında kim olacaktı bu? Sargılı çenesiyle bağıramıyordu ama beni gördüğünde kemendini çözerek fırlattı ve boynuma taktı, beni öldürmek için çekmeyi amaçlayarak beygirini mahmuzladı. Fakat ben ipini eyer kaşına Teksas stili sıkıca bağladığını görmüştüm. Bu yüzden onu iki elle tuttum, bacaklarımı açtım, at ipin sonuna eriştiğinde, kolanları dayanmadı ve at eyerin altından çıkıp gitti, Jackson da tepeüstü sokağa düşerek kıpırtısız kaldı.

İpi boynumdan çıkarıp attım ve kılıfımda gardiyanın 45’liğiyle Altın Kartal’a girdim. İçeri baktım ve aynı kalabalığın orada olduğunu gördüm. Ormond ise çıkık karnıyla kükreyip övünerek barın gerisinde kükrüyordu.

İçeri girdim ve bağırdım. “Buraya bak Bill Ormond, çek demirini seni pis hırsız!”

Hızla döndü, rengi attı ve silahına uzandı, ben de yere düşmeden önce altı mermiyle vurdum onu. Sonra boş silahı şaşkın kalabalığa fırlatıp sağır edici bir nara koyverdim ve bir dağ kasırgası gibi aralarına daldım. Bağırış çağırış üzerime saldırdılar; onları iğne demetleri gibi sağa sola fırlatıp yere serdim. Bazıları barın üzerine düştü, bazılarını masanın altına çaldım, bazılarını da bira fıçıları yığınlarının üstüne. Rulet çarkını kopardım ve onunla koca bir sırayı biçtim. İki üç adam altında kaldı ve kanlı bir cinayet var diye bağırdılar.

Oysa onların hepsini haklamaya vaktim yoktu, çünkü başka yerde meşguldüm. Keratalardan dördü uçan bir takoz halinde saldırdı ve elde ettikleri tek şey, ilaçlarından bir doz daha almak oldu. Böylece başımı indirerek en öndekinin karnına tosladım. Dağlardan duyabileceğiniz bir homurtu koyverdi, diğer üçünü de tuttuğum gibi ezdim. Sonra hepsini bara savurdum ve kalabalığın kalanının içine yöneldim. Biraz bağırınca kendimi epey iyi hissetmiştim.

“Gelin bakalım!” diye bağırdım. “Ben Breckinridge Elkins’im ve beni öfkelendirdiniz.” Yürüyerek yaklaştım ve öfkemi onlara boşalttım.

Aynı esnada bowieleri ile beni kesiyor, sandalyeler ve pirinç eşyalarla vuruyor, ateş etmeye çalışıyorlardı, fakat silahlarıyla tüm yaptıkları birbirlerini vurmak oldu. Çünkü o kadar çoktular ki, birbirlerinin yoluna çıkıyorlar ve yaptıkları başka şeyler de sadece beni çılgına çeviriyordu. Bir keresinde kucaklayabildiğim kadarını yakaladım ve kafalarının birbirine çarparken çıkardığı tok ses müzik gibi geldi bana. Aynı zamanda onları tepeüstü duvarlara çalmak da iyi geliyordu. Birkaçını daha yere indirip, masaları leşleriyle kırdım. Hengâmede tüm bar çöktü ve bir herifi oraya atınca, barın arkasındaki raflar da yıkıldı, her tarafa şişeler yağmur gibi düştü. Tavandaki Lambalardan biri de düşüp çatırdamaya başladı; bir ağızdan haykırdılar: “Yangın!” Kapılardan koşarak çıktılar ve pencerelerden atladılar.

Bir saniye içinde kaçamayacak olanlar dışında yanan binada yalnızdım. Yerde, adamların ayakları dolanıp, duvarlara tosladıklarında ceplerinden düşmüş diğer eşyalarla birlikte bir geyik derisi torba gördüğümde ben de çıkışa doğru yola yönelmiştim.

Onu aldım ve bağcıklarını çözünce bir altın tozu sızıntısı döküldü ellerime. Ashley için yerdekilere bakındım ama orada değildi. Oysa beni dışarıdan seyrediyordu, çünkü ben bakıp onu görmüştüm ki, bir kırkbeşlikle mekanın henüz tutuşmamış arka odasından bir bam sesi yükseldi. Bir sonraki atışın beni omzumdan vurmasını görmezden gelerek peşinden atıldım ve silahı elinden aldım. Bir Bowie çekip beni kasığımdan bıçaklamaya çalıştı ama sadece kalçamı kesti, bu yüzden onu karga tulumba fırlattım, duvara öyle sert çarptı ki kafası tahtaların arasından çıktı.

Bu esnada salonun ana binası yanıyordu, bu yüzden o taraftan çıkamazdım. İçinde bulunduğum odanın arka kapısından çıkmaya davrandım ama çıkarken beni vurmak için bekleyen, kapının tam dışında çömelmiş bazı herifler ilişti gözüme. Böylece odanın diğer tarafındaki duvarın bir bölümünü yıktım; o anda çatı öylesine gürültüyle çöktü ki adamlar geldiğimi işitmedi, böylece arkadan tepelerine çöktüm ve kulaklarından kan boşanana dek kafalarını birbirine vurdum, onları çiğneyip çiftelerini aldım.

Ben ikinci silahı almaya çalışırken, yaralı yüzlü iri bir adam dizimi tutmayı başardı, ufak bir adam da aynı anda arkadan omuzlarıma sıçradı ve bir yaban kedisi gibi tırmalamaya başladı. Bu beni daha da çıldırttı ama tüm öfkemi boşandırmayacak kadar aklım başımdaydı. Ufak adamı sadece kavrayıp fırlattım ve Yaralı Yüz’ü vurdum onunla; sonra da kalanların hiçbiri elimin menzili içine girme zahmetine girmedi.

Sonra yanan salonun ışığında bana ateş etmekte olan insanları ve sokağın diğer tarafında da bir kümenin toplandığını fark ettim, böylece en kalabalık oldukları yere çiftelerle ateş etmeye başladım, onlar da çil yavrusu gibi dağılarak feryadü figan kaçtılar.

Onlar kasabanın bir tarafından çıkarken, başka bir çete bağırıp, ateş ederek diğer taraftan hızla geliyordu. Tam biri bağırdığında onlara isabetsiz bir atış yapmıştım: “Ateş etme Elkins! Biz dostuz!” Jim, Doc Richards ve daha önce görmediğim birçok başka adamdı gördüğüm.



ETRAFI KÖYDE gizlenen Ormond’un adamı var mıa diye alt üst ettiler ama kimse yoktu. Tüm istedikleri memleketi temizlemek gibi görünüyordu, böylece Grizzly Dağı ahalisinin çoğu bağırıp yaygara ederek peşlerine takıldı.

Jim hapishanenin enkazı ve Altın Kartal’ın kalıntılarına baktı ve inanamıyormuş gibi başını iki yana salladı.

“Kenti o çeteden geri almak için son bir gayret için yola çıktıydık,” dedi. “Ellen bize gelirken rastladı ve senin bir dost ve dürüst bir insan olduğunu söyledi. Seni asılmaktan kurtarmak için vaktinde yetişmeyi ümit ediyorduk.” Bir tür şaşkın bakışla yeniden başını salladı. Sonra; “Ah,” dedi, “Söylemeyi unutmuşum, buraya gelirken yolda seni aradığını söyleyen bir adama rastladık. Kim olduğunu bilen yoktu, onu bağladık ve kendimizle getirdik. Mahkûmu getirin çocuklar!”

Onu getirdiler; eyerine bağlıydı. Joel’in en küçük biraderi ve Ayı Deresi’nin en hızlı silahşörü Jack Gordon’du bu.

“Burada ne yapılorsun?” diye sordum acı acı. “Kan davası şimdiden başladı da Joel seni peşime mi taktı? Neyse ne olursa olsun Ayı Deresi’ne geri dönüyordum. Gündüz gözüyle oraya varamam ama belki kalan herkesi öldürülmekten kurtarmak için vaktinde yetişebilirim. İşte Jeppard Amca’nın kahrolası altını!” Ve keseyi önünde salladım.

“Ama bu olamaz!” dedi. “Ayı Deresi’nden tüm yol boyunca seni yakalamaya çalışarak izini sürdüm, altının bulunduğunu söyleyecektim! Jeppard Amca, Joel ve Erath birbirine düşmedi, her şey açığa çıktı ve yoluna girdi. O altını nereden buldun?”

“Ashley’in dostları Ormond’a versin de patronları öldürülmesin diye mi topladı, bilmiyorum,” dedim. “Fakat sahibinin onu daha fazla kullanamayacağını ve muhtemelen en baştan çalıntı olduğunu biliyorum. Bu altını Ellen için veriyorum” dedim. “Bir ödülü hak ediyor, bunu ona vermek, bu gereksiz takipte her şeye rağmen bir şey başarabilmişim gibi hissettirecek bana .”

Jim, haydut yuvasının harabelerine bakındı ve işitemediğim bir şey mırıldandı. Jack’a döndüm: “Jeppard Amca’nın altınının bulunduğunu mu söyledin? Neredeymiş o zaman?”

“Şey,” dedi Jack, “Jeppard Amca’nın yeniyetme oğlu küçük General William Harrison Grimes, babasını altını kayanın altına koyarken görmüş ve onunla oynamak için araklamış. Sapan mermileri olarak külçeleri kullanıyormuş,” diye anlattı Jack, “bu şekilde bir çıngıraklı yılanı yuvasından çıkarmaya çalışıyormuş. Ne diyordun sen?”

“Hiçbir şey,” dedim dişlerimin arasından. “Anlatmaya değer bir şey değil nasıl olsa.”




NOT: Robert E. Howard, ölümünden önceki iki yıl boyunca ağırlıkla Western öyküleri yazdı. Bu öykü, aynı zamanda REH'in üç romanından aynı başlığı taşıyan birinin içinde bir bölüm olarak da yer alıyor.

Birinci tekil şahıs tarafından anlatılan, Amerikan lehçesiyle yazılmış bu öyküyü çevirmek hayli güç oldu. Hatamız varsa affola
...
 
12 Şub 2010
15,006
543,776
Baştan sonuna kadar zevkle okudum. Akıcı ve güzel bir çeviri ile okunan bir western ...

Keşke çizgi roman olsaymış:)

Teşekkür ediyorum sayın Hüseyin Aksakal
 

uzung

Yönetici
Yönetici
14 Ağu 2009
3,396
26,113
İstanbul
Harika bir çeviri olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir tane devrik cümle yok,
hiç anlam kaybı göremedim.
Siz profesyonel çevirmen olmalısınız.
Forumumuza değerli katkılarınız için teşekkür ederim.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Dostlar, REH Külliyatı içinde en geniş yerlerden birini tutan Breckinridge Elkins ilk kez Türkçe konuşan okurla bir araya gelmiş oldu. Ben de ilk kez bir western çevirdim. Bunu bir süredir mahrum kaldığımız Çizgidiyarına yeniden kavuşmanın sevinciyle paylaştım. Hepiniz sağolun varolun.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Bu arada REH'in tek Western kahramanı Elkins değildir. Sonora Kid ve Pike Bearfield adında iki kahramanı daha vardır bu alanda. Dedektif öykülerinden tutun da, korku öykülerine fantezi öykülerinden tarih öykülerine kadar büyük bir yelpazede sürüyle etkileyici kahraman yaratmıştır REH. Western teması Conan öykülerinin son yazılanlarında açıkça kendisini gösterir. Sınırlarda daha vahşi olan ırklarla savaşan vahşi beyaz adam teması, mesela Kara Nehrin Ardında, Kara Yabancı gibi öyküler ve Sınırın Ardındaki Kurtlar taslağında Conan evrenine girer. Bundan sonra kendi yolunu bularak ana rotası Breckinridge Elkins olan bir Western nehri oluşturur.
 
Üst