CONAN/KARA DEV-Bölüm IV

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
KARA DEV
BÖLÜM IV​



Ordu yeniden yürüyüşe geçtiğinde, doğuda hala bir ağarma emaresi vardı. Meşakkatli yolculuktan sendeleyen atlara binen yerliler çöl ordusunun Altaku Kuyusu’nda kamp kurduğunu rapor etmek için kampa dalmıştı. Bu yüzden askerler ikmal katarlarını geride bırakıp tepelerin arasında süratle ilerledi. Yasmela da onlarla beraber gitti; gözleri dalgındı. Meçhul dehşet, dün gece Shemlinin elindeki sikkeyi tanıdığından beri daha da korkunç bir hal almıştı—üç bin yıl önce ölmüş bir adamın çehresini taşıyan, aşağılık Zugit kültürünce gizlice dökülmüş sikkelerden biriydi bu.

Yol, dar vadiler üstünde yükselen engebeli kayalıklarla kıraç yarlar arasında dolandı. Şurada burada, çamur sıvalı taş kulübe öbeklerinden ibaret köyler tünemişti. Yerliler, akrabalarına katılmak için oluk oluk gelmiş, böylece ordu mevcudu tepeleri geçmeden önce üç bin vahşi okçuyla kabardı.

Birdenbire tepelerden çıktılar ve güneye doğru uzanıp giden engin boşluktan nefesleri kesildi. Tepelerin güney tarafı Koth yaylaları ve güney çölü arasında belirgin bir coğrafi bölünmeye yol açarak dimdik iniyordu. Tepeler, neredeyse aralıksız bir sur gibi uzanan yaylaların sırtıydı. Görevi kervan yolunu korumak olan bir Zaheemi klanı dışında çıplak ve ıssızdı buralar. Tepelerin ötesinde çıplak, tozlu ve cansız çöl uzanıyordu. Yine de, çöl ufkunun ardında Altaku kuyusu ile Natohk’un ordusu vardı.

Ordu, içinde kuzey ve güneyin zenginliklerinin aktığı, Koth, Khoraja, Shem, Turan ve Stygia ordularının geçtiği Shamla Geçidi’ne tepeden bakıyordu. Yalçın duvarlar burada kırılıyordu. Kayalık burunlar çıplak vadiler oluşturarak çöle doğru uzanıyor, biri dışında hepsi kuzey yönündeki engebeli uçurumlarla son buluyordu. Bu tek vadi de geçitti. Daha ziyade tepelerden uzanan, iki parmağı aralanıp yelpaze şeklinde vadiyi oluşturan devasa bir ele benziyordu bu. Parmaklar, her iki taraftaki dış tarafı dik, iç tarafı eğimli birer geniş sırt tarafından temsil ediliyordu; Selin aşındırdığı duvarlarla kuşatılan vadi bir yaylaya çıkmak üzere daralıyordu. Bu yaylada bir kuyuyla Zaheemi’lerin meskeni olan taş kuleler topluluğu vardı.

Conan burada durup atından atladı. Örgü zırha daha alışkın olduğundan levha zırhı çıkarıp atmıştı. Thespides atını dizginleyip sordu, “Niye durdun?”

“Onları burada bekleyelim,” diye cevap verdi Conan.

“At binip onları karşılamak daha şövalyece olurdu,” diye terslendi kont.

“Sayı üstünlükleriyle bizi boğarlardı,” cevabını verdi Cimmerialı “Öte yandan orada su da yok. Yaylada kamp kuralım…”

“Şövalyelerimle ben vadide kamp kuruyoruz,” Thespides öfkeyle itiraz etti. “Biz öncüyüz ve o hırpani çöl sürüsünden korkmuyoruz hiç değilse.”

Conan omuz silkti ve kızgın soylu uzaklaştı. Amalric, ışıltılı birliğin bayırdan vadiye at sürüşünü izlemek için emirler böğürmeyi keserek durdu.

“Aptallar! Mataraları yakında boşalacak, sonra atlarını sulamak için yeniden kuyuya çıkmaya mecbur kalacaklar.”

“Bırak öyle olsun,” diye karşılık verdi Conan. “Benden emir almak onlara zor geliyor. Köpek kardeşlere söyle de koşumlarını gevşetip dinlensinler. Zorlu ve hızlı bir yürüyüş oldu. Hayvanlar sulansın, adamlar da karınlarını doyursun.”

Devriye çıkarmaya lüzum yoktu. Manzara, şu anda güney ufkundaki beyazımsı kütleler halinde duran alçak bulutlar tarafından sınırlansa da çöl gözleri önünde sereserpe uzanıyordu. Tekdüzelik, birkaç mil ötedeki eski bir Stygia tapınak kalıntısı olduğu farz edilen karmakarışık taş harabe yığını tarafından kırılmıştı. Conan okçularını atlarından indirip vahşi yerlilerle birlikte sırtlar boyunca sıraladı. Paralı askerlerle Khorajalı mızrakçıları ise yaylanın üstünde, kuyunun çevresinde konuşlandırdı. Epey geride, tepe yolunun platoya açıldığı noktadaki dönemeçte, Yasmela’nın otağı kuruluydu.

Görünürde düşman olmadığından savaşçılar gevşedi. Miğferler çıkarıldı, boneler zırhlı omuzlara atıldı, kemerler çözüldü. Savaşçılar bifteklerini kemirip burunlarını bira kupalarına sokarken kaba jestler gidip geldi. Yamaçlar boyunca yayılan dağlılar, hurma ve zeytinlerini dişleyerek dinlendi. Amalric uzun adımlarla bir taşın üzerinde başı açık halde oturan Conan’ın yanına çıktı.

“Conan, yerlilerin Natohk hakkında ne söylediğini işittin mi? Diyorlar ki— Mitra, tekrar etmek bile öyle delice ki. Ne düşünüyorsun?”

“Çekirdekler kimi zaman çürümeden yüzyıllar boyunca toprakta bekleyebilir,” diye cevap verdi Conan. “Ama eminim ki Natohk bir insan.”

“Ben değilim,” Amalric homurdandı. “Her halükarda hatlarını görmüş geçirmiş bir general kadar iyi düzenledin. Natohk’un şeytanlarının bizi gafil avlayamayacağı kesin. Mitra, bu ne biçim bir sis!”

“Önce onu bulut zannettiydim,” diye karşılık verdi Conan. “Bak nasıl da yuvarlanıyor!”

Bulut gibi görünen şey, çölü süratle gizleyerek büyük, kararsız bir okyanus gibi kuzeye doğru ilerleyen yoğun bir sisti. Çok geçmeden Stygia harabelerini yuttu ve dalga dalga ilerlemeye devam etti. Ordu şaşkınlıkla seyrediyordu. Bu eşsiz—doğadışı ve açıklanamaz—bir şeydi.

“Devriye çıkarmak işe yaramaz,” dedi Amalric bezgin bezgin. “Hiçbir şey göremezlerdi. Kenarları sırtların dış eteklerine yaklaştı. Birazdan tüm geçit ve tepeler örtülmüş olacak…”

Yuvarlanan sisi artan bir gerginlikle izleyen Conan, aniden eğilip kulağını yere dayadı. Küfrü basarak çılgın bir hızla ayağa fırladı.

“Atlar ve savaş arabaları, binlerce! Yer adımları altında titriyor! Hey, oradakiler!” Sesi, tembel tembel yatan adamları canlandırarak gürledi vadide. “Tolgalar ve mızraklar, sizi köpekler! Saflarınıza geçin!”

Bunun üzerine savaşçılar bir anda miğferlerini hızla giyip kollarını kalkanların kayışlarına geçirerek yerlerine atılırken, sis usulca dalgalanarak artık işe yaramazmış gibi kayboldu. Doğal bir sis gibi yavaşça yükselip solmamış, sönen bir alev gibi kayboluvermişti. Bir an tüm çöl, dağ gibi katman katman yığılmış yün dalgalarının altında gizleniyordu; bir an sonra ise güneş çıplak çölün üstündeki bulutsuz bir gökte parlıyordu— artık boş değil, savaşın yaşayan alaylarıyla hıncahınçtı çöl. Muazzam bir nara tepeleri sarstı.

İlk bakışta çelik uçların sayısız yıldızlar gibi yanıp söndüğü, bronz ve altınla ışıl ışıl köpüren bir denize bakıyorlar gibi geldi şaşkın izleyicilere. Sisin kalkışıyla istilacılar, güneşte parlayan uzun, sıkışık hatlar halinde donmuştu adeta.

Tepeleri sorguçlu iri, azgın Stygia atlarınca çekilen, uzun, savaş arabası hatları vardı en önde. Her birinin esmer pazuları düğüm düğüm sürücüsü güçlü bacaklarını iki yana açıp geri yaslanırken, atlar hırlıyor, şahlanıyordu. Arabalardaki savaşçılar uzun boyluydu; şahin yüzleri, tepelerinde altın bir top bulunan bir hilal olan bronz tolgalarla daha da vurgulanıyordu. Ağır yayları ellerindeydi. Bunlar sıradan okçular değil; oklarıyla aslan öldürmeye alışkın, savaş ve av için doğmuş güney soylularıydı.

Peşlerinden yarı vahşi atların üstündeki vahşi başıbozuk alayları geliyordu; Stygia’nın güneyindeki çayırların muazzam kara krallıklarının en önde geleni olan Kush ülkesi savaşçıları. Gemsiz palansız çıplak atlar süren, parlak abanoz tenli, güçlü, kıvrak adamlardı bunlar.

Bunların arkasında, tüm çölü sarıyor görünen bir ordu dalgalanıyordu. Bahadır Shem oğullarından, on binlercesi: pullu zırh yelek ve silindirik tolgalar içinde süvari safları—Nippr, Shumir, Eruk ve kardeş şehirlerinin Asshurileri; vahşi, ak cübbeli kalabalıklar—göçebe klanlar.

Artık hatlar kaynayıp anaforlanmaya başlıyordu. Ana ordu kararsızca ilerlerken savaş arabaları bir kanada çekildi. Aşağıda, vadideki şövalyeler at binmişti, Kont Thespides, bayır yukarı Conan’ın durduğu yere dörtnala sürdü atını. Atından inmeye tenezzül etmeden eyerden konuştu.

“Sisin kalkışı kafalarını karıştırdı! Şimdi taarruz zamanı! Kushluların yayı yok, bütün ilerleyişi onlar maskeliyor. Şövalyelerimin bir saldırısı onların düzenini bozarak Shemli hatlarına kadar ezecektir. Beni izle! Bu savaşı tek bir darbeyle kazanacağız!”

Conan kafasını salladı. “Eğer doğal bir düşmanla savaşıyor olsak tamamdı. Ama bu kargaşa gerçekten ziyade yapmacık. Bizi bir saldırıya çekmek ister gibiler. Bir pusudan korkuyorum.”

“Demek ilerlemeyi reddediyorsun?” diye bağırdı Thespides yüzü tutkuyla karararak.

“Mantıklı ol,” diye karşı koydu Conan. “Pozisyon avantajımız var—”

Thespides öfkeli bir küfürle hızla döndü ve şövalyelerinin sabırsızca beklediği vadinin aşağısına dörtnala kalktı.

Amalric kafasını salladı. “Gitmesine izin vermeyecektin Conan. Ben— şuraya bak!”

Conan bir küfürle ayağa fırladı. Thespides adamlarının yanına inmişti. Tutkulu sesini pek az duyabiliyorlardı ama yaklaşan sürüyü gösteren el kol hareketleri yeterince manidardı. Bir an sonra beş yüz mızrak indi ve çelik kuşanmış birlik gürül gürül vadiye aktı.

Genç bir şövalye yamağı tiz, sabırsız bir sesle bağırarak, Yasmela’nın otağından Conan’a doğru geldi. “Lordum, prenses niye Kont Thespides’i izleyip destek olmuyorsunuz diye soruyor…”

“Çünkü ben onun gibi koca bir salak değilim de ondan,” diye homurdandı Conan, kayanın üzerine yeniden oturup büyük bir budu kemirmeye başlarken.

“Yetkiyle birlikte daha ağırbaşlı oldun,” dedi Amalric. “Böyle çılgınlıklar senin özel eğlencendi hep.”

“Düşünmem gereken sırf kendi canımken öyleydi,” diye cevapladı Conan. “Şimdi ise—ne halt—”

Ordu durmuştu. Kanadın en ucundan bir savaş arabası süratle çıktı; çıplak sürücüsü atını çılgın gibi kırbaçlıyordu. Arabanın diğer sakini giysileri rüzgârda ruhani bir şekilde dalgalanan uzun bir kişiydi. Kollarındaki koca tastan gün ışığında kıvılcımlar saçan ince bir şerit dökülüyordu. Savaş arabası çöl ordusunun önünden boydan boya geçti, gürleyen tekerlekler ardında bir geminin dümen suyu ya da kumdaki yılanın fosforlu izini andıran uzun ince bir toz çizgisi bıraktı.

“Bu Natohk!” diye sövdü Amalric. “Saçtığı cehennem tohumu da nesi?

Saldıran şövalyeler gözükara adımlarını durdurmamıştı. Elli adım sonra, mızraklarını kaldırıp hareketsiz duran düzensiz Kush hatlarına çarpacaklardı. Artık en öndeki şövalyeler kumda ışıldayan ince şeride varmıştı. O sürüngen tehdidi kaale almadılar. Ancak çelik nallı toynaklar ona çarpar çarpmaz, çelik çakmaktaşına vurulduğu zamanki gibi oldu—ama daha korkunç bir neticeyle. Müthiş bir akkor parlamasıyla toz çizgisinden ikiye bölünmüş gibi görünen çöl, korkunç bir infilakla sarsıldı.

O anda şövalyelerin ön hattının tamamen o alev içinde kaldığı görüldü; atlarla çelik giyimli süvarileri ateşe düşen haşereler gibi kavruldu. Bir saniye sonra da geri saflar da kömürleşmiş bedenlerin üstüne yığıldı. Gözükara süratlerini kontrol edemeyen saflar, birbiri ardınca çarptı düşenlere. Afallatıcı bir anilikle, taarruz kişneyen, ezilen atların ortasında zırhlı adamların can verdiği bir mezbahaya dönüştü.

Ordu düzenli hatlar halini alırken karışıklık yanılsaması kayboluyordu artık. Vahşi Kushlular yaralıları mızraklayıp demir gürz ve taşlarla şövalyelerin tolgalarını patlatarak savaş alanına daldı. Her şey öyle çabuk bitmişti ki yamaçtaki seyirciler şaşkınlıktan kalakaldı. Sonra ordu kömürleşen ceset deryasından sakınmak için bölünerek yeniden ilerledi. Tepelerden bir nara yükseldi: “İnsanlarla değil, iblislerle savaşıyoruz!”

Her iki sırtta dağlılar bocaladı. Biri sakalından köpükler akıtarak yaylaya doğru koştu.

“Kaçın, kaçın!” dedi bağırdı salya sümük. “Natohk’un büyüsüyle kim savaşabilir?”

Conan bir hırlamayla oturduğu kayadan fırlayıp elindeki sığır kemiğini adama indirdi; adam ağzından burnundan kan boşanarak yıkıldı. Conan kılıcını çekti; göz yarıkları mavi ateş toplarıydı.

“Görev yerlerinize dönün!” diye bağırdı. “Geriye bir adım atanın kafasını uçururum! Savaşın, lanet olasıcalar!”

Bozgun başladığı gibi hızla sona erdi. Conan’ın vahşi karakteri anaforlanan dehşet alevlerine dökülen buzlu su gibiydi.

“Yerlerinizi alın,” diye bağırdı. “Ve orada kalın! Ne insan, ne iblis bugün Shamla Geçidi’nden çıkamayacak!”


Yaylanın sırtının vadi yamacına doğru kırıldığı noktada paralı askerler kemerlerini sıkıp mızraklarını kavradı. Arkalarında mızraklı süvariler atlarında oturuyordu, bir tarafta da ihtiyat olarak Khoraja mızraklı piyadeleri konuşlandırılmıştı. Çadır kapısında beti benzi atmış, dili tutulmuş halde duran Yasmela’ya hıncahınç çöl kalabalığına kıyasla, bir avuç zavallı gibi geliyordu ordusu.

Conan mızraklı piyadeler arasında duruyordu. İstilacılar, okçuların dişleri altında geçitten yukarı bir savaş arabası saldırısına yeltenmezdi, bunu biliyordu ama sürücülerin indiğini görünce hayretle homurdandı. Bu vahşilerin ikmal katarı yoktu. Matara ve bohçaları eyer kaşlarına asılıydı. Son sularını içip mataralarını atıyorlardı artık.

“Ölümüne bir kapışma bu,” diye mırıldandı hatlar piyade düzeni alırken. “Bir süvari saldırısı olaydı keşke; yaralı atlar kaçarken savaş düzenlerini bozardı.”

Göçebe ordusu, ucu Stygialılardan, gövdesi zırhlı Asshurilerden, kanatları ise göçebelerden dev bir kama düzeni oluşturmuştu. Arkalarında hareketsiz bir savaş arabasındaki uzun şahıs, tüyler ürpertici bir duayla bol yenli kollarını kaldırırken, kalkanlar havada, yanaşık düzende öne doğru dalgalandılar.

Kalabalık geniş vadi ağzına girerken, dağlılar oklarını saldı. Savunma düzenine rağmen, adamlardan düzinelercesi düştü. Stygialılar yaylarını bırakmıştı; tolgalı kafalar fırtınaya eğik, kara gözler kalkanların kenarlarından yukarıya bakıyor, ölen yoldaşlarının üstünden atlayarak amansız bir dalga halinde gelmeye devam ediyorlardı. Oysa Shemliler ateşe karşılık verdi ve ok bulutları gökleri kararttı. Conan kabaran mızrak dalgaları üstünden baktı, büyücü hangi yeni dehşet için yakarıyor diye merak etti. Her nasılsa Natohk’un tüm benzerleri gibi, savunmada, saldırıdan daha korkunç olduğunu hissediyordu; ona saldırmak faciayı davet etmekti.

Fakat orduyu ölümün dişlerine doğru süren büyüydü muhakkak. Geniş bir alana yayılan saflardaki tahribat yüzünden nefesini tuttu Conan. Kamanın kenarı çözülür gibiydi ve vadi şimdiden ölülerle kaplanmıştı. Yine de sağ kalanlar, ölüme aldırmayan meczuplar gibi gelmeyi sürdürdü. Yaylarının aşırı sayı üstünlüğü sayesinde kayalıklardaki okçulara galebe çalmaya başlıyorlardı. Ok bulutları dağlıları gizlenmeye sevk ederek yukarıya doğru hızlandı. O bocalamayan ilerleyiş kalplere korku saldı, dağlılar da kapandaki kurtlar gibi bakan gözlerle yaylarını deli gibi işletti.

Kalabalık Geçit’in daha dar boğazına yanaşırken, kayalar düzinelerce adamı ezerek gümbür gümbür yuvarlandı ama saldırı duraksamadı. Conan’ın kurtları kendilerini kaçınılmaz sarsıntıya hazırladı. Yanaşık düzen formatı ve üstün zırhları sayesinde oklardan pek az zarar görmüşlerdi. Dev takoz ince hatlarına çarptığında gelecek saldırı darbesiydi Conan’ın korktuğu. O saldırıdan kaçış olmadığını da anlıyordu artık. Yanında duran bir Zaheemi’nin omzunu kavradı.

“Atlıları şu batı sırtının ardındaki kör vadiye indirmenin bir yolu var mı?”

“Var, dik, tehlikeli bir yol, gizli ve sürekli korunuyor. Ama—”

Conan adamı koca savaş atında oturan Amalric’e doğru çekiştirdi.

“Amalric!” dedi. “Bu adamı izle! O seni şuradaki dış vadiye götürecek. Oradan in, sırtın sonundan dön ve orduyu arkadan vur. Konuşma, sadece git! Bunun delilik olduğunu biliyorum ama her halükarda sonumuz geldi; ölmeden evvel elimizden geldiği kadar tahribat yapalım! Çabuk!”

Amalric’in bıyığı vahşi bir sırıtışla diken diken oldu, birkaç dakika sonra mızraklı süvarileri platodan uzaklaşan bir geçitler karmaşasında rehberi izliyordu. Conan kılıç elde mızraklı piyadelerin yanına koştu.

Çok da erken değildi. Her iki sırtta yenilgi beklentisiyle kuduran Shupras’ın dağlıları umutsuzca ok yağdırıyordu. Vadi ve yamaçlar boyunca insanlar sinek gibi can veriyordu—bir kükreme ve yukarı karşı konulmaz bir dalgayla, Stygialılar paralı askerlerle karşı karşıya geldi.

Saflar gürleyen bir çelik kasırgası halinde bükülüp sallandı. Doğuştan savaşçı soylu, profesyonel asker karşısındaydı. Kalkan kalkana çarptı, mızraklar aradan saplandı ve kan püskürdü.

Conan, kılıç denizinin karşısında Prens Kutamun’un güçlü gövdesini gördü ama soluyup biçin kara silüetlerle göğüs göğüse savaşın izdihamı alıkoydu onu. Stygialıların arkasında asshuriler dalgalanıyor, naralar atıyordu.

Her iki yanda göçebeler kayalıklara tırmanıp dağlı akrabaları ile kapıştı. Çatışma tüm tepe sırtlarında kör, nefes kesen bir vahşetle köpürdü. Fanatizm ve kadim kan davalarıyla kuduran köylüler, dişleri tırnaklarıyla paraladı, can alıp can verdi. Dağılmış saçı uçuşan çıplak Kushlular uluyarak kavgaya koştu.

Terden körelen gözleri, bir sırttan diğerine tüm vadiyi doldurarak kaynayıp köpüren bir çelik okyanusunun kabarışına bakıyor gibi geldi Conan’a. Savaş kanlı bir çıkmazdaydı. Dağlılar sırtları tutuyor, mızraklarını kavrayıp kanlı toprağa dayadıkları ayaklarından destek alan paralı askerler de geçidi tutuyordu. Pozisyon ve zırh üstünlükleri bir süre için ezici sayı üstünlüğünü dengelemişti. Ama bu devam edemezdi. Terli yüzler ve ışıltılı mızraklar dalga dalga yokuş yukarı kabarıyor, asshuriler Stygia saflarındaki açıklıkları dolduruyordu.

Conan, Amalric’in mızrakçılarını görmek için batı sırtının kavisine bakındı ama ne gelen vardı ne giden. Mızraklı piyadeler de şoklar altında sendelemeye başlıyordu. Ve Conan, tüm zafer ve yaşam umudunu terk etti. Soluk soluğa komutanlarına bir emir bağırarak ayrıldı ve sabırsızlıktan titreyen Khoraja ihtiyat birliklerinin durduğu yaylaya koştu. Yasmela’nın otağına bakmadı. Prensesi unutmuştu, tek düşüncesi, ölmeden önce öldürmeye yönelik vahşi hayvan içgüdüsüydü.

“Bugün, şövalye oluyorsunuz!” Kanlı kılıcıyla, yakınlarda otlayan dağlıların atlarını işaret ederek sertçe güldü. “At bin ve cehenneme dek izle beni!”

Dağ atları Koth zırhının yabancı çınlaması altında çılgınca şahlandı ve adamları yayladan ayrılan doğu sırtına götürürken, Conan’ın şiddetli kahkahası hengâmeyi bastırdı. Beş yüz piyade—yoksul aristokratlar, genç oğullar, ailelerinin yüz karaları—yarı vahşi Shem atları üstünde, daha önce hiçbir süvarinin meydan okumadığı bir yamaçtan aşağı saldıran bir ordu!

Savaşın tıkadığı geçidin ağzını geçip ceset kaplı sırtta gürlediler. Dik yamaçtan aşağı koşarken, birçoğu tökezleyerek arkadaşlarının nalları altına yuvarlandı. Aşağılarında adamlar bağrışarak ellerini kollarını salladı—Ve müthiş saldırı bir fidan ormanını bölen çığ gibi hızla yardı onları. Khorajiler, arkalarında ezik ölülerden bir kilim bırakarak hıncahınç kalabalıklara daldı.

Sonra, tam ordu kendi kendine kıvranıp bükülürken, dış vadide karşılaştıkları atlı kordonunu yaran Amalric’in süvarileri, batı sırtından çıktı ve orduyu ikiye bölen çelik uçlu bir kama halinde vurdu. Tümüyle geri saflardan bir baskının cesaret kırıcılığını taşıyordu saldırı. Üstün bir güç tarafından kuşatıldıklarını zanneden ve çölle bağlantılarının kesileceği korkusuyla çıldıran bedevi sürüleri dövüşü bıraktı ve daha metin yoldaşlarının hatlarında da karışıklık yaratarak çil yavrusu gibi dağıldı. Bunlar tereddüt edince süvariler de üzerlerine sürdü. Sırtların üst kesimlerinde çöl savaşçıları bocaladı, dağlılar tazelenen bir öfkeyle yamaçlardan tepelerine bindi.

Sürprizle sersemleyen ordu, üzerlerine saldıranların sadece bir avuç olduğunu görmeye vakit bulamadan dağıldı. Bir kez bozulduklarında da bir büyücü bile yeniden bir araya getiremezdi böyle bir orduyu. Conan’ın kudurmuş adamları kafa ve mızrak denizinin karşısında Amalric’in süvarilerinin balta ve gürzlerinin inip kalktığını, mütemadiyen kaçanlara vurduğunu gördü, çılgın zafer neşesi her birinin gönlünü coşturup kolunu çelikleştirdi.

Kızıl dalgaları bileklerine dek yükselen çamurlu kan denizi içinde ayaklarını sağlama alan mızraklı piyadeler; önlerinde kaynayan hatları şiddetle ezerek geçidin ağzından ilerledi. Stygialılar dayandı ama arkalarındaki asshurilerin baskısı eridi. Bir kişi uğruna can veren güneyli soyluların cesedi üstünden, arkadaki bocalayan kütleyi bölüp ezmek üzere dalgalandı paralı askerler.

Kayalıkların üstünde İhtiyar Shupras kalbine saplanmış bir okla yatıyordu; Amalric bir korsan gibi sövüp sayarak düşmüştü; zırhlı baldırına bir mızrak saplıydı. Conan’ın atlı piyadelerinden ancak yüz elli kişi kalmıştı eyerde. Ancak çöl ordusu dağılmıştı. Göçebelerle zırhlı mızraklılar atlarının bulunduğu kampa koşuyor, dağlılar kaçakları sırtlarından bıçaklayıp yaralıların gırtlaklarını keserek yamaçlardan oluk oluk akıyordu.

Fırıl fırıl gibi dönen kızıl kargaşa içinde, Conan’ın şahlanan atı önünde korkunç bir hayalet belirdi birden. Prens Kutamun’du bu. Bir peştamal dışında çıplaktı; kıyafeti parçalanmış, tepelikli tolgası ezilip çentilmiş, uzuvlarına kan saçılmıştı. Müthiş bir narayla kırık kabzasını Conan’ın yüzünün tam ortasına fırlattı ve bir sıçrayışta aygırın gemini kaptı. Cimmerialı eyerde yarı baygın sendeledi, kara tenli dev de müthiş bir güçle atı yukarı ve geriye doğru dengesini kaybedene dek zorladı ve kanlı kum çamurunda debelenen bedenler arasına çaldı.

At düşerken açığa sıçradı Conan. Kutamun bir kükremeyle üstündeydi. Barbar, mücadelenin o çılgın kâbusu içinde, adamı tam olarak nasıl öldürdüğünü anlamadı. Tek bildiği, müthiş yaşam gücü üzerinde hissedilebilir bir etki yapmaksızın düşmanının bedenine hançerini tekrar tekrar saplarken, Stygialının elindeki bir taşın, gözünün önünde parlak kıvılcımlar uçuşturarak miğferine vurup durduğuydu. Kutamun, istem dışı bir ürpertiyle kasılarak yığıldığında, dünya Conan’ın gözünde yüzüyordu.

Sendeleyerek doğrulan, yarık tolgası altından yüzüne sel gibi kan akan Conan, önüne serilen yıkımın boyutlarına başı dönerek baktı. Ölüler bir zirveden diğerine kadar vadiyi tıkayan kızıl bir kilim halinde saçılmıştı. Ner dalgası düzensiz ceset hatlarından oluşan kızıl bir denize benziyordu bu. Geçidin boğazını tıkıyor, yamaçları kaplıyorlardı. Aşağıdaki çöldeyse, yorgun galipler tarafından takip edilen kılıç artıklarının atlarına ulaştığı ve boşluğa doğru aktığı yerlerde katliam sürüyordu—Conan takipten geriye ne kadar az adam kaldığını fark edince dehşete kapıldı.

O anda müthiş bir çığlık böldü yaygarayı. Vadinin yukarısında bir savaş arabası ceset yığınlarından etkilenmeden uçarak geliyordu. Atlar değil, deveyi andıran iri, kara bir mahlûk çekiyordu arabayı. Üstünde cübbesi uçuşan Natohk vardı; canavar bir maymun olabilecek siyah, insansı bir varlık da dizginleri kavramış, atları deli gibi kırbaçlayarak çömeliyordu.

Savaş arabası, ceset kaplı yamaçtan takibin çılgınlığı içinde muhafızları tarafından terk edilen Yasmela’nın tek başına durduğu otağa doğru kavurucu bir yel gibi çıkıyordu. Donakalan Conan, Natohk’un uzun kolu savaş arabasına çekerken prensesin attığı dehşet çığlığını işitti. Sonra korkunç binek hızla döndü ve koşarak vadiye indi. Natohk’un kollarında kıvranan Yasmela’yı vurmamak için kimse ok veya mızrağına davranmaya cesaret edemedi.

Conan insanlık dışı bir çığlıkla düşen kılıcını kaptı ve hızla gelen dehşetin yoluna atıldı. Ancak tam kılıcı kalkıyordu ki kara hayvanın ön ayağı ona şimşek gibi çarptı; şaşkın, hırpalanmış halde metrelerce savruldu. Savaş arabası yanında gürlerken Yasmela’nın unutulmaz çığlığı geldi kulaklarına.

Conan, kanlı topraktan fırlayıp, önünden geçmekte olan binicisiz bir atın dizginini kaptığı gibi durdurmaya gerek görmeden eyere atlarken, insanlıktan eser kalmamış bir nara koptu dudaklarından. Delice bir coşkuyla hızla uzaklaşan savaş arabasının peşine düştü. Uçarcasına düzlüğe vurdu, Shem kampını kasırga gibi geçti. Kendi süvari gruplarını da atlarını şiddetle mahmuzlayan çöl süvarilerini de geride bırakarak çöle daldı.

Savaş arabası uçmaya, altındaki atı sendelemeye başlamasına rağmen Conan da takibe devam etti. Artık her taraflarında günbatımının kızıl, ıssız ihtişamıyla yıkanan çöl uzanıyordu. Önünde kadim harabeler yükseliyordu ki, insanüstü sürücü Conan’ın damarlarındaki kanı donduran bir çığlıkla Natokh ve kızı yere çaldı. Kumda yuvarlandılar. Arabayla binek de Conan’ın şaşkın bakışı önünde müthiş şekilde değişti. Bir deveyle en ufak benzerliği kalmayan siyah dehşetten koca kanatlar açıldı; içinde korkunç başarısını geveleyen siyah, insansı bir şekil bulunan göz kamaştırıcı bir alev izi bırakarak göğe yükseldi. Böyle geçip gitti; tıpkı dehşet musallat olmuş bir kâbusun hızla geçişi gibi.

Natohk ayağa fırladı, kılıcını alçakta salladıkça kızıl damlalar saçılan kılıcıyla durmadan at süren amansız takipçisine baktı çabucak; sonra baygın kızı kaptığı gibi harabelere koştu.

Conan atından atladı ve peşlerinden daldı. Dışarıda karanlık hızla çökse de kutsuz bir ışınımla parlayan bir odaya geldi. Kara yeşimden bir mihrapta çıplak bedeni acayip ışıkta fildişi gibi parlayarak yatıyordu Yasmela. Elbiseleri sanki hayvani bir telaşla yırtılmış gibi yerlere dağılmıştı. Natohk, Cimmerialının karşısına çıktı. İnsanüstü boy ve incelikteydi; ışıl ışıl yeşil ipeklere bürünmüştü. Peçesini açınca, Conan Zugite sikkesine çizilmiş simayı gördü.

“Evet, çekil köpek!” Ses, dev bir yılanın tıslaması gibiydi. “Thugra Khotan’ım ben! Mezarımda uyanıp serbest kalacağım günü bekleyerek uzun süre yattım. Epeydir beni barbarlardan koruyan sanatlar aynı zamanda tutsak ediyordu. Fakat vakit erdiğinde birinin geleceğini biliyordum—geldi de; kaderini tamamlayıp üç bin yıl boyunca kimsenin ölmediği gibi ölmek için!

“Aptal, halkım dağıldı diye beni yendin mi zannettin? Yahut köleleştirdiğim iblis tarafından kalleşçe terk edildiğim için? Ben senin değersiz ilahlarına rağmen dünyaya hükmedecek olan Thugra Khotan’ım! Çöl halkımla dolu; tıpkı toprak sürüngenlerinin boyun eğdiği gibi, toprak iblisleri de emirlerimi yerine getirecek. Bir kadına duyduğum arzu büyümü zayıflattı. Artık kadın benim ve onun ruhuyla ziyafet çekerek yenilmez olacağım! Geriye aptal! Thugra Khotan’ı yenemedin daha!”

Asasını attı. Nesne ayağının dibine düşerken Conan gayrı ihtiyari geriledi. Zira düşerken korkunç şekilde değişmişti. Asanın dış hatları eriyip kıvrıldı. Sorguçlu bir kobra tıslayarak şahlanıyordu dehşete kapılan Cimmerialının önünde,. Conan öfkeli bir küfürle kılıcını indirip korkunç bedeni ikiye böldü. Ve ayaklarının dibinde bölünmüş simsiyah bir bastonun iki parçası vardı sadece. Thugra Khotan müthiş şekilde güldü, hızla dönerek yerdeki tozda tiksindirici şekilde sürünen bir şeyi kaptı.

Uzattığı elinde canlı bir mahlûk kıvranarak salyalandı. Bu seferki gölge hilesi değildi. Thugra Khotan çıplak elinde, kırk santim boyunda, kuyruk iğnesinin darbesi anında öldüren, çölün en ölümcül yaratığı siyah akrebi tutuyordu. Büyücünün kurukafa yüzüne bir mumyanınkine benzer bir sırıtış yayıldı. Conan duraksadı; sonra hiç uyarmadan kılıcını fırlattı.

Savunmasız yakalanan Thugra Khotan, atıştan sakınmaya vakit bulamadı. Kılıcın ucu kalbinin altına çarptı ve omuzlarının arkasından otuz santim çıktı. Düşerken elindeki zehirli canavarı da ezdi.

Conan mihraba yürüyüp Yasmela’yı kan lekeli kollarına aldı. Kız gergin gergin hıçkırarak gayrı ihtiyari zırhlı boyna kollarını attı ve gitmesine müsaade etmedi.

“Crom’un zebanileri kız!” diye homurdandı. “Bırak beni! Bugün elli bin kişi can verdi ve yapmam gereken işler var—”

“Hayır!” istemsiz bir güçle yapışarak soludu. O anda korku ve arzusu erkeğinki kadar barbarcaydı. “Gitmene izin vermeyeceğim! Ben seninim, ateş çelik ve kan adına! Sen benimsin! Geriye dönünce diğerlerine aidim—burada ise kendime—ve de sana! Gitmeyeceksin!”

Vahşi arzuların şiddetle kabarışından kafası karışarak bocaladı Conan. Loş odada, neşesiz bir sırıtışla onlara gülüyor gibi görünen ölü Thugra Khotan’ın simasını korkunç bir şekilde aydınlatarak hala uçuşuyordu kızıl, dünyadışı parıltı. Dışarıda çölde, ölüm okyanusları arasındaki tepelerde insanlar can veriyor, yaraları, susuzluk ve delilikten uluyor, krallıklar sallanıyordu. Sonra tüm bunlar, deliliğin cadı ateşi gibi önünde parlayan narin, beyaz bedeni demir kollarında ezerken, Conan’ın ruhunda çılgınca ilerleyen kızıl gelgitle silinip gitti.



BİTTİ​
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Robert E. Howard'ın ilk dönem Conan öykülerinden Kara Dev sona erdi. Tepkiler ve yorumların benim için paha biçilmez bir değeri olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.

Bu bağlamda, yorumlarıyla beni teşvik eden dostlara en içten teşekkürlerimi sunarım.
 

nicomedes

Onursal Üye
30 Nis 2014
880
3,912
İzmit
48 yaşında Conan'ı ilk kez düz yazı şeklinde okuyorum yüzlerce çizgi romanını okudum çok hoşlandım, filmini izlediğim bir romanı okurken hayalimde filmdeki karakterler ve sahneler canlanır bu kez çizgi roman halinde hayal ediyorum farkında olmadan, çok ilginç oldu sanırım gidip, romanlarını aramaya başlayacağım sayenizde. Teşekkür ederim.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
sanırım gidip, romanlarını aramaya başlayacağımSIZE]


Robert E. Howard'ın Türkçede yayınlanmış kitapları sınırlı. Bunları şöyle sıralayabilirim:
Fatih Conan (Ejderin Saati)
Fil Kulesi (Conan öyküleri)
Solomon Kane'nin Dehşetengiz Serüvenleri
Almuric
Kimmeryalı Conan'ın yükselişi (Bu aşağı yukarı Fil Kulesi ile aynı öyküleri kapsıyor. İçinde farklı sadece bir öykü var)
Kılıç Ve Büyü (İçinde iki REH öyküsü bulunan bir derleme)
 
12 Şub 2010
15,006
543,756
Peçeli Natok veya Tuğra Kotan macerasını çizgi romandan sonra nesir olarak okumak ilginç oldu

Robert E. Howard'ın öykülerini serbestçe çizgi romana uyarlayan Roy Thomas'ı çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim

Conan öykülerinin şiirsel dili, en beğendiğim çizgi roman olmasında etkilidir sanırım. Buna başta Buscema olmak üzere bir çok çizerin de olağanüstü katkısını saymam gerekiyor

Nesirde, çizgi roman senaryosundaki şiirsel dili bulamadım maalesef

İlginç ve ışık tutan paylaşım için teşekkürlerimi sunuyorum
 

albay

Süper Üye
14 May 2010
1,143
4,913
bu macera conan siyah heykel isimli macerasıyla başlayan macera. siyah heykel isimli kitapta macera başlıyor ve bitiyor. ama bu sayı kırpılmış. maceranın kırpılmış bölümlerini 204 lük seri olan yeni macera dizisinde aralara sıkıştırmışlar. macera 172 sayının son sayfalarında ve 173. cü sayının 61. sayfasında tekrar ele alınmış eksik bölümlerini koymuşlar. mesela siyah heykel isimli macerada 34-35 ci sayfalarında

maymunun anlaşılmaz bir şekilde natohk' u fırlattığını söylerken, 173. sayıda ise zula'nın almaricin bulduğu yazıtları okuduğunu , ve onun etkisiyle maymunu etkilediğini, hatta yazıtları kullanarak maymunu ve devesini yok ettiğini ilerleyen sayfalarda görebiliyoruz.


arkadaş güzel bir çalışma paylaşmış, teşekkürler. okudum beğendim, eksikliği ise bu kırpılmış kısımlarında buldum.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Muhterem Albay'ın Siyah Heykel öyküsündeki eksiklikle ilgili söylediklerinde gerçek payı var.

Siyah Heykel'in Buscema-Alcala versiyonunda savaş sahnesi fena halde budanmış. Amalric'in Conan'ın yanından nasıl ayrıldığı, niye tekrar ortaya çıktığı gibi ayrıntılar ÇR'de bu yüzden anlaşılmıyor. Muhtemelen iki sayfa kadar bir kayıp var ÇR'nin Alfa versiyonunda.

Lakin Robert Ervin Howard'ın öyküsü aşağıdaki öyküde anlatılan kısmı içermiyor. Dahası, Zula da Howard'ın tüm Conan öykülerinde boy gösteren karakterleri arasında hiçbir şekilde yer almıyor. Sonja ise tamamen farklı bir hikaye. 2. Viyana Kuşatması'nın anlatıldığı bir öykünün parçası Kızıl Sonya. Hyrkanialı falan da değil. Sonya daha sonra imitasyon yazarların yaptığı değişiklik yüzünden Sonja olarak Hyboria çağı'na girmiş.

Muhterem Profesör de nesir öykünün şiirselliğinin eksik olduğu görüşünde. Bu tamamen çevirenin kusurudur. Yine de orijinal öykülerin şiirsel-epik anlatımının fantastik edebiyatta az rastlanır seviyede olduğunu söyleyebilirim.
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Bu öykünün uyarlandığı ÇR'de, Natohk en sonunda çamur suratlı olarak çizilmiş. Öyküde böyle bir şeyden söz edilmiyor...
 
Üst