CONAN/KARA DEV-Bölüm III

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
KARA DEV

BÖLÜM III


Erken şafak pusunda güney kapısından at süren orduları seyreden halk kalabalıkları tarafından hıncahınç doldurulmuştu Khoraja sokakları. Ordu nihayet harekete geçiyordu. Parlak miğferleri üstünde renkli sorguçlar dalgalanan, zengin işlemeli levha zırhlar içinde ışıl ışıl şövalyeler vardı. İpek, parlak deri ve altın tokalarla süslü atları süvarilerce hizaya sokulurken, çark ediyor, şahlanıyordu. Sancakları seher yelinde uçuşan safların üstünde, bir orman gibi yükselen mızrak uçlarından kıvılcımlar saçıyordu günün ilk ışıkları. Her şövalye bir hanımın yadigârını takıyordu; bir eldiven, bir mendil veya gül ya tolgalara bağlanmış ya da kılıç kemerine tutturulmuştu. Halk arasında Prenses Yasmela’ya talip olduğu söylenen Kont Thespides’in yönettiği beş yüz güçlü Khoraja şövalyesiydi onlar.

Sıra sıra atların üzerindeki hafif süvariler tarafından takip ediliyorlardı. Biniciler tipik dağ adamlarıydı; ince, şahin yüzlüydüler, başlarında sivri çelik başlıklar vardı, uçuşan kaftanlarının altında örgü zırhlar ışıldıyordu. Ana silahları bir oku beş yüz adım öteye gönderebilen korkunç Shem yayıydı. Beş bin kişi kişiydiler ve başlarında sivri tolgasının altında, karamsar ince yüzlü Shupras at sürüyordu.

Hemen arkalarında, erkeklerin şövalyeliği tek onurlu hizmet dalı olarak gördüğü Hyboria devletlerinde sayıları daima nispeten az olan Khoraja mızraklı piyadeleri yürüyordu. Bunlar da şövalyeler gibi Kadim Koth kanındandı. Harap olmuş ailelerin oğulları, yıkılmış adamlar ile levha zırh ve ata verecek parası olmayan çulsuz gençlerden oluşan beş yüz kişi.

Geriden bin süvari, iki bin mızraklı piyadeden oluşan paralı askerler geliyordu. Binicileri kadar çetin ve vahşi görünüyordu süvarilerin uzun bacaklı atları; çark etmiyor, sıçramıyorlardı. Bu kanlı seferlerin eski kurtlarının profesyonel katilliğe benzer zalim bir mesleği vardı. Tepeden tırnağa örgü zırha bürünmüşler, bonelerin üstüne vizörsüz başlıklar giymişlerdi. Kalkanları süssüz, uzun mızrakları flamasızdı. Eyer kaşlarında savaş baltaları veya çelik gürzler asılıydı, her biri belinde uzun, enli bir kılıç taşıyordu. Mızraklı piyadeler de, süvari mızrağı yerine kısa kargılar taşımaları hariç aynı şekilde donatılmıştı.

Birçok kavimden, birçok cürümün adamlarıydı onlar. Zayıf, iri kemikli, yavaş konuşan ve şiddete yatkın doğalarıyla uzun boylu Hyperborealılar, kuzeybatı tepelerinden kumral Gunderliler, kabadayı Corinthialı dönmeler; kıvrık kara bıyıkları ve ateşli huylarıyla karayağız Zingaralılar, uzak batıdan Aquilonialılar vardı. Ancak Zingaralılar hariç hepsi Hyborialıydı.

Hepsinin peşinden muhteşem bir savaş atındaki bir şövalye tarafından çekilen, kraliyet hassa birliklerinden seçkin bir savaşçı grubunca korunan pahalı örtüler içinde bir deve geliyordu. İpek gölgelik altındaki binici narin, ipek giyimliydi; hanedanı hiç unutmayan ayaktakımı onu görünce deri başlıklarını havaya fırlatıp çılgınca alkışladı.

Levha zırhı içinde huzursuzlanan Cimmerialı Conan, süslü deveye pek onaylamadan baktı ve yanında altın halkalı parlak örgü zırh, altın göğüs levhası ve dalgalanan at kılı sorguçlu bir tolga içinde görkemle at süren Amalric’e döndü:

“Prenses de bizimle gidiyor. Kıvrak biri ama bu iş için fazla yumuşak. Her halükarda o giysilerden kurtulmaya mecbur.”

Amalric bir gülümsemeyi gizlemek için sarı bıyığını burdu. Conan, Yasmela’nın beline bir kılıç takmayı ve barbar kadınlarının sık sık yaptığı gibi savaşın aktif bölümüne katılmak istediğini zannediyordu anlaşılan.

“Hyborialı kadınlar Cimmerialı kadınlar gibi savaşmaz Conan,” dedi. “Yasmela bizimle savaşı izlemeye geliyor. Her halükarda…” Eyerde oturuşunu düzeltti ve sesini alçalttı. “Aramızda kalsın, Prensesin geride kalmayı göze alamadığı kanaatindeyim. Bir şeyden korkuyor—”

“Bir isyan mı? Sefere çıkmadan birkaç yurttaşı assak iyi ederdik belki—”

“Hayır. Hizmetçilerinden biri anlattı—geceleyin saraya gelerek Yasmela’nın aklını başından alacak kadar korkutan Birşey hakkında geveliyordu. Bunun Natohk’un işi olduğuna kuşku yok. Conan savaşacağımız şey, et ve kandan fazlası!”

“Olsun,” Cimmerialı homurdandı, “Bir düşmanı karşılaşmaya gitmek onu beklemekten iyidir.”

Uzun yük arabaları ve kamp destek birliği katarlarına bakarak dizginlerini zırhlı elinde topladı ve yürüyüş halindeki paralı askerlerin kısa cümlelerle konuşma alışkanlığıyla seslendi, “Ya cehennem ya ganimet yoldaşlar… İleri!”

Uzun katarın ardından muazzam Khoraja kapıları kapandı. Sabırsız kafalar mazgallara sıralandı. Siviller ordunun ölüm kalım savaşına gittiğini iyi biliyordu. Eğer ordu düşerse Khoraja’nın geleceği kanla yazılacaktı. Vahşi güneyde kaynayan kalabalıklar arasında bilinmeyen bir nitelikti merhamet.


Saflar tüm gün kimi zaman küçük nehirler tarafından bölünen gür, çimenli çayırlarda ilerledi. Toprak düzenli olarak yukarı doğru meyillendi. Önlerinde doğudan batıya aralıksız bir kale duvarı gibi uzanan alçak bir tepe sırası vardı. O gece bu tepelerin kuzey yamaçlarında kamp kurdular ve tepe kabilelerinden yüzlerce kanca burunlu, kızgın gözlü adam ateşlerin çevresine çömelip gizemli çölden gelmiş haberleri yineledi. Hikâyelerin içinde Natohk ismi sürünen bir yılan gibi dolanıyordu. Onun emriyle hava ifritleri şimşek, rüzgâr ve sis getiriyor; yeraltı zebanileri müthiş kükremelerle yeri sarsıyordu. Gökten ateş indiriyor, müstahkem şehirlerin kapılarını yakıp kül ediyor, zırhlı adamları kararmış kemik parçalarına dek kavuruyordu. Savaşçıları sayı fazlalığı yüzünden çölü kaplıyordu; asi Prens Kutamun komutasında beş bin savaş arabasından oluşan Stygia birliği de yanındaydı.

Conan kaygılanmadan dinledi. Savaş onun mesleğiydi. Hayat, sürekli bir savaş ya da bir savaşlar zinciriydi. Ölüm doğduğundan bu yana sadık bir yol arkadaşı olmuştu ona. Yanında dehşetle kol gezer; kumar masalarının yanında omzunda durur; kemikli parmakları şarap kadehlerini takırdatırdı. Uyumak için uzandığında tepesinde karaltı halinde yükselen kukuletalı, korkunç bir gölge. Bir kralın sakisinin varlığını düşündüğünden fazla düşünmezdi onun varlığını. Bir gün kemikli avucu kapanacaktı hepsi bu. Şimdi yaşıyor olmak yeterliydi onun için.

Hâlbuki diğerleri korkuya bağışıklığı ondan azdı. Conan, nöbet hatlarından dönerken, narin, pelerinli biri uzattığı eliyle beklemesini işaret edince durdu.

“Prenses! Çadırında olmalıydın.”

“Uyuyamadım.” Kara gözleri gölgeleri tarıyordu. “Conan, korkuyorum!”

“Orduda korktuğun adamlar mı var?” eli kabzasına yapıştı.

“İnsan değil,” ürperdi. “Conan, korktuğun bir şey var mıdır?”

Çenesini kaşıyarak düşündü, “Var ya,” diye kabul etti nihayet, “Tanrıların laneti.”

Yasmela yeniden ürperdi. “Lanetlendim ben. Derinlerden bir ifrit beni mimledi. Önceki gece, bana korkunç sırlar fısıldayarak gölgelerde gizleniyordu. Kraliçesi olmam için beni cehenneme götürecek. Sarayıma geldiği gibi çadırıma da gelir diye uyuyamıyorum. Conan, güçlüsün, yanındayken beni koru! Korkuyorum!”

Artık bir prenses değil, korkmuş bir kızdı sadece. Gururu çıplaklığından bile utanmayı bırakacak kadar düşmüştü üstünden. Çılgın korkusundan en güçlü görünenin yanına gelmişti. Evvelce itici gelen amansız güç artık çekiyordu onu.

Cevap yerine kızıl pelerinini çıkarıp kıza sardı. Bunu kabaca yaptı; herhangi bir türden hassas davranış onun için imkânsızdı sanki. Demir elini bir an kızın narin omzuna koyunca kız yeniden titredi ama korkudan değildi bu titreme. Dokunuşuyla birlikte, hayvani bir yaşamsallık dalgası bir elektrik şoku gibi kıza geçti; adeta üstün gücünün birazı ona aktarılmıştı.

“Buraya uzan.” Cılız, titrek bir ateşin yakınında süpürülerek temizlenmiş bir yeri gösterdi. Bir prensesin bir savaşçı pelerinine sarınmış halde bir kamp ateşi yanında çıplak toprağa uzanmasında bir mahzur görmüyordu. Fakat Yasmela soru sormadan boyun eğdi.

Kendisi de enli kılıcını dizine koyup yakındaki bir kayaya oturdu. Mavi, çelik zırhından yansıyan ateşin ışığıyla çelik bir heykel gibiydi—bir anlığına sakinleşmiş dinamik bir güç—dinlenmiyordu; sadece bir an sonra tekrar eyleme geçmek üzere kıpırdamadan işaret bekliyordu. Ateş ışığı, belirsiz ama çelik kadar sert bir maddeden yontulmuş gibi göstererek oynaşıyordu yüz hatlarında. Kılı kıpırdamıyor ama gözleri vahşi bir zindelikle içten içe parlıyordu. Yalnızca bir vahşi değil, vahşetin bir parçası, hayatın evcilleştirilemez unsurlarından biriydi o. Damarlarında bir kurt sürüsünün kanı dolaşıyor; beyninde kuzey gecesinin kasvetli derinlikleri gizleniyor, yüreği yanan ormanların ateşiyle atıyordu.

Böylece yarı düşünen, yarı düşleyen Yasmela, tatlı bir güvenlik hissiyle sarmalanarak uykuya daldı. Her nasılsa, yaban ellerin bu haşin adamı başında nöbet tutarken, karanlıktan hiçbir ateş gözlü gölgenin üstüne eğilmeyeceğini biliyordu. Yine de tekrar uyanınca kozmik bir korkuyla ürperdi; gerçi etrafında gördüğü bir şey değildi bunun nedeni.

Alçak sesli bir mırıltıydı onu uyandıran. Gözlerini açınca ateşin sönmeye yüz tuttuğunu gördü. Havada bir şafak duygusu vardı. Conan’ın hala kayada oturduğunu belli belirsiz görebiliyordu. Kılıcının uzun, mavi parıltısı ilişti gözüne. Hemen yanına, üstüne küllenen ateşin zayıf ışığı vuran bir başkası çömelmişti. Yasmela o uyku sersemliğiyle, beyaz türban altında eğri bir gagayı andıran burnu, boncuk gibi ışıldayan bir gözü algıladı. Adam anlamakta zorlandığı bir Shem lehçesinde çabuk çabuk konuşuyordu.

“Bel kolumu kurutsun! Gerçeği söylüyorum! Derketo adına, Conan, ben yalancıların prensiyim ama eski bir dostuma yalan söylemem. Sen zırh yelek kuşanmadan, Zamora ellerinde birlikte hırsızlık yaptığımız günler adına and içerim!

“Natohk’u gördüm, o Set’e afsunlar yaparken, öbürleriyle birlikte önünde diz çöktüm ama başkaları gibi burnumu kuma gömmedim. Ben Shumirli bir hırsızım, gözüm de bir gelincikten keskindir. Göz ucuyla bakınca peçesinin rüzgârda uçuştuğunu gördüm. Rüzgâr peçeyi yana savurdu ve gördüm onu—gördüm—Bel bana yardım etsin Conan, onu gördüm diyorum! Damarda kanım dondu ve saçım dimdik oldu. Ruhumu kızgın demir gibi dağladı gördüklerim. Güvende olduğumdan emin olana dek dinlenemedim.

“Kutchemes harabelerine doğru seyahat ettim. Fildişi kubbenin kapısı açık duruyordu. Eşikte bir kılıç tarafından deşilmiş koca bir yılan vardı. Kubbenin içindeyse bir insan bedeni… Öylesine kuruyup buruşmuştu ki, önce kim olduğunu çıkarmakta zorlandım. Zamoralı Shevatas’tı bu; dünyada benden üstün saydığım tek hırsız. Hazineye el sürülmemişti, cesedin etrafında ışıltılı yığınlar halinde duruyordu. Hepsi bu!”

“Kemik falan yoktu yani—” diye başladı Conan.

“Hiçbir şey yoktu!” Shemli tutkuyla araya girdi. “Hiçbir şey! Sadece bir ceset!”

Bir an sessizlik oldu ve Yasmela meçhul, sürüngen bir dehşetle sindi.
.
“Natohk nereden geldi?” diye yükseldi Shemlinin titrek fısıltısı. “Dünyanın titrek yıldızlara karşı delice sürülen bulutlarla körleşip çıldırdığı, rüzgârın uğultusunun ıssızlık ruhlarının feryadına karıştığı bir gece vakti çıkıp geldi çölden. Vampirler etraftaydı o gece; cadılar çırılçıplak rüzgârı sürüyor, kurt adamlar kırlarda uluyordu. Yel gibi sürdüğü siyah bir deve üstünde geldi. Çevresinde habis bir ateş oynaşıyor; devenin ayrık toynaklarının izi karanlıkta parlıyordu. Natohk, Aphaka vahası civarındaki Set mabedi önünde indiğinde, hayvan azametle ilerleyerek kayboldu gecenin içinde. Aniden dev kanatlarını açtığına, arkasında ateşten bir kuyruk bırakarak bulutlara doğru hızla uçup gittiğine yemin eden adamlarla konuştum. O deveyi o geceden beri kimse görmedi ama siyah, insansı bir yaratık şafaktan önceki karanlıkta paytak paytak Natohk’un çadırına gelir, maymun gibi konuşarak bir şeyler anlatır. Sana Natohk nedir söyleyeyim Conan—bak, o gün Shushan’da rüzgâr peçesini araladığında gördüğümün bir resmini göstereyim sana!”

Adamlar bir şeyin üstüne eğilirken, Yasmela Shemlinin elinde altın ışıltısı gördü. Conan’ın homurtusunu işitti ve karanlık ansızın üstüne yuvarlandı.

Prenses Yasmela ömründe ilk kez bayılmıştı.


4 Bölümden 4. ve sonuncusu haftaya...​
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Son bölümde Shamla Geçidi Savaşı'nı ve Conan'ın Yasmela'yı kaçıran Natohk'u öldürüşü anlatılıyor. Alfa yayınlarında Kara Dev/Black Colossus hikayesi Siyah Heykel olarak yayınlanmıştı. Öykü ve Çizgi roman arasında bazı farklılıklar var. Mesela Amalric'in ismi ÇR'de Malthom olmuş. ÖYküde Conan Prens Kutamun ile dövüşürken, ÇR'de dövüştüğü kişi Stygialı bir dev olmuş. Devam öyküsünü ayarlamak için yapılmış bu değişiklikler.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Bu işi, REH'in tüm romanlarını yayınlamaya kadar götürmeyi düşünür müsünüz?

REH ömrü boyunca üç roman yazdı. Bunlardan biri Ejderin Saati adındaki Conan öyküsü. Türkçede yayınlandı. Biri Almuric; o da Türkçede yayınlandı. Gerçi Almuric'in tamamlamak ölümünden sonra başka yazarlara kaldı sanıyorum. Geriye sadece Brenkinridge Elkins öyküsü Ayı Vadisi'nde bir Centilmen adlı romanı kaldı. O da vahşi batı öyküsü olduğundan Türkçede cazip olmayabilir. Diğerlerinin hepsi değişik boylarda öykülerden oluşuyor ki sayıları belki beş yüz vardır.
Çevirdiklerim, Conan, Kull ve Bran Mak Morn öyküleri ama benim bu işe girişmemdeki orijinal niyet yayınlamak değildi. Öyle olsa burada birini paylaşmazdım. Daha sonrası derseniz, onu öngörmek mümkün değil.
 

savok

Admin
30 Eki 2009
19,991
83,645
Kasımpaşa
Türkçeyi düzgün kullanan insanlarla birlikte olmak beni mutlu ediyor, çok şey öğreniyorum onlardan. Yazdıklarını okumak neşelendiriyor beni. Yabancı dili bilmek tek başına yeterli değil doğallıkla çevirilen dile de tam anlamıyla hakim olmak gerekiyor. Yine de bunların varlığı iyi bir çevirinin garantisi değil, aynı zamanda yazınsal duyarlılık da gerekli... Ben bütün bu özellikleri bu yazıda görüyorum. Bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Saygılarımla!
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Türkçeyi düzgün kullanan insanlarla birlikte olmak beni mutlu ediyor, çok şey öğreniyorum onlardan. Yazdıklarını okumak neşelendiriyor beni. Yabancı dili bilmek tek başına yeterli değil doğallıkla çevirilen dile de tam anlamıyla hakim olmak gerekiyor. Yine de bunların varlığı iyi bir çevirinin garantisi değil, aynı zamanda yazınsal duyarlılık da gerekli... Ben bütün bu özellikleri bu yazıda görüyorum. Bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Saygılarımla!

Muhterem Savok,
Negatif eleştiriler de olsa hoşuma giderdi çünkü çevirisini yaptığım öykülerin beni tanımayan bir okur grubu tarafından nasıl göründüğünü bilmeyi çok arzuluyordum. Zaten, bizzat ben, orijinalindeki atmosferi yansıtmakta çoğu zaman kendimi yetersiz hissediyor, hep daha iyisinin olabileceğini düşünüyorum.

Yine de bu yazdıklarınızın, bu sahada aldığım en gönül okşayıcı eleştiriler olduğunu ifade etmem gerek. Sizlerin emeklerinin yanında bizimkisi çam sakızı, çoban armağanı olsun. Size çok teşekkür ediyorum.
 
Üst