CONAN/KARA DEV-Bölüm I

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
KARA DEV
Robert E. Howard​

BÖLÜM I


Sadece çağlar yaşında sessizlik kaplıyordu gizemli Kutchemes harabelerinin üstünü. Ancak Korku oradaydı; Sıktığı dişlerinden çabuk, keskin nefesler çıkartarak, Hırsız Shevatas’ın beyninde titriyordu bu korku.

Devasa ıssızlık ve çürümüşlük anıtları ortasında bir hayat zerresi halinde durdu. Güneşin hararetle parladığı engin, mavi gök kubbede, kara bir nokta gibi görünen bir akbaba dahi yoktu. Başka, unutulmuş bir çağın merhametsiz kalıntıları yükseliyordu her yanda: çentikli tepelerini göğe saplayan devasa kırık sütunlar, ufalanmış surların uzun, eğri büğrü hatları, koskocaman viran kaya blokları; yıpratıcı rüzgâr ve toz fırtınalarının korkunç yüzlerini yarı yarıya sildiği paramparça, ürkütücü heykeller. Bir ufuktan diğerine kadar yaşam emaresi yoktu: sadece uzun, eğri büğrü, kuru bir nehir yatağıyla ikiye bölünen, nefes kesici çıplak çöl alanları. O ışıl ışıl enkaz çıkıntıları deryası ortasında da batık gemilerin kırık direkleri gibi dimdik duran sütunlar—Shevatas’ın önünde ürpererek durduğu yüksek fildişi kubbe ise tümüne hâkimdi.

Bu kubbenin temeli, bir zamanlar kadim nehrin sahilindeki teraslı bir tepede yükselen devasa bir mermer kaideydi. Enli basamaklar, bir tür dev yumurta yarısına benzeyen temel üstündeki kubbenin kocaman, tunç kapısına çıkıyordu. Kubbenin kendisi, meçhul ellerce cilalanmış gibi parlayan saf fildişindendi. Kulelerin sivri, altın tepeleriyle kubbe kavisine metreler boyunda altın hiyeroglifler halinde yayılan kitabeler de parlıyordu aynı şekilde. Dünyada kimse bu harfleri okuyamazdı ama Shevatas onların dikilmesine dair karanlık faraziyelerden ürperdi. Zira mitleri çağdaş kabilelerce hayal edilemez mahlûklara dek giden, çok eski bir soydan geliyordu o.

Zamora’nın önde gelen hırsızlarından biri olan Shevatas sırım gibi, kıvrak bir adamdı. Küçük, yuvarlak kafası kazınmış, tek giysisi kızıl ipekten bir peştemaldı. Kavminin tümü gibi hayli esmerdi. Dar, akbabaya benzer çehresi, keskin kara gözleri tarafından daha da vurgulanıyordu. Uzun, ince ve sivri parmakları bir pervane böceğinin kanadı gibi çevik ve duyarlıydı. Altın pullu kemerindeki süslü deri kında mücevher kabzalı, kısa, ince bir kılıç asılıydı. Shevatas abartılı görünen bir endişeyle silahını yokladı. Sadece kının çıplak uyluklarına temasından sakınır gibiydi. Oysa dikkatli tavrı nedensiz değildi.

Shevatas’tı o; Maul batakhaneleri, Bel tapınakları altındaki karanlık kovuklar, bin yıllık türkülerle efsanelerde namı huşuyla anılan hırsızlar arasında bir hırsız. Yine de Kutchemes’in fildişi kubbesi önünde dururken, korku Shevatas’ın kalbini yiyip bitiriyordu. Bu yapıda doğadışı bir şeyler olduğunu bir aptal bile görebilirdi. Üç bin yılın rüzgâr ve güneşi kırbaçlamıştı ama altın ve fildişi, meçhul nehrin kıyısına meçhul eller tarafından dikildiği günkü gibi ışıl ışıl yükseliyordu.

Bu doğadışılık, o iblisli harabelerin genel aurasıyla da uyum içindeydi. Shem diyarının güneydoğusunda kalan gizemli bir boşluktu bu çöl. Deve sırtında güneydoğuya birkaç günlük yolculuk, seyyahların görüş alanına Styx nehrinin dik bir açıyla sağa döndüğü noktayı getirirdi Shevatas’ın bildiği kadarıyla. Nehir buradan batıdaki ıssız düzlüklere akar, nihayet uzaklarda denize dökülürdü. Nehrin bükülmeye başladığı noktada, toprakları muazzam nehir tarafından sulanan güneyin esmer sineli hanımı Stygia ülkesi başlar, etrafındaki çölden dimdik yükselirdi.

Doğuda, çölün büyük iç denizin kıyılarında barbarca ihtişamıyla yükselen Turanlıların Hyrkania krallığına dek uzanan bozkırlarla birleştiğini bilirdi Shevatas. Kuzeye doğru bir haftalık atlı mesafesindeyse, ardında Hyboria kavimlerinin en güneydeki krallığı Koth’un bereketli yaylaları bulunan karman çorman yalçın tepelere ulaşılırdı. Çöl batıdaysa okyanusa dek uzanan Shem çayırlarıyla birleşiyordu.

Shevatas özellikle bilinçli şekilde değil de birinin yaşadığı kentin sokaklarını bildiği gibi bilirdi bunları. O bir uzak yol gezginiydi ve sürüyle krallık hazinesi yağmalamıştı. Oysa şimdi en büyük macera ve en görkemli hazine önünde bocalayıp ürperiyordu.

Bu fildişi kubbede, üç bin yıl önce Stygia krallıklarının büyük nehrin kuzeyindeki Shem çayırları ve yaylalara dek uzandığı devirlerde Kutchemes’te hüküm süren Kara Büyücü Thugra Khotan’ın kemikleri vardı. Sonra muazzam Hyboria göçü, kuzey kutbundaki kavimler beşiğinden güneye aktı. Bu asırlar, çağlar süren devasa bir göçtü. Ama Kutchemes’in son büyücüsü Thugra Khotan’ın saltanatı devrinde, kurt derisi ve örgü zırh giyen sarışın barbarlar, bugünkü Koth Krallığını kurmak üzere, demir kılıçlarıyla kuzeyden bereketli yaylalara saldırdı. Mermer kuleleri kanla yıkayıp Kutchemes’in üzerine bir med cezir dalgası gibi çöktüler, Kuzey Stygia krallığı ateş ve enkaz içinde yıkılıp gitti.

Fakat onların şehrin sokaklarını harap edip okçularını mısır sapı gibi doğradığı esnada Thugra Khotan tuhaf, korkunç bir zehir içmiş, maskeli rahipleri de onu bizzat hazırladığı türbeye kilitlemişti. Müritleri o türbe etrafındaki kızıl katliamda öldü ama barbarlar balyoz ve ateşle ne kapıyı kırabildi, ne de yapıya herhangi bir zarar verebildi. Böylece koca kenti viran halde bırakıp atlarına binerek gittiler ve harabelerdeki kertenkeleler ufalanan sütunları kemirip, kadim zamanlarda ülkesini sulayan nehrin büyük bölümü kumlara gömülerek kururken, Ulu Thugra Khotan fildişi kubbeli türbesinde uyumaya terk edildi.

Çok kere efsanelerde kubbenin içindeki çürümüş kemiklerin etrafında yığılı olduğu söylenen hazineyi ele geçirmeye çalıştı hırsızın biri. Çoğu mezarın kapısında öldü; birçoğuna da dudaklarında delilik köpüğüyle ölene dek korkunç rüyalar musallat oldu.

Shevatas türbeye bakarken bu yüzden ürperiyordu; tamamen büyücünün kemiklerini koruduğu söylenen dev yılana dair efsaneden değildi ürpertisi. Dehşet ve ölüm, tüm Thugra Khotan inancı üstünde tabut örtüsü gibi asılıydı. Hırsız, durduğu yerden, festivallerde Rahip Kral tarafından Stygia’nın Yılan Tanrısı Set onuruna kafaları kesilmek üzere diz çöken yüzlerce tutsağın zincirlendiği büyük salonun harabelerini görebiliyordu. Yakınlarda bir yerlerde, daha derin, daha cehennemi mağaralardan çıkagelen meçhul, çirkin canavarların çığlık çığlığa kurbanlarla beslendiği ürkütücü, karanlık bir çukur olmalıydı. Efsane Thugra Khotan’ı insandan fazlasına dönüştürmüştü. İbadeti melez, alt seviyede bir kült içinde hala devam ediyordu. Ölülerin karanlığın büyük nehri Styx’ten geçiş ücreti olsun diye müritlerinin yüzünü kazıdığı sikkeler de sadece maddesel gölgesiydi. Shevatas, ölülerin dilleri altından çalınan sikkelerde bu çehreyi görmüş, silinmez bir şekilde beynine kazımıştı.

Ancak korkularını bir kenara bırakıp düz yüzeyinde sürgü veya kulp bulunmayan bronz kapıya tırmandı. Boşuna değildi karanlık kültlere katılması, Skelos’un müritlerinin gece yarılarında ağaçların altındaki ürpertici fısıltılarına kulak kabartıp, Kör Vathelos’un demir kuşaklı yasak kitaplarını okuması.

Kapı önünde diz çökerek çevik parmaklarla pervazı araştırdı; duyarlı parmak uçları gözle fark edilemeyen, daha az hünerli olanların keşfedemeyeceği ufak çıkıntılar buldu. Bunları uzun zaman önce unutulmuş bir afsunu mırıldanıp, tuhaf bir sisteme uygun şekilde dikkatle bastırdı. Son çıkıntıyı bastırırken çılgınca bir hızla ayağa fırlayıp avucuyla kapının tam ortasına sert bir darbe indirdi.

Zemberek veya menteşe gıcırtısı olmadı; oysa kapı içeriye doğru geriledi ve sıkılı dişlerinin arasında patlarcasına tısladı hırsızın soluğu. Kısa, dar bir koridor ortaya çıkmıştı. Kapı buradan aşağı kaymış, öbür uçta duruyordu şimdi. Tüneli andıran açıklığın zemin, tavan ve duvarları fildişindendi. Ve şu anda yan taraftaki bir açıklıktan korkunç, parlak gözleriyle davetsiz misafire bakarak şahlanan sessiz, kıvrım kıvrım bir dehşet geliyordu; ışıltılı, yanardöner pullarıyla sekiz metre uzunluğunda bir yılan.

Hırsız, canavarın kubbenin altındaki simsiyah çukurlarda neyle beslenmiş olabileceğine ilişkin varsayımlarla vaktini harcamadı. Dikkatle kılıcını çekti ve üstünden sürüngenin hançersi dişlerindeki salyanın aynısı yeşilimsi bir sıvı damladı. Kendi türünden bir yılanın zehrine batırılmıştı kılıcın ağzı. O zehri iblisli Zingara bataklıklarından elde etmek bile başlı başına bir destan olsa gerekti.

Shevatas, şimşek gibi bir tarafa sıçramaya hazır halde dizlerini hafifçe eğip parmak uçlarında temkinle ilerledi. Yılan, boynunu kaldırıp yıldırım gibi atılırken sahip olduğu tüm hıza ihtiyacı olacaktı. Sinir ve gözlerinin tüm çevikliğine rağmen, şansı yaver gitmese oracıkta ölecekti Shevatas. Yana atılıp hayvanın boynuna vurma planı, sürüngenin saldırısının göz kamaştıran hızı yüzünden boşa çıkarıldı. Hırsız, gayrı ihtiyari gözlerini kapatıp bağırarak kılıcını uzatmak haricinde bir şeye vakit bulamadı. Ardından kılıç elinden koparıldı ve koridor müthiş bir çırpınma sesiyle doldu.

Kendisini hala sağ bulduğuna şaşkın halde gözlerini açan Shevatas, hayvanın yapışkan bedeninin fantastik kasılmalarla inip kalktığını gördü. Kılıç dev çeneleri delip geçmişti. Şansına hayvan tam da rastgele uzattığı kılıcın ucuna atılmıştı. Birkaç dakika sonra, kılıçtaki zehir kalbe ulaştı ve yılan parlak, hafifçe titreyen kangallar halinde yığılıp kaldı.

İhtiyatla hayvanın üstünden atlayan hırsız kapıyı itti. Bu kez kubbenin içerisini gözler önüne sererek yana kaydı kapı. Shevatas bağırdı; zifiri karanlık yerine, neredeyse fani gözlerin dayanabileceğinin ötesinde zonklayan, nabız gibi atan kızıl bir bir ışığa girmişti. Tonozlu kubbenin kemerindeki devasa, kızıl bir mücevherden geliyordu ışık. Gözleri zenginlikler görmeye alışıktı ama yine de afalladı. Hazine sersemletici bir müsriflikle yığılmıştı önüne; elmas, safir, yakut, turkuvaz, opal ve zümrüt yığınları; yeşim kehribar ve lapis lazuliden Zigguratlar; altın külçelerinden piramitler, gümüş külçe yığınları, altın işlemeli kınlardaki mücevher kabzalı kılıçlar, boyalı at kılından veya sarı renkleriyle altın tolgalar; gümüş pullu zırhlar, üç bin yıldır kabrinde yatan savaşçı kralların değerli taşlarla süslü üniformaları, yekpare mücevherden yontulmuş kadehler, altın kaplama kafatasları, aytaşından boncuklar, mücevherlerle şekillendirilmiş insan dişinden kolyeler... Fildişi zemin, kızıl ışık altında bir milyon kıvılcımla pırıl pırıl parlayan iki karış altın tozuyla kaplıydı. Sandaletli ayakları altındaki yıldızlara basarak, büyü ve görkemin harikalar diyarında duruyordu hırsız.

Fakat bakışları ışıldayan görkemin ortasında, kızıl mücevherin tam altında, asırların geçip gidişiyle toza dönüşen çürümüş kemikler bulunması gereken kristal kürsüye takıldı. Ve Shevatas bakarken esmer yüzünden kan çekiliverdi; iliği buz kesti, sırtının derisi dehşetten ürperip seğirdi, dudakları sessiz bir çığlık için aralandı. Tonozlu kubbenin altında iğrenç bir tonda yankılanan, müthiş bir çığlıkla sesine kavuştu birden. Ardından çağların sessizliği, gizemli Kutchemes harabelerinin arasına bir kez daha çöktü.



Dört bölümden 2.si haftaya...​
 
Son düzenleme:
Üst