Conan melankoliye kapılıyor

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
CONAN MELANKOLİYE KAPILIYOR...

(Shoryuken'e ithaf ediyorum. H.A)​


Conan'ın melankoliye kapılması pek vaki değildir. Birlikte Kara Kıyıları kasıp kavurduğu sevgilisi Belit'i, yanan bir güvertedeki cenaze ateşine yatırdığında yazarı Robert E.Howard, böyle bir ana sadece belirsiz bir gönderme yapar. Aynı belirsiz göndermeyi Kara Nehrin Ardında'da, yakın silah arkadaşı Balthus'un ölümünün ardından da hissettirir Howard. Fil Kulesi'nde ise Yag'lı Yogah'ın maruz kaldığı işkence yüzünden tüm insanlık adına utanır.

Conan kolay hüzünlenen biri değildir.Ejderin Saati'nde ve Kızıl Kale'de tahtı elinden alındığında bile melankoliye kapılmaz.

Oysa devam öykülerini yazan Sprague De Camp, yer yer bu melankoli hissini tattırır Conan'a.

Camp'ın Adalı Conan (Conan The Isles) romanında, yakın arkadaşı Poitain Kontu Trocero, sarayda gözlerinin önünde ne olduğunu tanımlayamadığı Kızıl Gölgeler tarafından yok edilince, Rüyasında gördüğü bilge Epemitreus'un talimatı doğrultusunda, bilge tarafından verilen tılsımla birlikte hiç gitmediği batı okyanusunda, batıya doğru son bir yolculuğa çıkar Cimmerialı.

Bu arada yaklaşık yetmiş yaşındadır. Saçları ağarmış, sakallarına kırlar düşmüştür. Oğlu 2. Conan büyümüş, yetişkin bir erkek olmuştur. Eşi Zenobia çocuk doğururken ölmüş, Cimmerialı da kral olarak varoluşunu sorgulamaya başlamıştır.

Argos'un Messantia limanında, Argos kralının ona ve yakın dostu Sigurd'a verdiği gemiye, önceki maceralarında ona eşlik eden bazı dostlarının da bulunduğu bazı Baracha korsanlarını konuşlandırır ve yola çıkar. Yolda, karşılaştığı bir gemideki tuhaf büyücüyü yenip gemisini batırırlar. Bu arada ele geçirdikleri Orichalchum kutudan çıkan haritayı kullanarak yola devam ederler. Ancak okyanus büyük, yol uzundur. Bu uzun süre içinde Conan geçmiş muhasebesini yapma imkanı bulur.


Aşağıdaki yazı bu muhasebe dönemini anlatıyor...


BÖLÜM IX
MEÇHUL BİR DENİZDE YOLCULUK​


Dolgun ve iyice gergin yelkenlerimiz,
Yükseklerde süzülüyor pruvamız;
Bu gece altın aramaya çıktık biz,
Yıldız ışıklı bir gök kubbe altında


Baracha Adaları deniz türküsü




Böyle gerçekleşti Kızıl Arslan’ın serüvenlerin en acayibinde, dalgalarla sallanan, canavar meskeni Batı Okyanusu ıssızlığına yola koyuluşu. Mürettebatına yolu göstermek için tek nirengi noktaları gündüz güneş, geceleri yıldızlardı; zira Atlantis’in batışıyla Sümer ve Mısır’ın yükselişi arasındaki Hyboria Çağı’nda bahriyeliler pusulayı bilmezdi. Fakat oricalchum kutudaki harita kılavuzluğunda meçhulün giderek daha da derinlerine açıldılar.

Conan kabul edilebilir iki sağlam nedene dikkat çekene dek bu fanastik girişime ayak diredi birazı: öncelikle macera, şan ve ganimet için yelken açmışlardı ve kuşkusuz son Atlantis kentlerinin çağlar yaşındaki harabelerinin ortasındaki Antiller’in Yedi Adası’nda üçünü de mebzul miktarda bulacaklardı; ikincisi, dırdırcıları yesinler diye küpeşte üstünden kendi elleriyle atacaktı krakenlere. Bu türden akıl yürütmenin kayda değer ikna gücü olduğu anlaşıldı..

Şimdiden tanıdık sahillerden uzaklara vardıklarını biliyorlar, batıl dehşetleri daha da büyüyordu. Dünyanın ufkun hemen ötesinde son bulduğunu anlatan eski öyküleri hatırlıyorlardı. Yeryüzü, üstünden okyanusların sonsuz bir çağlayan halinde, en sonunda Ebediyet’in köklerine kükreyerek döküldüğü muazzam bir falez halinde iniyordu oradan. Öykülere bakarsan, görünür ufkun ardına yelken açan bir gemi, kendisini çok geçmeden biçare, haykıran mürettebatını doğruca dünyanın kenarına götüren karşı konulmaz bir akıntıya kapılmış bulurdu.

Conan bunu da birkaç kafayı birbirine vurmak ve su götürmez bir mantıkla, batıya ilerledikleri her fersahla görünen ufkun da aynı miktarda uzaklaştığına dikkat çekmek suretiyle bastırdı.

Poyrazın sabit esintisi içinde gerilen tüm yelkenleriyle seyretmeye devam ettiler. Meçhul bir dünya vardı önlerinde; içinde haşyetli derin deniz sakinlerinin kol geziyor olabileceği, rüzgarların sürdüğü dalgalardan gizemli bir boşluktu her taraf. Deniz canavarlarından pek az korkardı Conan. Savaşçılar, büyücüler, canavarlar, hatta tanrılarla karşılaşmıştı. Nihai sınavda keskin çelik karşısında savunmasız oldukları kanıtlanmıştı hepsinin. Fakat ne olur ne olmaz diye geminin marangozuna bir mancınık uydurttu ve eski kumaştan ziftli fitillerle, ortasına lamba yağı dökülmüş kara katrandan bir tür yapışkan küreler yaptırdı.

Sonsuz su boşluğunda günler günleri izlerken, Conan neredeyse ebedi tekdüzeliği bozacak bir umutsuz eylemi arzular hale geldi. Fakat deniz canavarları varsa bile Kızıl Arslan’ın açığından geçiyordu maalesef. Bir gemi dolusu eli kanlı haydudu atalet yüzünden hır gür çıkarmaktan alıkoymak için onları güverte temizliği, yeşil kadırgayla kısa savaşta sarfedilenleri yerine koymak için yeni oklar yapımı ve sürüyle başka uyduruk görevlerde çalıştırarak meşgul etti. Eski bir Hyboria deyişindeki gibi; Nergal, aylak ellere iş bulurdu.

Bazen ihtiyar Cimmerialı, ırak Aquilonia’da neler olduğunu merak ederken buluyordu kendini. Yiğit oğlunu düşünüyor, genç züppenin başı üstünde bir tacın ağırlığından ne kadar hoşlandığını merak ediyordu. Sarayda, çok azı hala sağ olan eski dostlarını düşünüyordu. Conan merhume eşi Zenobia ile birçok mesut yıl geçirdiği sarayını da düşünüyordu. Nemedia’da bir köle idi; oysa Conan, güneşli Aquilonia’nın yeşil tepeleri ve altın renkli tarlalarının tek kraliçesi yapmıştı onu. Karısı yaşarken—birkaç uzak mesafeli yolculuk kaçamağı dışında—ona sadık kalmıştı; Cimmeria kökenli kaba, kızıl elli bir savaşçı için az buz bir başarı değildi bu.

O çocuk doğururken öldüğünden beri, güzel cariyelerden bir harem edinmek suretiyle bekar kral günleri alışkanlıklarına geri dönmüştü. Bunları edinmek zor filan değildi. Conan’ın özel, şahsiyetli onur duygusu, kucaklayışlarına bir kadını boyun eğmeye zorlamaktan onu alıkoymuştu. Diğer taraftan bu yazgıyla karşılaşmak için gönüllü ve hevesli olan bir sürü kadın olmuştu hep. Fakat başka kadınları nikahına almadı; hiçbir kadın Zenobia’nın yerini alamazdı.

Artık o gitmişti, sık sık ona hiç yakışmayan kara bir depresyon havasında, karısını düşünürken buluyordu kendini.. O yaşarken kraliçenin bağlılığını hakkı olarak görmüş, barbarın adeti olduğu üzere üstünde pek az düşünmüştü. Ona söylemediği sözlere, onun için yapmadığı iyiliklere esef ediyordu şimdi.

Kendisini eski zamanları ve eski dostları düşünürken de buluyordu. Geçmişten çıkan yüzler doluşuyordu aklına: İlk büyük aşkı, Kara Kıyı’nın pantersi, baştan çıkarıcı korsan kraliçesi Belit… Efsanevi Fil Kulesi’ni onunla birlikte çalmaya çalışan şişman, yaşlı hırsız Nemedialı Taurus… Son ölümcül karşılaşmadan önce yolları fazlasıyla sık kesişmiş olan gizemli Stygialı büyücü Thoth Amon… Birlikte uzak Doğu’da kayıp Meru vadisi insanlarıyla savaştığı, Kushlu dev zenci, sadık, güleç Juma… Poitain Kontu Trocero, akıllı maliyeci Publius, yiğit askerler Prospero ve Pallantides—Aquilonia kralı Numedides’in kıskançlığı, Conan’ı sürgüne yolladığında yardımına koşan ve yozlaşmış hükümdara karşı bir isyanı yönettiğinde onun için toplanan tüm dostlar…

Böyle üşüşüyordu üstüne bu yaşamda bir daha asla görmeyeceği uzun geçmişinin dost, sevgili, yoldaş ve düşmanlarının yüzleri. Hatıralar gitgide artan kindar bir yoğunlukla geri geliyordu, artık pervasız gençliğinin cesur, parlak günleri çok evvel bitmiş, uzun gece hızla yaklaşıyordu. Neyse, diye düşündü, eğer yeterince uzun yaşarsa, herkesin vakti gelir. Ve Conan da ömrünün son saati gelip çatmadan, son bir günbatımının daha kanlı cesetlerle kaplı bir savaş alanına indiğini görecekti Crom adına!

“Kara göründü!”

Melankoliye iyice gömülmüş Conan, sabah güneşinin doğunun bulut kümesinde okyanus üstüne tırmanmasını seyrederek, kasavetle pupa güvertesi küpeştesine yaslanıyordu. Çığlık, damarlarında kanı coşturarak kendine getirdi onu.

“Hangi tarafta?” diye gürledi.

“Sancak pruvasının üç puan açığında Kaptan!” diye karşılık verdi ana direkteki gözcü.

Conan ana direkteki çarmıklara tırmandı ve vahşi bir şahinin bakışıyla Kızıl Arslan’ın ilerisindeki ufku araştırdı. Batı hala karanlıktı; fakat bulut kümeleri altında, pruvanın sağında daha yekpare karanlık bir şerit ufuk çizgisi boyunda uzanıyordu. Kara. Korsanlar tepelerin ruhani silüeti sabah sisi içinde karaltı halinde belirirken işaret edip bağırarak baş kasara küpeştesi altına toplaştı. Conan pupa güvertesine dönerken, Sigurd sert adımlarla yanına çıktı.

“Nedir o dostum?” dedi Vanir. “Nihayet Antiller mi? Shamash’ın güneş diski ve Demetrial’ın gümüş hilali adına! Nihayet eylem! Herkese altın ve ganimet, şımaranlara ise ılık kan, tüm tanrılar adına!”

Conan sırıttı. “Evet. Bu teknenin güvertesinde etrafta deniz ve gök dışında hiçbir şey olmadan iki ay, iki asır gibi geldi. Fakat seyahat sona erdi!”

Sonra gözcüden vahşi bir nara geldi: “Pruvanın sancak tarafının açığında Ejder! Bize doğru geliyor!”

Ejder mi? Conan sözcükle bir üşüme hissetti. Sonra sancak tarafına bakarken dondu.

Kanatları açık, yüksek boyun kavisi kaba seher ışığında altın alevle ışıldayıp, güçlü göğsü pürüzsüz, kaygan dalgaları yararak geliyordu Meçhul Batı’dan. Gözleri ak ateşle parlıyor, genişleyen burun demiklerinden siyah dumanlar çıkararak bulanık, sisli ada kütlesi açığındaki dalgaların ardından geliyordu—ateş küreleri gibi gözlerle, ışıl ışıl pullarla kaplı devasa, kanatlı bir yılan.




SON NOT:

Kanatlı Ejder'in bir gemi olduğu anlaşılır. Bu gemi ile yapılan savaşta Conan'ın mürettebatı yenik düşer. Conan da saldırganlardan edindiği sualtı ekipmanıyla, suyun altından yürüyerek uzakta görünen adaya çıkar. Bu ada, aztek öncesi dönemde, insan kurban ederek tanrılarını besleyen bir rahipler loncasının demirden elinde inleyen insanların yaşadığı bir ülkedir.

Conan, binbir tehlikeyi aşarak tam bu tanrının beslenip büyüdüğü anda Epemitreus'un tılsımının yardımına başvurur. Tılsımdan çıkan ışık gücü habis tanrıyı yok eder. Adalıların gemileri geldikleri okyanusu aşmak için çok zayıftır. Onlar da yeniden, daha batıda bulunduğunu duydukları kıtayı bulmak için batıya doğru yelken açarlar. Bir daha Conan'dan haber alınmaz.

Zira Cimmerialı Conan'ın son yolculuğudur bu...
 
Son düzenleme:

Shoryuken

Yönetici
9 Nis 2013
4,043
20,204
Kamlançu
Her ne kadar yaşlanmış ta olsa Conan'ın ödün vermez ruhunu yansıtan güzel bir hikaye. İnsani yönlerini bu kadar net okumamıştım daha önce. Gerçi Conan konusunda çok eksiğim var... :(
Teşekkür ederim Hüseyin abi. Naçizane bana ithaf ettiğin için de ayrıca teşekkürler.
 

savok

Admin
30 Eki 2009
19,988
83,571
Kasımpaşa
Bu güzel yazının arkasından müellifinden Conan çevirileri beklemek şart oldu...
Çok güzel olacağına eminim...
Teşekkürler bu güzel paylaşım için...
Saygılarımla!.
 

chinga

Yeni Üye
28 Eki 2009
12
8
Elinize sağlık gerçekten bu çeviriler için. Bu hikayeler benim gibi Robert E. Howard bilgisi ve geçmişteki ilgisi az olanlar için büyük ikram.
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Bu pasajın çevirisi gözden geçirildi... Düzeltilmiş halini ekledim. İlgilenen dostlara duyurulur. Daha önceki ham çevirileri de zaman zaman yenilemeyi planlıyorum. Yenilenen öyküleri yorumlarla bildireceğim.
 
Üst