ROBERT E. HOWARD-ÖYKÜ-MIZRAK VE AZI DİŞİ

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Dostlar, yine bir Howard öyküsü. İlk olarak Weird Tales, Temmuz 1925 sayısında yayınlandı. Bu öykü, Howard’ın profesyonel anlamda yayınlanan ilk öyküsüdür. Yazar bu öykü yayınlandığında sadece 19 yaşındaydı. Sonraki tüm edebi kariyeri, bu öykü ve bugün arasına fantastik bir alem örmekle geçti. Mutlaka sürç-i lisan etmişizdir affola...


MIZRAK VE AZI DİŞİ​
Spear and Fang

A-aea, meraklı gözlerle Ga-nor’u izleyerek mağara ağzının yakınına çömeldi. Ga-nor’un kendisi kadar, meşguliyeti de çekti ilgisini. Ga-nor’a gelince, onu fark etmeyecek kadar gömülmüştü meşgalesine. Mağara duvarındaki bir oyuğa sokulu bir meşale, geniş mağarayı loş bir şekilde aydınlatıyor, ışığı sayesinde Ga-nor, duvara gayretle figürler çiziyordu. Bir çakmaktaşı parçasıyla ana hatları kazıyor, sonra da aşıboyasına batırılmış bir dalla tasviri tamamlıyordu. Sonuç kaba ama ifade edilmek için yırtınan hakiki sanatsal dehanın ciddi bir emaresiydi.
Çizmeye çalıştığı bir mamuttu ve küçük A-aea’nın gözleri hayret ve hayranlıktan büyüdü. Şahane! Hayvanın bir bacağı eksik, kuyruğu olmasa kaç yazar? Eleştirmenleri olan mutlak barbarlıktan bin bir zahmetle yeni çıkmış bir aşiret üyesiydi, onlar için de mazinin bir üstadıydı Ga-nor.
Bununla birlikte, A-aea’nın Ga-nor’un mağarası civarındaki yetersiz çalılar arasında gizlenmesi, bir mamut suretini izlemek için değildi. Talihli sanatçıya duyduğu kesin hayranlık bakışı yanında, tabloya duyduğu hayranlık hafif kalıyordu. Sahiden de Ga-nor göze nahoş görünmüyordu. Güçlü omuzlar, dar kalçalar, bir metre doksan santimi epey aşan boyda, ince yapılıydı. Bir savaşçı yapısıydı bu. Hem elleri, hem ayakları uzun ve inceydi; titrek meşale ışığında kum rengi yelesinin kapladığı yüksek geniş bir alınla, titrek meşale ışığıyla cesur bir görünüş oluşturan çehresi ise zekiydi.
A-aea’nın kendi görünüşü çok uysaldı. Gözleri gibi saçı da siyahtı ve narin omuzlarına çağıldayan bir dalga halinde dökülüyordu. Hala eş bulmamış olduğundan, aşı boyası dövme renklendirmiyordu yanağını.
Kız da delikanlı da, nereden geldiğini kimsenin bilmediği, hayvan ve hayvan-adama üstünlüklerini ilan edip dayatan muhteşem Cro-Magnon kavminin mükemmel örnekleriydi.
A-aea gergin bir şekilde bakındı etrafına. Tüm fikirlerin tersine, vahşi halklar arasında dayatılan töre ve tabular çok daha dar ve etkilidir.
Bir kavim ne kadar ilkelse, töreleri o kadar hoşgörüsüzdür. Ahlâksızlık ve şehvet düşkünlüğü âdetten olabilir ama ahlaksız bilinmek kaçınılan ve kınanan bir şeydir. Bu yüzden A-aea bekâr bir genç adamın mağarası yakınında gizlenirken keşfedilirse, utanmaz bir kadın olarak ilan edilmek ve şüphesiz halka açık bir kamçılama düşerdi payına.
Edepli olmak için, A-aea’nın mütevazı, ağırbaşlı bir kızı oynaması, belki de böyle yapıyor gibi görünmeden genç sanatçının ilgisini maharetle uyandırması gerekirdi. Sonra, delikanlı isterse, kaba aşk şarkıları ve kamış düdüklerle yapılan müzik yoluyla halka açık kur yapma yolunu seçmeliydi. Sonra kızın ebeveynleriyle pazarlık, sonra da—evlilik. Sevgili zenginse, kur yapmasa da olurdu.
Fakat küçük A-aea’nın kendisi bir ilerleme emaresiydi. Gizli bakışlar, sanatına gömülü görünen genç adamın dikkatini çekmekte başarısız olmuştu, bu yüzden o da onu kazanmanın bir yolunu bulmak umuduyla, alışılmadık şekilde onu gözlemeyi tercih etmişti.
Ga-nor tamamladığı işi bıraktı, gerindi ve mağara ağzına doğru bakındı. Küçük A-aea korkmuş bir tavşan gibi eğildi ve koşarak uzaklaştı.
Ga-nor mağaradan çıktığında, mağaranın dışındaki yumuşak balçıkta ufak, narin bir ayak izi görünce şaşırdı.
A-aea, diğerlerinden çoğuyla birlikte, Ga-nor’un mağarasından biraz uzaktaki kendi mağarasına doğru vakarla yürüdü. Bunu yaparken de bir grup savaşçının şefin mağarası önünde heyecanla konuştuğu çekti dikkatini.
Sadece bir kız, erkeklerin meclislerine davetsiz girmeyebilirdi, fakat A-aea’nın merakı öyleydi ki daha yakına süzülerek bir azarı göze aldı. “ayak izi” ve “gur-na” (maymun adam) sözcüklerini işitti.
Mağaralardan fazla uzak olmayan ormanda, gur-na ayak izleri bulunmuştu.
Kabile üyelerinin “gur-na” veya maymun-adam dediği yaratıklar, başka bir çağın kıllı canavarları, zalim Neandertal adamlardı ve gur-na” mağaraların halkı için bir nefret ve dehşet sözcüğüydü. Onlardan mamut veya kaplandan fazla korkulurdu, Cro-Magnon’lar gelip de onlara karşı vahşi savaşlar verene dek ormanlara onlar hükmetmişti. Muazzam güçleri, kıt akılları; vahşet, hayvanilik ve yamyamlıkları yüzünden, kabile üyelerinde tiksinti ve dehşet—ogreler, goblinler, kurt adamlar ve hayvan adam öyküleri halinde çağdan çağa aktarılan bir dehşet—uyandırırlardı.
Artık daha az, daha kurnazdılar. Artık savaşa kükreyerek koşmuyor, kurnaz ve korkutucu şekilde, en iyi av sahalarından onları kovanlara duydukları nefretle, hayvani zihinlerinde kara kara düşünüp tüm hayvanlara dehşet saçarak ormanlarda kol geziyorlardı.
Cro-Magnon insanları, huysuzca derin ormanların derinliklerine çekilene dek takip ederek katletti onları. Fakat aşiret üyelerinin onlardan korkusu devam ediyor ve hiçbir kadın ormana tek başına girmiyordu.
Kimi zaman çocuklar gitti, kimi zaman da dönmezdiler; arayanlar da sadece ne hayvanlar, ne insanlara ait olan izlerle, korkunç bir şölenin emarelerini bulurdu.
Bu yüzden de bir av grubu yola çıkar ve canavarı avlardı. Kimi zaman yaratık savaşır ve öldürülür, kimi zaman da önlerinden kaçar ve onu takip edemeyecekleri ormanın derinliklerinde kurtulurdu. Bir seferinde, bir av grubu pervasızca kaçan bir gur-na’yı ormanın derinliklerine dek takip etmiş, orada da sarkan uzuvların günışığını kapattığı derin bir vadide çok sayıda Neanderthal’e rastlamıştı.
Bu yüzden, bir daha ormanlara girilmedi.
A-aea ormana şöyle bir bakarak sırtını döndü. Ormanın derinliklerinde bir yerde, domuz gözleri hilekâr bir nefret ve kötülük dolu, ürkütücü gözlü hayvan-adam pusuya yatıyordu.
Yoluna biri çıktı. Bu, şef danışmanının oğlu Ka-nanu’ydu.
Omuzlarını silkerek başka tarafa yöneldi. Ka-nanu’yu sevmez, ondan korkardı. Sanki sadece eğlence olsun diye, neticede ne zaman isterse onu alacakmış gibi müstehzi bir tavırla kur yapıyordu ona. Onu bileğinden yakaladı.
“Arkanı dönme güzel kız,” dedi. “Kölen Ka-nanu’yum ben.”
“Bırak gideyim,” cevabını verdi. “Su için kaynağa gitmem gerek.”
“Öyleyse seninle geleyim de hiçbir hayvan sana zarar veremesin tatlı mehtabım.”
Ve itirazlarına rağmen ona eşlik etti.
“Etrafta bir gur-na var,” dedi kıza sertçe. “Bir erkeğin, koruma için eşi olmayan bir kıza bile eşlik etmesi meşrudur. Ben de Ka-nanu’yum,” diye ekledi farklı bir tonda. “Bana çok nazlanma, yoksa sana itaati öğretirim.”
A-aea adamın amansız huyunu biraz bilirdi. Kabile kızlarının birçoğu Ka-nanu’ya muhabbet beslerdi, zira Ga-nor’dan bile daha iri, daha uzundu ve pervasız, zalim bir şekilde daha yakışıklıydı. Fakat A-aea Ga-nor’u seviyor, Ka-nanu’dan korkuyordu. Onun çok fazla yaklaşmasına karşı koymasını engelleyen, ondan korkuyor oluşunun ta kendisiydi. Ka-nanu başka bir ilerleme işareti sergileyecek şekilde, mağrur, kadınlar konusunda başarılı ve onlara hiç de kibar olmayan bir şekilde güç kullanırken, Ga-nor onlara kayıtsız olsa da kadınlara karşı kibar olarak bilinirdi.
A-aea, Kananu’dan bir hayvandan fazla korkması gerektiğini anladı, zira mağaraların görüş alanının hemen dışındaki kaynakta, onu kollarına aldı.
“A-aea,” diye fısıldadı. “Küçük antilobum. Sonunda benimsin. Benden kaçamayacaksın.”
Kız boş yere mücadele edip yalvardı ona. Kızı güçlü kollarına alarak ormanın içine yürüdü.
Kız çılgınca kaçmaya, adamı caydırmaya çabaladı.
“Sana direnecek kadar güçlü değilim,” dedi, “Fakat seni kabile önünde suçlayacağım.”
“Beni asla suçlamayacaksın küçük antilop,” dedi, kız da onun zalim suratında daha uğursuz, başka bir niyet okudu.
Onu giderek ormanın içine taşıdı ve bir açıklığın ortasında durdu, avcı içgüdüsü tetikteydi.
Önlerindeki ağaçlardan, çirkin bir canavar; kıllı, biçimsiz, ürkütücü bir yaratık düştü.
Yaratık yaklaşırken, A-aea’nın çığlığı ormanda yankılandı. Dudakları ağaran, dehşete kapılan Ka-nanu A-aea’yı yere düşürdü ve kaçmasını söyledi. Sonra bıçak ve baltasını çekerek ilerledi.
Neandertal adam kısa, boğumlu bacaklar üstünde ileri atıldı. Kıllarla kaplı suratı, içindeki grotesk insan niteliği yüzünden bir maymununkinden daha çirkindi. Düz, geniş burun delikleri, geriye çekik çene, azı dişleri, hiçbir şekilde bulunmayan alnı, kavisli, inanılmaz omuzlardan sarkan büyük, inanılmaz uzunlukta kollarıyla canavar, korkmuş kıza iblisin kendisi gibi göründü. Maymunsu kafası, Ka-nanu’nun omuzlarına ancak geliyordu, yine de savaşçıdan neredeyse yüz pound ağır çekiyor olsa gerekti.
Saldıran bir yaban sığırı gibi üstüne geldi, Ka-nanu da doğruca, cesurca karşıladı onu. Çakmaktaşı balta ve obsidyen hançerle uzanıp vurdu ama balta bir oyuncak gibi yana itildi, bıçağı tutan kol da Neandertal’ın biçimsiz elinde çomak gibi kırıldı. Kız, danışmanın oğlunun yerden kaldırılıp havaya savrulduğunu gördü, açıklığın karşısına fırlatıldığını gördü, canavarın peşinden atıldığını ve uzuvlarını parça parça yırttığını gördü.
Sonra Neandertal dikkatini ona çevirdi, korkunç şekilde kanla kaplı iri, kıllı ellerini ona doğru uzatarak hantal adımlarla gelirken, tiksinç gözlerine yeni bir ifade yerleşti.
Kaçamayan kız, dehşet ve korkudan başı dönerek uzanıyordu. Canavar, kem nazarlarla gözlerinin ta içine bakarak onu yanına çekti. Kızı omzuna attı ve paytak paytak ağaçların arasına doğru uzaklaştı; yarı baygın kız da onu kurtarmaya hiçbir erkeğin gelemeyeceği inine götürüldüğünü anladı.
*
Ga-nor su içmek için pınara indi. Kayıtsızca ondan önce gelmiş olan bir çiftin, hafif ayak izlerini fark etti. Kayıtsızca geri dönmediklerini de fark etti.
Her ayak izi kendi kişisel niteliğine sahiptir. Adamınkinin Ka-nanu’nunki olduğunu anladı. Öbür iz, mağarasının önündekiyle aynıydı. Resimler yapmak haricindeki her şeyi yapma âdetinde de olduğundan, kayıtsızca merak etti.
Sonra, kaynakta kızın ayak izlerinin kesildiğini ama adamın ormana döndüğünü, öncekinden daha derin izler bıraktığını fark etti. Ka-nanu kızı taşıyordu demek ki.
Ga-nor aptal değildi. Bir adamın bir kızı ormana taşımasının iyi bir niyetle olmayacağını bilirdi. Eğer kız gitmeye gönüllü olsa, taşınması gerekmezdi.
Ga-nor, kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmaya (başka bir ilerleme emaresi) meyilliydi o anda. Belki başka bir adam omuzlarını silker, bir danışmanın oğluna bulaşmanın iyi olmayacağını düşünerek yoluna giderdi. Fakat Ga-nor’un çok az ilgi alanı vardı ve bir kez ilgisi uyandırıldı mı, olayı tamamen anlamaya meyilli olurdu. Dahası, bir savaşçı olarak tanınmasa da, kimseden korkmazdı.
Bu yüzden kemerindeki balta ve hançeri gevşetti, mızrağındaki kavrayışını düzeltti ve yola çıktı.
*
Ormanın gitgide daha derinlerine götürmeye devam etti Neandertal küçük A-aea’yı.
Orman sessiz ve kötüydü, hiçbir kuş, hiçbir böcek bozmuyordu sessizliği. Sarkık ağaçlar arasından hiç gün ışığı süzülmüyordu. Neandertal, hiç ses çıkarmayan yumuşak ayaklar üstünde hızla ilerlemeye devam etti.
Hayvanlar yolundan çekildi. Bir keresinde koca bir piton ormandan kayarak geldi, Neandertal da onun devasa kütlesinde biri için şaşırtıcı bir hızla ağaçlara sığındı. Her nasılsa, A-aea’nın olabileceği kadar bile evinde değildi ağaçlar arasında.
Kızın gözüne, bir iki kez, kendini esir alana benzeyen başka bir canavar ilişti. Anlaşılan, kızın kavminin bulanık şekilde tanımlanan sınırlarının çok ötesine geçmişlerdi. Diğer Neandertal adamlar onlardan sakınıyordu. Hayvanlar gibi yaşadıkları, sadece ortak bir düşmana karşı birleştikleri, bunun da çok sık olmadığı belliydi. Cro-Magnon’ların onlara karşı savaş başarısının nedeni burada yatıyordu.
Kızı bir vadinin içine, dışarıdan gelen ışıkla belli belirsiz aydınlanan ufak bir mağaraya taşıdı. Mağara zeminine kabaca attığı kız, kalkamayacak kadar korku içinde oraya uzandı.
Canavar onu, bir tür orman iblisi gibi süzdü onu. Bir maymun gibi anlaşılmaz sözler bile etmedi ona. Neandertalların hiçbir türden lisanı yoktu.
Ona bir tür et ikram etti—pişmemiş tabii ki. Kız, dehşetten sarsılarak bunun bir Cro-Magnon çocuğunun kolu olduğunu gördü. Onun yemediğini görünce de, koca azı dişleriyle yırtarak eti şahsen yiyip bitirdi.
Yumuşak tenini bereleyerek kızı koca elleri arasına aldı. Kaba parmaklarını saçında gezdirdi, onu incittiğini gördüğünde iblisçe bir sevinçle dolar gibi oldu. Açık tenli tutsağına acı çektirmekten iblisçe zevk alıyormuş gibi saçından bir avuç yoldu. A-aea dişlerini sıktı ve başta yaptığı gibi çığlık atmadı, az sonra da canavar vazgeçti.
Kızın giydiği leopar postu giysi onu öfkelendirmişe benziyordu. Leopar onun kalıtsal düşmanıydı. Onu üstünden çekti ve parça parça yırttı.
*
Bu esnada, Ga-nor, ormanda aceleyle ilerliyordu. Artık koşuyordu, yüzü bir iblisin maskesi gibiydi, çünkü kanlı açıklığa ulaşmış, oradan uzaklaşan canavarın izlerini bulmuştu.
*
Vadideki mağarada da, Neandertal A-aea’ya doğru uzanıyordu.
Kız geri sıçradı, o da kıza doğru atıldı. Onu bir köşeye kıstırdı ama kız kolunun altından süzülüp, sıçrayarak uzaklaştı. Yaratık, hala kız ve mağaranın dışı arasındaydı.
Kız onu geçemezse yaratık onu köşeye sıkıştıracak ve yakalayacaktı. Bu yüzden bir tarafa sıçrar gibi yaptı. Neandertal o yöne doğru hantal bir hareket yaptı, kız da bir kedi kadar çevik bir hareketle öbür yana fırladı ve yanından hızla geçerek vadiye çıktı.
Neandertal, bir böğürüşle peşinden saldırdı. Bir taş, kızın ayağının altında yuvarlandı ve onu tepe üstü düşürdü; daha kalkamadan yaratığın eli omzunu kavradı. Onu mağaranın içine sürüklerken, kurtulma umudu olmadan, vahşice, çıldırmış gibi haykırdı; sadece bir hayvanın pençesindeki bir kadının türden bir çığlıktı bu.
Ga-nor, vadinin ağzına atılırken o çığlığı işitti. Mağaraya süratle ama ihtiyatla yaklaştı. İçeri bakınca kızıl bir delilik gördü. Mağaranın bulanık ışığında, ayakları üstünde çirkin, kıllı, kanla kaplı koca Neandertal, domuz gözleri düşmanına dikili halde ayakta duruyor, ayaklarının dibindeki yumuşa, ak beden, pöstekili canavarla zıtlık oluşturan A-aea, uzun saçı kan lekeli el tarafından kavranarak yatıyordu.
Neandertal böğürdü, tutsağını düşürdü ve saldırdı. Ga-nor da nispeten yetersiz gücünü hayvanın gücünün karşısına çıkarmadan mağaranın dışına geri sıçrayarak karşıladı onu. Mızrağı atıldı ve kolunu yırttı, canavar böğürdü. Yeniden geriye sıçrayan savaşçı mızrağını salladı ve çömeldi. Neandertal yeniden saldırdı, savaşçı yeniden uzağa sıçrayarak, bu kez muazzam kıllı göğse vurdu. Böyle çarpıştı, kaba kuvvet ve vahşete karşı, hız ve zekâ.
Bir keresinde canavarın muazzam, çırpınan kolu Ga-nor’u omzundan yakaladı ve o kolu neredeyse bir süre için işe yaramaz hale getirerek dört metre öteye savurdu. Neandertal peşinden atıldı ama Ga-nor kendini bir tarafa savurdu ve ayağa fırladı. Mızrak tekrar tekrar kanattı ama bu, canavarı sadece öfkelendiriyordu anlaşılan.
Sonra, daha savaşçı fark etmeden, sırtı vadi duvarına dayanmıştı; canavar saldırırken A-aea’nın çığlığını işitti. Mızrak elinden koparıldı ve düşmanının pençesi içine düştü. Koca kollar boynu ve omuzlarını sardı, büyük azı dişleri gırtlağını aradı. Dirseğini düşmanının geriye çekik çenesinin altına soktu ve serbest eliyle tekrar tekrar çirkin yüze vurdu; sıradan bir insanı yere devirecek ama Neanderthal canavarın, farkına bile varmadığı darbelerdi bunlar.
Ga-nor bilincinin çekildiğini hissetti. Korkunç kollar boynunu kırma tehlikesi yaratarak eziyordu onu. Düşmanının omzu üstünden, kızın büyük bir taşla yaklaştığını gördü ve ona geri çekilmesini işaret etmeye çalıştı.
Büyük bir çabayla canavarın kolu üstünden uzandı ve baltasını buldu. Fakat bir araya öyle yakındılar ki onu çekemedi. Neandertal birinin bir çomağı girdiği gibi, düşmanını parça parça kırmaya hazırlıyordu kendini. Fakat Ga’nor’un dirseği çenesinin altına sokuluydu ve Neandertal adam daha fazla çektikçe, dirsek de bu kıllı gırtlağın daha derinine sokuluyordu. Birazdan bu olguyu fark etti ve Ga-nor’u kendisinden uzağa savurdu. Tam o anda da savaşçı baltasını çekti ve umutsuz bir öfkeyle vurarak canavarın kafasını yardı.
Ga-nor, bir an düşmanının üstünde sendeleyerek durdu, sonra kollarının arasında yumuşak bir beden hissetti, onunkine yaklaşan güzel bir yüz gördü.
“Ga-nor!” A-aea fısıldadı, Ga-nor da kızı kollarına aldı.
“Uğruna savaştığım şeyi elimde tutacağım,” dedi.
Böylece, bir kaçırıcının kollarında ormana giden kız, bir sevgili ve bir eşin kolunda geri dönmüş oldu.
 
Üst