CONAN ÖYKÜSÜ--SİYAH GÖZYAŞLARI 4,5,6. bölümler /Sprague De Camp, Lin Carter

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
SİYAH GÖZYAŞLARI...

Önceki Fasıldan Devam... Şartımız şurtumuz yok. Meraklısına hediye o kadar...İlk üç fasıl için şu linke bakabilirsiniz...​


4. ÖLÜMSÜZ KRALİÇE​

Zamoralı Vardanes tepelerin zirvesinde duruyor, dilinin tutulmasına yol açan tuhaf bir manzaraya bakıyordu. Zuagirlere karşı Turanlıların başına bela olan baştan savma pusudan bu yana geçen beş gündür kendisi ve kısrağı için bir iki saatlik bir kestirmeye ancak cesaret ederek deli gibi at sürmüştü. Öyle büyük bir dehşetti ki bu, cesaretini büyük oranda kırıyor, onu ilerlemeye zorluyordu.

Çöl eşkıyalarının hıncını iyi bilirdi. Bir ellerine düşerse, zalim intikamcıların bedeninden alacağı mide bulandırıcı bedel sahneleriyle doluydu muhayyilesi. Nitekim pusunun başarısız olduğunu görünce doğruca çöl içlerine dörtnala kalkmıştı. O iblis Conan’ı Boghra Han’dan hainin adını koparacağını ve kana susamış bir Zuagir kalabalığıyla uluyarak peşinden geleceğini bilecek kadar tanırdı. Eski hain yoldaşlarının peşini öyle kolay bırakmazlardı.

Zayıf da olsa tek şansı Shan-e-Sorkh’un kuş uçmaz, kervan geçmez menzillerine dalmaktı. Vardanes kültürlü, kaşarlanmış şehirli bir Zamoralı olmasına rağmen, çağının servetini çöl haydutlarıyla harcamıştı ve onları iyi tanırdı. Kızıl Diyar’ın adından bile korktuklarını, vahşi muhayyilelerinin onu hayal edilebilecek her türden canavar ve iblisle doldurduğunu biliyordu Çöl bedevilerinin Kızıl Diyar’a niye bunca müthiş bir korku beslediğini ne bilir, ne de bu ölümcül çölde onu fazla izlemekten alıkoyduğu sürece umursardı.

Oysa dönmemişlerdi. O kadar az önlerindeydi ki günler gelip geçtikçe arkasındaki Zuagir atlılarının çıkardığı toz bulutlarını görebiliyordu. Eyerde yiyip içerek, o dar aralık genişlesin diye bineğini tükenişin eşiğine getirecek şekilde hep ilerlemeye zorladı.

Beş gün sonra, hala peşinde olup olmadıklarını bilmiyordu ama çok geçmeden önemi kalmadı bunun. Kendisi ve kısrağının yiyecek içeceği tükenmişti ve tek zayıf umut bu uçsuz bucaksız boşlukta bir gölet bulmak için devam etmekti.

Çöl tozu yapışmış böğürleri kuru çamurla kabuk bağlayan atı bir büyücü iradesiyle sevk edilen ölü bir mahlûk gibi öne doğru sendeledi. Şu anda ölmek üzereydi. Bu gün yedi kez düşmüş, sadece kamçı darbesi yeniden ayağa kaldırmıştı onu. Artık ağırlığını taşıyamadığından Vardanes onu dizgininden çekerek yürüdü.

Kızıl Diyar, Vardanes’ten de korkunç bir bedel almıştı. Bir zamanlar müstehzi, genç bir tanrı kadar yakışıklıyken; cılız, güneş yanığı bir iskeletti şimdi. Kan çanağı gözleri; keçeleşmiş, tarazlanan saçlar arasından bakıyordu. Yarılmış, şiş dudakları bilinçsizce Isthar, Set, Mitra ve envai çeşit tanrıya dualar mırıldanıyordu. O ve ürperen atı başka bir kumul sırasının zirvesine yaklaşırken aşağı baktı ve zümrüt yeşili hurma ağaçları kümeleriyle beneklenmiş sulak, yeşil bir vadi gördü.

Bu bereketli vadinin ortasında, taş surlu ufak bir kent vardı. Şişkin kubbeler ve bodur muhafız kuleleri, içine cilalı bronz menteşeleri güneşi kızıl kızıl yansıtan koca bir kapı konulmuş, sıvalı bir sur üstünde yükseliyordu.

Bu kavrulan boşlukta bir kent ha? Bu boş kırsalın tam ortasında serin, yeşil ağaçlar, yumuşak çimler ve esnek nilüfer havuzlarıyla sulak bir vadi ha? İmkânsız!

Vardanes ürperdi, gözlerini kapattı, yarık dudaklarını yaladı. Bu ya bir serap ya da karışık aklındaki bir hayal olmalıydı. Yine de yarı unutulmuş, uzun zaman önceki gençlik eğitiminden derlediği bir bilgi kırıntısı geldi aklına. Mel’un Akhlat adındaki efsanenin bir parçasıydı bu.

O anı kırıntısını yeniden toparlamaya çalıştı. Shemli özel öğretmeninin sandal ağacından bir sandığa kilitlediği eski bir Stygia kitabında olacaktı. Vardanes, parlak gözlü bir delikanlıyken bile hırs, merak ve uyuşmuş parmaklarla kutsanmış veya lanetlenmişti. Karanlık bir gece, o kilidi açmış, huşu ve tiksinti arası bir duyguyla ezelîlerin kara büyüsünün o mucizevî kara zalimlik sayfalarına dalmıştı. Ejder parşömeninin sayfaları üstünde örümceksi bir elle kaleme alınan metin tuhaf ayin ve seremonileri tarif ediyordu. Sayfalar zamanın şafağında gelişip çöken Acheron, Lemuria gibi kadim büyülü kötülük krallıklarından gizemli hiyerogliflerle ilerliyordu.

Beş köşeli yıldızlarla dolu sayfalar arasında, eski üstatların evrenin sınırları ötesinde hüküm sürdüğü kaostan, yıldızların ötesindeki kara krallıklardan ölümsüz iblis yaratıklarını çekmek için dizayn edilmiş bazı karanlık dua parçaları vardı. Bu dualardan biri gizemli göndermeler içeriyordu: “Güç delisi kadim büyücülerin bitmeyen matemleri için bu yerküreye Öteler’den bir iblis çağırdığı, mel’un şeytan ve iblis mekanı Kızıl Diyar’daki Akhlat… Ölümsüz’ün bugün bile bir dehşet eliyle hükmettiği Akhlat… İlahların bile krallığın tümünü yanan bir boşluğa dönüştürerek hakir gördüğü işi bitmiş, Mel’un Akhlat…”

Vardanes, haşin yüzlü savaşçılar onu yakalayıp, şehri kuşatan taş tepeler halkasından aşağı—nilüfer havuzları ve hurma ağaçlarından bahçeler vadisinden aşağı—indirip, Melun Akhlat’ın kapılarına götürdüğünde hala kesik kesik soluyan kısrağının başı yanında kumda oturuyordu.


5. ZİLLAH’IN ELİ

Conan usulca doğruldu ama bu sefer fark vardı. Önceleri yapışık gözkapaklarını kızgın güneşten korumak için yan yan bakıp, kendisini kavurucu kumların ötesine sendeleyerek ilerletmek için usulca doğrulurken, acı dolu oldu uyanışı.

Bu kez tokluk ve rahatlığın keyifli hissiyle kolayca uyandı. Başı altında ipek yastıklar vardı. Güneşten, ak ketenden yeni bir peştamal haricinde püsküllü saçaklarıyla kalın sayvanlar koruyordu çıplak bedenini.

Vahşet içinde sağ kalması bu yeteneğe bağlı bir hayvan gibi bir anda, tamamen uyanık halde ayağa fırladı. İnanmaz gözlerle baktı çevresine. İlk düşüncesi nihayet ölümün onu sahiplendiği, ruhunun da halkının tanrısı Crom’un bin kahramanın ortasında tahtta oturduğu ilkel cennete dek bulutların ötesine götürüldüğü oldu.

İpek divanının yanında taze, berrak su dolu gümüş bir leğen vardı.

Saniyeler sonra, Conan ıslak yüzünü leğenden kaldırdı ve içinde bulunduğu nasıl bir cennetse, gerçek ve fiziksel olduğunu anladı. Boğazı ve ağzının durumu ona artık çöl yürüyüşünün kavurucu susuzluğunun kahrını çekmediğini söylese de kana kana içti. Bir kervan onu bulmuş ve şifa ve yardım için bu çadıra taşımış olmalıydı. Aşağı bakan Conan uzuvlarıyla gövdesinin çöz tozundan temizlendiğini ve müsekkin merhemlerle kaplı olduğunu gördü. Kurtarıcıları her kimse, o iyileşme sürecinde sayıklayıp uyurken onu besleyip şefkat göstermişti.

Çadıra bakındı. Büyük enli kılıcı bronz bir sandıkta duruyordu. Sessiz ayaklar üstünde, bir tür temkinli orman kedisi ona doğru yürüdü—o anda arkasında bir savaşçı donanımından gelen çınlamayı duyunca dondu.

Müzikal ses bir savaşçıdan değil, çadıra yeni girmiş, şaşkın şaşkın duran narin açık kahve gözlü bir kızdan geliyordu. Kara parlak saçı beline dek bağlanmadan iniyordu ve bu saçların arasına ufak, gümüş çanlar dizilmişti. Hafif çınlama da onlardan gelmişti.

Conan kızı çevik bir bakışla inceledi: Gençti, bir çocuktan biraz halliceydi, şeffaf tüller altında davetkâr şekilde parlayan solgun bir bedenle hem narin, hem güzeldi. İnce, ak ellerinde mücevherler ışıldıyordu. Kaşındaki altın halkalardan ve iri, kara gözlerinin görünüşünden Shemlilere akraba bir halktan olduğunu tahmin etti.

“Oh!” diye bağırdı. “Kalkmak için fazla zayıfsın! Gücünü kazanmak için az daha dinlenmelisin.” Lisanı Shemcenin bir lehçesiydi, arkaik formlarla doluydu ama Shemceye Conan’ın anlayabileceği kadar yakındı.

“Saçmalama be kız, ben yeterince iyiyim,” diye karşılık verdi aynı dilde. “Beni tedavi eden sen miydin? Beni bulalı ne kadar zaman oldu?

“Hayır yabancı bey; babamdı o. Ben Mel’un Akhlat lordlarından Enosh’un kerimesi Zillah’ım. Bedenini Boşluk’un ebedi kumlarının ortasında üç gün önce bulduk,” diye karşılık verdi kız gözlerini ipek kirpiklerle gizleyerek.

Tanrılar, diye düşündü, ne güzel bir kız ama!. Conan haftalardır kadın görmemişti ve şeffaf tüllerce pek az gizlenen kıvrak bedenin tombul çizgilerini samimiyetle inceledi. Bir kızıllık emaresi peyda oldu kızın yanaklarında.

“Demek bana senin güzel elin baktı ha Zillah?” dedi. “Sana ve bey babana merhameti için müteşekkirim. Ölüme epey yaklaşmıştım muhakkak. Bana rastlamanız ne tesadüf?” Fiilen ziyaretle değilse de şöhreti sayesinde güney çöllerindeki her şehri bildiğini düşünmesine rağmen, Mel’un Akhlat adında bir kenti hatırlama çabası başarılı olmadı.

“Tesadüf değildi; seni aramaya geldik aslında,” dedi Zillah.

Sinirleri tehlike algısıyla sızlarken Conan’ın gözleri kısıldı. Zalim, kayıtsız yüzündeki ani sertlikteki bir şey, onun çevik hayvan tutkularının adamı, tanıdığı uysal kasabalılara benzemeyen tehlikeli bir adam olduğunu söyledi kıza.

“Sana zarar vermek istemedik!” diye itiraz etti narin bir elini savunur gibi kaldırarak. “Ama beni izleyin efendi, bey babam size her şeyi izah etsin.”

Bir an için acaba bu insanları Vardanes mi peşine taktı diye merak ederek gergin gergin durdu Conan. Turanlılardan kaldırdığı gümüş, elli Shemlinin ruhunu satın almaya kafi gelirdi herhalde.

Sonra içinde yükselen kan arzusunu bilinçli şekilde yatıştırarak gevşedi. Kılıcını aldı, zırh başlığını omzuna astı.

“O zaman beni bu Enosh’a götür kız,” dedi sükûnetle. “Öyküsünü dinleyeyim.”

Kız odadan çıktı. Conan çıplak omuzlarını dikleştirdi ve arkasından yürüdü.


6. ÖBÜR ÂLEMİN YARATIĞI

Zillah Conan’ı huzuruna yönlendirirken, Enosh, siyah ahşaptan yüksek arkalıklı bir sandalyede, buruşuk, eski bir parşömen üstüne kafa yoruyordu. Çadırın bu bölümü koyu mor kumaşla ayrılmıştı; kalın halılar ayak seslerini boğuyordu. Parlak pirinçten, birbirine dolanan yılanlar desenli katlanır bir tezgâhta tuhaf desenli, siyah bir ayna vardı.

Enosh kalktı ve Conan’ı kibar ifadelerle selamladı. Uzun boylu, yaşlıca, ince ama dik duruşlu bir adamdı. Kafası kar beyazı keten bir başlıkla kaplanmış, yüzü yaştan yol yol olmuş, düşünceden kırışmış, kara gözleri de kadim bir elemle yorulmuştu.

Konuğuna oturmasını söyledi ve Zillah’a şarap getirmesini emretti. Formaliteler bittiğinde Conan aniden sordu. “Nasıl oldu da beni bulmaya geldin Ey şeyh?”

Enosh, siyah aynaya bakındı. “Büyücülükle hiç ilgilenmemiş olsam da evlat, tümüyle doğal olmayan bazı vasıtaları kullanabiliyorum.”

“Nasıl olur da beni ararsınız?”

İnce, mavi damarlı bir eli savaşçının şüphelerini sakinleştirmek için kaldırdı Enosh. “Sabırlı ol da her şeyi açıklayayım dostum,” dedi sakin, derin bir sesle. Alçak bir tabureye uzanarak parşömenini koydu ve gümüş bir şarap kadehini aldı.

İçerlerken ihtiyar adam öyküsüne başladı. “Çağlar önce, bu Akhlat ülkesinden kurnaz bir büyücü, Atlantis’in düşüşünden bu yana bu yeri yöneten kadim hanedana karşı bir komplo kurdu,” dedi usulca. “Kurnazca sözcüklerle, halkın hükümdarlarının—zayıf, kendini düşünen biri—düşmanları olduğunu düşünmesini sağladı, halk da ayaklanarak aptal kralı çamura çaldı. Kendisini Meçhul İlahlar’ın bir rahip ve peygamberi yerine koyan büyücü ilahi vahiyler uydurdu. Tanrılardan birinin yakında Kutsal Akhlat’a hükmetmek için—söylediğine bakılırsa—bizzat yeryüzüne ineceğini iddia etti.”

Conan hırladı. “Siz Akhlatimler gördüğüm başka halklardan az saf değilsiniz galiba.”

İhtiyar adam bezgin bezgin gülümsedi. “Doğruluğuna inanmak istediğine inanmak daima kolaydır. Fakat kara büyücünün planı bir insanoğlunun düşleyebileceğinden de korkunçtu. Hile ve meçhul ayinlerle tanrıça olarak hizmet etmek üzere bu varlık düzlemine Dış Âlem’den bir dişi iblis çağırdı. Bu varlık üstünde büyü kontrolü sağlayarak kendisini onun ilahi iradesinin yorumcusu olarak sundu. Huşuya kapılan Akhlat halkı çok geçmeden eski hanedandan beter bir tiranlık altında inim inim inliyordu.

Conan kurt gibi gülümsedi. “Devrimlerin, sık sık yerini aldığından beter hükümetler inşa ettiğini görmüşümdür.”

“Belki. Her halükarda bu öyleydi. Zamanla da işler daha da zalimleşti, çünkü büyücü, Dış Alem’den çağırdığı iblis Mahluk üstündeki kontrolü yitirdi, o da büyücüyü yok edip onun yerine hükmetti. Bugün dahi o hükmediyor.” Usulca tamamladı.

Conan irkildi. “Yaratık ölümsüz o zaman? Kaç yıl önce oldu bu?”

“Bu çöllerdeki kum tanelerinden çok yıl geçti,” dedi Enosh. “Ve hala tanrıça hüzünlü Akhlat’a hükmediyor. Gücünün sırrı canlı yaratıklardan yaşam gücü emmesinden geliyor. Etrafımızdaki tüm bu ülke bir zamanlar yeşil ve güzeldi; derelerle, şişman sürülerin otladığı çimenlik tepeleriyle sulak bir yerdi. Yaratığın vampirsi yaşam açlığı, içinde Akhlat kentinin durduğu haricindeki ülkeyi kuruttu. Burayı esirgedi, zira suyunu kurutup cansız kabuklara çevireceği canlı yaratıklar olmadan kendisini bu varlık düzleminde tutamaz.”

“Crom!” diye fısıldadı Conan şarap kadehini kurutarak.

“Zira artık asırlardır,” Enosh devam etti, “bu ülke ölü, kıraç bir boşluğa dönüşmüş halde. Gençlerimiz, ağıllarımızdaki hayvanlar gibi tanrıçanın karanlık açlığını dindirmeye gidiyor. Günlük besleniyor. Her gün bir kurban seçiyor ve her gün azalıp eksiliyorlar. Bir kurbana mütemadiyen saldırdığında, bir günden fazla dayanabilir. Bu süre birkaç gün ve bir ayın yarısına dek uzayabiliyor. O yaşam gücü rezervlerini tüketip sonrakine başlaması gerekmeden, en güçlü ve cesur olanlar otuz gün dayanır.”

Conan kılıcının kabzasını okşadı. “Crom ve Mitra, bu yaratığı niye öldürmüyorsunuz be adam?”

İhtiyar adam bezgin bezgin başını salladı. “O yaralanmaz ve öldürülmez,” dedi usulca. “Eti tanrıçanın yenilmez iradesiyle çekerek bir arada tuttuğu maddeden oluşuyor. Bir ok veya bir kılıç onu sadece yüzeysel olarak yaralayabilir; yarayı iyileştirmek onun için basit bir iş yalnızca. Diğerlerini kuru kabuklar halinde bırakarak çektiği yaşam gücü, bedenini yeniden biçimlendirmek için ona korkunç bir iç güç rezervi sağlıyor.”

“Yaratığı yakın,” Conan homurdandı. “Sarayı yakarak tepesine indirin veya onu bir şenlik ateşinin yok etmesi için lokma lokma edin!”

“Hayır. Kendisini kara cehennemi büyü güçleriyle koruyor. Silahı ona bakanı felç ediyor. Nice kez yüz savaşçı Siyah Mabet’e, bu zalim tiranlığı sona erdirmeye kararlı halde sokuldu. Doymak bilmez canavara canlı sofralar olarak hizmet eden kıpırtısız, canlı bir insan ormanı haricinde hiçbir şey kalmadı onlardan.”

Conan huzursuzca kıpırdandı. “İçinizden herhangi birinin bile hala bu lanetli toprakta kalması acayip!” diye gürledi. “Bu lanet sülük uzun zamandan beri kuru vadideki son insani varlığı nasıl olur da kurutmaz? Siz de niye pılınızı pırtınızı bohçalayıp bu iblisli yerden kaçmadınız?”

“Aslında çok azımız kaldı; bizi ve hayvanlarımızı doğal artışın ikame edebileceğinden hızlı tüketiyor. Çağlar boyu dişi iblis, insanları esirgeyerek şehvetini büyüyen yeşil şeylerin dakikalık yaşam gücüyle doyurdu. Ülke bir çöle dönüştüğünde önce sürülerimiz, sonra da kölelerimizle, nihayet bizzat Akhlatlılarla beslendi. Çok geçmeden tükeneceğiz, Akhlat da koca bir ölüm kenti olacak. Ülkeden ayrılamıyoruz da; zira bizi ötesine çıkamayacağımız dar sınırlar içinde tutuyor tanrıçanın gücü.”

Conan başını salladı. Kesilmemiş yelesi bronzlaşmış omuzlarına değiyordu. “Bu anlattığın trajik bir öykü ihtiyar adan. Fakat bunu niye bana anlattın ki?”

“Kadim bir kehanet yüzünden,” dedi Enosh kibarca; tabureden yıpranmış ve buruşmuş parşömeni kaldırdı.

“Ne kehaneti?”

Enosh, parşömeni kısmen açtı ve zamane Shemcesiyle yazıldığını çıkarmasına rağmen, Conan’ın okuyamadığı kadar eski bir yazı formunda satırlar gösterdi. “Ol vakit tamama erdiğinde,” dedi Enosh, “Sonumuz yaklaştığında, dişi iblise tapmak için atalarımızın yüz çevirdiği Meçhul İlahlar merhamete gelecek ve tanrıçayı devirip, onun habis kudretini yok edecek bir kurtarıcı gönderecek. Sen Cimmerialı Conan, o kurtarıcısın…”
 

abolardis

Onursal Üye
12 Şub 2011
6,630
24,406
Üstadım çok teşekkür ederken yeni kitabınızı sabırsızlıkla bekliyoruz.
Çevirileriniz muhteşem.
 

abolardis

Onursal Üye
12 Şub 2011
6,630
24,406
İllüstrasyon mutlaka olsun üstadım imkan olursa.
Kapak resmi ise farklı Conan çizimlerinden derleme olabilirmi ?
Saygılarımla.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
İllüstrasyon mutlaka olsun üstadım imkan olursa.
Kapak resmi ise farklı Conan çizimlerinden derleme olabilirmi ?
Saygılarımla.

Değerli Abolardis,
Şu anda birinci önceliğimiz tüm öykülerin üç cilt halinde yayınının tamamlanması. İnşallah o da daha sonra olur. Ben de sizin gibi düşündüğümden, Howard'ın ölümünün yetmişinci yılından sonra yayınlanan Conan üçlemesinin içindeki resimlerle birlikte kendime bir nüsha hazırladım ama telif nedeniyle bunları yayınlamak mümkün değil.
Kapak resmi konusunda Buscema ve Redondo resimleri önerildi ama telif konusu yüzünden vazgeçtik. İkinci cildin yayını biraz benim seçim dönemi meşguliyetlerim nedeniyle, biraz da ilk cildin istenilen satış grafiğini yakalaması için yayınevinin zaman tanıma ihtiyacında olması yüzünden gecikti. Ama endişeye mahal yok. Bu kez bu işi tamamlayacağız.
Selamlar...
 

abolardis

Onursal Üye
12 Şub 2011
6,630
24,406
İlginiz için ,bilgilendirmeler için çok teşekkür ederim.
Aslan Şükür yardımcı olabilirmi ?
Yada Hikmet bey yada ,Ramazan bey illüstrasyonlara yardımcı olabilir belki.
Sabırsızlıkla bu kolleksiyonluk eserlerinizi bekliyoruz üstadım..
Saygılarımla.
 
Üst