Aquilonialı Conan/L. S. De Camp-Carter/ 2. öykü- Nebthu'nun Kara Sfenksi /10-11-12

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
10. AK DRUİD-KARA BÜYÜCÜ​

Çelimsiz druid o anda bozdu büyüyü. Kollarını açtı, meşe asasını salladı. Conan, bastonun ölü ahşabından taze, genç yapraklar fışkırdığını görünce şaşakaldı bu işe. Diviatix zonklayan bir altın ışık halesinin merkezinde duruyordu. Asasından sıhhatli toprağın, yeşil, yetişen şeylerin kokusu yayılıyordu. Sıcak ışık ve hoş koku, yapay cadı ışığı ile yeraltının eski taş labirentlerine sinen rutubet ve çürüme kokusunu püskürtüyordu.

Kara Çember büyücüleri geriye büküldü, konsantrasyonları bozuldu. Bazıları kaşlarındaki teri sildi. Diviatix sanki o gece içtiği tüm şarap nihayet etkisini gösteriyormuş gibi kıkırdayarak sallandı. Ufak tefek, çirkindi gerçi, yine de bu toplantıya onun hakim olduğuna itiraza mahal yoktu.

Thoth-Amon gülmüyordu artık; kırışık kaşı bir konsantrasyon çatılışıyla bir araya toplandı. Tüm haşmetini takınarak, ikinci bir çıtırtılı yeşil alev ışınıyla vurdu Ak Druid’e. Diviatix bunu asasıyla karşıladı ve tıslayan kıvılcımlardan bir yağmur halinde dağıttı.

Thoth-Amon bir başkasını fırlattı, sonra bir daha, bir daha. Liderlerinden cesaret alan Kara Çember’in önde gelen büyücüleri, Conan’ın grubunu ezmek için kendi yeşil güç demetlerini ölümcül ok yağmurları halinde ekleyerek kalktılar. Zonklayan hale, birkaç saniye için altın bir kalkan gibi bertaraf etti onları. Sonra Diviatix’in takati kesilmeye başladı. O altın parıltısını bozulmamış tutadursun, bazı soğuk yeşil ateş okları Conan ve arkadaşlarının durduğu yer civarında, kuma sıcak yarıklar açmak üzere aradan sızıyordu.

“Ak Büyü güç müsabakasını kaybediyor Cimmerialı!” Thoth-Amon ilan etti.

“Eh, o zaman, takviye vakti galiba.”

Conan kemerinden ışıltılı orichalc metalinden ufak bir kutu çekti. Kutudan muazzam, çok façetalı bir mücevher çıkardı. Zonklayan, parıldayan ve ezilmiş çimlere titrek altın rengi ateş pulları damlatıyor gibi görünen göz kamaştırıcı bir parıltı yayılıyordu bundan. Conan, bu köpüklü mücevheri, onu boğulan birinin yardım elini kaptığı gibi kavrayan Diviatix’e uzattı.

Druid mücevheri alırken, etraflarındaki koruyucu altın ışık kalkanı güçlendi; güneşin kendisininki gibi altın bir ateş parladı ve kara büyücülere vurdu. Bağrışarak geri çekildiler; kimileri baygın veya cansız yığılırken, bazıları gözlerini eşeliyordu. Altın ışıltısı, yu anda insanüstü uzun ve hükmedici görünen ak cübbeli büyücünün etrafına vuruyordu şu anda. Sıralardan ağlamaklı bir feryat yükseldi. Bazıları karşı taraftaki daha ufak kapılardan kaçmaya çabalarken, bazı siyah giyimli kişiler birbiriyle çılgınca boğuşuyordu.

“Kalp!” diye soludu Thoth-Amon solan ve süzülen cılız yüzüyle siyah tahtına çökerek. Yüce büyücü birdenbire yaşlı, çok yaşlı biri gibi göründü.

“Ahriman’ın Kalbi!” diye gakladı.

Conan iştahla güldü. “Dünyanın en kudretli tılsımı olmadan inine girmeyi göze alır mıyım zannettin? Beni hala kırk yıl önce Kuzey’den çıkıp gelen o çiğ, pervasız, aptal genç sayıyor olmalısın!

“Tüm bu yıllar boyunca Kalp Mitraeum kubbesi altında uyukladı. Druid senin komplondan beni haberdar ettiğinde, onu ve oğlumu getirmeleri için haberciler yolladım. Bu muskayla, ihtiyar Diviatix senin büyücülerinden bininin kudretine sahip!

“Mücevheri bunca arzulamanın nedeni de buydu—kendi yüce büyünü arttırmak için değil, sadece sana karşı başkasının kullanmasını önlemek için. Batı İlahlarının bu druidi koca dünyanın ta öbür ucundaki gölge meskeni Stygia’nın kumlu ıssızlığına getirmesinin nedeni de buydu. Başka hiçbir ak büyücü, onu kullananın elinde tutacağı miktarda gücün—birini bir tanrı yapacak güç—çekimine karşı koyamazdı. Bu içki mahmuru ufak tefek adam, tanrıların iradesinin günahsız, mübarek kasesi haricinde hiç kimse!”

Druid’in şahsında parlayan müthiş altın ateş içinde çehresi acayip şekilde büzülüp solan, kurukafayı andıran Thoth-Amon takatini yitiriyordu. Kara Çember’in daha alt seviyeden kimi ustaları ölü veya baygın yatıyor, kimi delice saçmalayıp köpükler saçıyor, kimisi de kaçıp gitme telaşı içinde birbirini pençeleyerek çıkışlara tosluyordu. Diviatix muazzam güçleri bir mercek gibi odaklayan tılsımların kudretli şahını kaldırdı. Işınlar arka arkaya parladı arenada; her okla da bir büyücü can verdi.

Sadece Thoth-Amon sağ ve duyularına hakimdi şu anda. Conan’ın ensesi, Stygialının etrafında toplanan bir gölgeyi görünce karıncalandı—devasa bir yılanın kangalları gibi büyücünün etrafına dolanan bir karanlık topağı. Baş müridini kollamaya Set Baba şahsen mi gelmişti? Thoth-Amon kesik kesik soludu:

“İrade ve tedbir hilafına, en mahir darbemi vurmaya zorluyorsun beni Cimmeria iti!”

Etrafındaki ruhani kangallar, zifiri karanlıkla örtülene dek karardı. Bu gölge pelerini arasında Thoth-Amon’un gözleri kara ateşten ışıl ışıl yıldızlar gibi parladı. Stygialı meçhul, gırtlaksı bir lisanda esrarengiz bir talimat verirken bir serinlik geçti Conan’ın üstünden. İnsan gırtlağı bu tekinsiz, hayvanca lisanı konuşmak için biçimlendirilmemişti asla. Arenanın ruhani sınırsızlığında yabancı sözcükler ileri geri yankılandı.

Tüm gözler arenanın uzak ucundaki kocaman, açık kapıya çevrildi. O esneyen karanlık çukuru ötesinde hantal, korkunç ve akıl almaz bir şey uyanmak üzere kıpırdıyordu şimdi. Thoth-Amon güldü.


11. KARA KAPI’DAN GELEN

Karanlığın derinliklerinden ağır ağır çıkıyordu. Önce onu algılayamadı Conan; çünkü sadece bir karanlık çıkıntısına benziyordu. Oysa toprak ağır adımlarının altında titrediğinden, soyut bir gölge filan değildi bu.

“Crom!” diye mırıldandı Conan dişleri arasından. Yoldaşları ilerleyen suretin müthiş görüntüsünden geriye büzüldüler.

“Tanrılar bize yardım etsin!” diye inledi Diviatix. “Yukarıdaki Siyah Sfenks’in canlı modeli bu! Toprak böyle bir cehennem dölünün ağırlığını taşımak istememiştir asla. Çağlar boyunca bu lanetli yaratığın siyah yeraltı bağırsaklarında yaşadığı düşünüldü! Işık’ın Tanrıları bize yardım etsin artık, zira Ahriman Yüreği bile bizzat Kaos’un evladı olan Siyah Hayvan’ı yenecek gücü veremez bana!”

Conan gözleriyle cesetler saçılı sıraları taradı. Sağ kalan yoktu; Thoth-Amon bile dualarının uyku çağlarından uyandırdığı hayvanın gelişiyle kaçmıştı.

“Arkamızdaki merdivenlerden çıkın!” Conan bağırdı. “Bana şu meşaleyi ver Trocero! Canlanın, çünkü hayvan yetişmek üzere!”

Geldikleri yoldan geriye, enli merdivenlerden yukarıya ve daha önce geçtikleri yüksek koridorda koştular. Onlar koşarken siyah canavarın onları takip edemeyeceği dar geçitler için etrafı kolladı—ama hiç bulamadı. Bu engin salon hayvanı azıcık bile geciktirmezdi; kayadan, canavarın kolay hareket edeceği şekilde yontulmuş bile olabilirdi aslında.

Tek kaçış umutları, dar bir çıkış bulup bulamayacakları belli olmayan karşı uçta kalıyordu. Kılıç elde, topukları dövünen Aquilonia kralı, kuzeydeki anayurdunun soğuk, kayıtsız tanrılarına içinden dua ederek uçsuz bucaksız salondan aşağı koştu.


Kamp, arkasında Gunderli kargıcılar, Aquilonia ve Poitain şövalyeleri ile Bossonialı okçuların çömeldiği ordu ağırlıkları ve kumdan bir setle kabaca tahkim edilmişti. Stygialıların girdap gibi dönen ordusu ne zaman yaklaşırsa sinyal üzerine okçular kalkıyor, artık cesetlerle kaplı kumulların ardına zırh delici oklardan bir salvo yolluyordu. Bossonialıların uzun yayları atlı Stygia okçularınca taşınan daha kısa silahlardan uzun menzilliydi. Ağır Aquilonia okları hedefi bulduğunda, zırh, kumaş ve eti yaşamsal organlara dek deliyordu.

Her halükarda, ordusunun umutsuz durumu hakkında kendisini kandırmıyordu Pallantides. Doğuda, sahte sabahın cılız parıltısı yıldızları solduruyordu. Bu solacak, fakat sonra asıl şafak sökecekti. Atları olmadan Aquilonialılar hareketli, atlı ve ezici sayı üstünlüğüne sahip Stygialıları mağlup edemezdi. Zira adamların yaya olarak kumda didinmek suretiyle düşmanlarıyla kapışmayı denemesi, sadece çabuk bir ölüm kazandırırdı hepsine.

Aquilonialılar şu andaki pozisyonlarını erzakları yettiği sürece koruyabilirdi; zira Stygialıların çemberi yaracak ağır zırhlı adamları yoktu. Oysa şafakla Stygialılar güçlü bir müttefik kazanacaktı: Çöl güneşi. En özenli tayın dağıtımıyla dahi varolan su ikmalleri kısa zamanda içilmiş olacak ve düşmanın gözü önünde daha fazlasını getirmek için adamları Bakhr kıyılarına yollanamayacaktı.

Ne de Bossonialıların okları da ebediyen dayanırdı. Halihazırda sadakları bir iki saat içinde boşalmış olacaktı. Stygialılar sadece hafif ama ölümcül oklarını kamplarına yağdırarak, kapandaki ordunun etrafında çember çizerek kalsalar dahi günün sonunda Aquilonia birliği çaresizliğe düşmüş olurdu.

Oysa Stygialıların başka fikirleri vardı anlaşılan. Atlı okçular birlik birlik Kara Sfenks’e doğru çekiliyordu. Hafifçe ağaran göğe karşı, sadece sallanan kara beneklere dönüştüler, sonra da kumulların ardında gözden kayboldular.

Hepsi kamp etrafından kaybolduğunda, Pallantides ayağının çevikliğiyle dikkat çeken bir askeri keşfe yolladı. Pabuç ve kasık paçavrasını çıkaran adam kamp ve anıt arasındaki en yüksek kumula tırmandı ve rapor vermek için geri koştu:

“Hayır general, çekilmiyorlar. Hepsi o büyük, çirkin, siyah heykelin çevresinde toplandı, generalleri de onlara bir nutuk çekerek yaratığın arkasında duruyor. Bence büyük bir taarruza hazırlanıyorlar; giydikleri kara zırhlar içinde, bir zırhlı süvari birliği benzeri bir şey gördüm.”

Pallantides saatler boyunca ilk kez rahatlayıp soğuk kahvaltılarını telaşlı ısırıklarla yemekte olan adamlarının yanına döndü.

“Birazını oklarımızla, birazını da kargılarımızla durdurabiliriz,” dedi Cenwulf ve Amric’e. “Fakat onların yerini alacak sürüyle başkaları var. Zırhları en sağlam onlar olduğundan, mızraklarını kargı gibi kullanarak şövalyelerimizi ön saflara yerleştireceğiz…”

Fakat daha konuşurken bile kendi sözleri kulağına beyhude geliyor ve şanslarının az olduğunu biliyordu.

Conan da neredeydi ki?


12. SİYAH HAYVAN KATLEDİYOR

Taş gıcırdadı, Kara Sfenksin bağrındaki muazzam kapı savrularak açıldı. Elindeki meşalenin ışığı zincir zırh gömleğinde yanıp sönen ve yalın kılıcının ayna yüzeyinde yansıyan Cimmerialı Conan, kule gibi yükseldi eşiğin üstünde. Arkasına Prens Conn, Kont Trocero ve avcunda hala Ahriman’ın Kalbi’ni taşıyan Druid Diviatix doluştu.

Dışarıda yıldızlar doğuda solmuş, gökyüzü görülür şekilde aydınlanmıştı. Her bir ön pençesi, bir adamın iki katı yüksekliğinde olan taş canavarın devasa köpek ayakları, gövdeden ıraksak açılarla uzanıyordu. Onların ötesinde devedikenleri ve kuru ot öbekleriyle seyrekçe beneklenmiş kumullar vardı.

Heykelin ön ayakları arasında veya ötesinde görünen çölde hiçbir şey kıpırdamıyordu. Başka bir yönden büyük, silahlı bir ordunun sesleri geliyordu halbuki: eyer gıcırtıları, silah çınlamaları; atların kişneyip tepinişleri, develerin homurdanıp fokurdayışları, insan mırıltıları. Birliklerine emirler veren ve yiğit olmaları, kirli tanrıların lekeli, yabancı müritlerini imha için cesaretlendiren Stygialı generalin sesi çınlıyordu tüm bu seslerin üstünde. Haşin, gırtlaksı sesi aydınlanan karanlıkta yankılanıyordu.

Conan bir kulağını kapıya doğru çevirdi. “Peşimizde,” diye soludu, yer sırtlan başlı canavarın adımlarıyla ürperirken. “Thoth-Amon tüm kahrolası Stygia ordusunu toplamış olmalı. Kampa koşarsak bizi görürler, bu da sonumuz olacaktır…”

Titreşimler daha da şiddetlendi. Siyah Sfenksin arkasında toplanan görünmez ordudan trompet çağrıları ve savaş davullarının gümbürtüsü geldi. Stygialılar ilerliyordu.

“Beni izleyin,” diye mırıldandı artık sadece ufak, isli bir alev taşıyan meşalesini söndürmek için kuma sokarak.

Kral, arkadaşlarını heykelin birbirine ıraksayan ön ayakları arasındaki yol boyunca götürdü. Arkalarında, sfenksin göğsündeki aralıkta, hareketli bir karanlık silueti peyda oldu. Unutulmuş kabirlere inen muazzam baca ağzında, kötü kötü bakarak salyalanan canlı bir dehşet yaratığı belirdi. Bir arslanın elli katı büyüklüğündeki mahluk, karanlığın içine baktı ve şafak öncesi meltemini kokladı.

Arkalarına bir bakış Conan ve dostlarının telaşlanmasına yol açtı. “Şu sel yatağı! O tarafa!” diye gürledi Conan işaret ederek. “Bizi görmez belki.”

İşaret ettiği sel yatağına seğirttiler ve nefes almaya bile cesaret edemeden çömeldiler. Tam Stygia ordusu sürüyle davul ve trompet sesiyle harekata başlarken, peşlerinden ayaklarını sürüyerek çıktı canavar. İlk birlikler heykelin ön pençesini geçmişti—ve ondan sadece birkaç metre uzakta, canavara paralel at sürerken buldular kendilerini.

Stygialılardan biri bir nara koyverdi; sonra da diğerleri; ardından dehşet ve hayret naraları doldurdu geceyi. Yay kirişleri çınladı, canavarın etrafına bir ok ve kargı yağmuru yağdı. Bu atışlar sadece böylesi iri bir yaratık için iğne sızısıydı ama postuna çarptılar, öfkelenmesine yol açtılar.

Yaratık ağır ağır orduya döndü ve benzediği taş canavarın canlı yavrusu gibi yükseldi tepelerinde. Sonra aralarına daldı! Koca pençeleri insanlarla atlarını bir kan deryası halinde tepetaklak yere çalarak sağı solu süpürdü. Siyah Hayvan, her adımda bir Stygialıyı kapıp bir ışırışta pelte halinde ezmek için koca kafasını eğerek katliam alanında yürüdü. Hava ezilen atların, dağılan insanların acı ve dehşet çığlıklarıyla çirkinleşti.

Stygialılar cesaretten yana noksan değildi. Dehşete kapılmış olsalar da generalleri umutsuz bir saldırı emri verdi. Hayvan inen pençeleri ve ısıran çeneleriyle menzile gelir gelmez yere çaldı adamları. Nihayet, Stygialılar kaçma telaşı içinde birbirini pençeleyip çiğneyerek dehşetten çılgına döndü. Çoğu ürkmüş at ve develerin çılgın sıçrayış ve çırpınışlarıyla düşürülmüş, kumda yaya olarak didinmeye mecbur bırakılmıştı. Peşlerindense Siyah Hayvan çiğneyip ezerek geliyordu. Hep öldürüyordu... yine öldürüyor, yine öldürüyordu.

Güneşin altın diski Bakhr ardındaki çöl üzerinde yükselirken, canavar katliamı bıraktı. Güneşin düşman ışınları ona değer değmez ürpererek telaşla hareketlendi ve sfenksin göğsündeki koca kapıya sokuldu. Sonra kayboldu, koca taş kapı da arkasından gümleyerek kapandı.

Kaybolan canavarı biraz uzaktan seyretti Conan ve dostları. Sonra yorgun argın kampa döndüler. Canlarını pahalıya satmaya kararlı okçu ve mızrakçı safları halinde oraya sıralanan Aquilonialılar, kurtulduklarına güç bela inanabildi.

Yüklerin birazı çadır yangınlarında yitirilmişti. Stygia oklarından birkaç kişi ölmüştü ama çok daha fazlası yaralanmıştı, zira o hafif, uzun menzilli oklar öldürmekten ziyade sakat bırakmak için tasarlanmıştı. Her yerde cerrahlar hafif yaraları temizleyip sarıyordu.

Birazdan, Conan ve Pallantides toparlanışı organize ediyordu. Kamp etrafında mahzun mahzun dolaşan birkaç sahipsiz at ve deve ele geçirildi, sonra bunlar, Stygialıların atlarının daha çoğunu toplamakta kullanıldı. Bu eylem zarfında, Stygialıların yük katarlarını bıraktığını gördü Aquilonialılar. Bu sayede kısa sürede kendi malzeme kayıplarını telafi ettiler.

Güçleri Ahriman Kalbi ile arttırılan Ak Druid astral duyularıyla ruhlar düzlemini araştırdı. Thoth-Amon’un Kara Çember’in imhasından kurtulduğunu, güneydoğuya, gizemli Zembabwei zenci krallığı yolunda olduğunu söylemek üzere uyandı transından.

Ordu emir bekleyerek hizaya geçti. Değişiklikler vardı. Atların çoğu sağlam Stygia midillileriydi şimdi. Sürücüleri böyle ufak atların taşıması için fazla ağır olduklarındann levha zırhlarını çıkarmış; yerine hafif zırh gömlekler giyiyordu. Üyeleri sevimsiz, çabuk sinirlenen bineklerine huzursuzca bakan, yeni kurulmuş bir deve müfrezesi vardı.

Conan bacaklarını hörgücün önünde kavuşturarak devere rahatça oturuyordu. Trocero’nun bir yorumu üzerine sırıttı.

“Tabii ki bir deveye nasıl binilir bilirim!” diye kıkırdadı. “Bir zamanlar doğu çöllerinde Zuagir bedevilerinin şeflerinden biri değil miydim? Eğer bir deveye iyi davranır, sınırlarını da bilirsen, başka bir hayvanı yönetmekten hiç zor değildir.”

Mavi gözleri çatık kaşlar altından şevkle baktı uzaktaki kum renkli ufka. Yanında, Diviatix katır arabasından ona gülümsedi. Yine içiyordu ama sesi yeterince kararlıydı.

“Işığın Kralları hala seninle Ey Kral!” dedi. Bir Stygia midillisinde oturan Prens Conn’un bulunduğu yere döndü. “Bana kılıcını ver Ey Prens!”

Conn kılıcı uzattı. Diviatix, işaret parmağıyla bıçak kısmına bir run sırası karaladı. Karakterler parlak çelikte simsiyah göründü.

“Bu ne?” diye sordu Conn kılıcını geri alıp merakla ona bakarken.

Diviatix muzipçe gülümsedi. “Soru sorma delikanlı. Dün gece bir rüyada doğa güçlerinden birinin bu sözcükleri yazmamı söylediğini belirtmek kafi. Faydasının sana kanıtlanacağı söylendi. Ve şimdi, elveda!”

Kıpır kıpır bir Stygia kıratını eşkin sürerek geldi Pallantides. “İntikal için hazırız beyim.”

“Emri ver o zaman,” diye gürledi Conan.

“Nereye?” diye sordu Trocero.

Conan, bronz renkli, kaygısız yüzünde ak dişler ışıldayarak sırıttı. “Güneydoğuya, Zembabvwei ve cangıl diyarlarına—gerekirse dünyanın sonuna!”

Ve trompetler çınladı.

SON...


ÖNCEKİ BÖLÜMLER
http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...yku-nebthunun-kara-sfenksi-fasil-1-2-3-a.html
http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...yku-nebthunun-kara-sfenksi-fasil-4-5-6-a.html
http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...yku-nebthunun-kara-sfenksi-fasil-7-8-9-a.html
 
Son düzenleme:

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,039
75,338
hiçbiryerde :)
Robert E. Howard'ın kısa ömrüne sığdırdığı,
şiirsel anlatımı ile inanılmaz güzellikteki
Conan öykülerini dilimize aynı güzellikte
aktaran sevgili Hüseyin Aksakal'ın son
çevirilerini okumaya zamanım olmasa da
ilgiyle takip ediyorum. Destansı satırlara
mutlaka bir göz atıyorum ve bu bile çok
keyif veriyor. Umarım üstadım ilerde bu
çevirilere devam eder ve Conan külliyatımız
daha eksiksiz olur. Bu güzel emekleriniz için
teşekkürler, sevgi ve saygılarımla üstadım.
 
Üst