Aquilonialı Conan/L. S. De Camp-Carter/ 2. öykü- Nebthu'nun Kara Sfenksi /fasıl 7,8,9

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Önceki bölümlerden devam...

7. GÖZLÜ GÖLGELER​

Conan loş, yıldız kaplı geceye çıktı. Şaşkın druid, elinde meşe asası, koşar adım geliyordu arkasından. Silahlı ve temkinli Trocero, beraberinde esneyen prensle gelişini bekliyordu. Pallantides alelacele geliyordu.

“Bu da nedir kralım?” diye sordu General.

“Bilmiyorum, sadece bir şey,” diye gürledi Conan. “Crom lanetlesin; adını koyamıyorum ama birşeyler yanlış...”

“Orduyu uyandırsam mı?”

“Daha değil, bırak adamlar uyuyabiliyorken uyusun. Sadece nöbetçileri yeniden ikiye katla. Biz de kendi nöbet turumuzu yapalım; muhafızlar bir şey görmüştür belki. Pallantides, bana ne tanrı, ne insan, ne de iblisten korkmayan iki sebatkar asker ver.”

Az sonra bir çift Gunderli bir zırh çınlamasıyla esneye esneye yaklaşıyordu. Kayıtsız yüzlü, haşin gözlü, derin göğüslü, iri yarı adamlardı. Conan onlara baktı ve gördüğünü beğendi. Sonra kral başıyla işaret etti. “Gelin.”

Çadır sıraları arasındaki kumlu geçitten inip, kamp alanının kenarına ilerlediler. Fakat nöbetçiler titizlikle dolaşıp, izleseler de hiçbir şey görmemişlerdi orada. O devriye görevine komuta eden Amric konuştu:

“Çakalların uzaklardaki havlamaları haricinde bir şey yok Yüce Kral. Fakat kimileri şikayet ediyor... şey gölgelerden.”

“Ne tür gölgeler?” diye sordu Conan.

Güçlü Kothlu sakalını kaşıdı. “Şey beyim, adamlar diyor ki—aptallık biliyorum—olmayacak yerlerde herhangi bir görülebilir biçim tarafından bırakılmayan gölgeler gördüklerini söylüyorlar. Aptallar gölgelerin onları izlediğinden şikayet ediyor!”

“Gözlü gölgeler! Rüyam gerçekti,” Diviatix inledi.

Conan bıyığının bir tutamını çiğnedi. “Gölgeler ha? Yakında farelerden irkiliyor olacaklar! Neyse sinsi gölgelerinizi bulabilir miyiz diye bir süre bu beylerle devriye gezelim bari!”

Kınında kılıcını gevşeten Conan, kamp çevresinde Trocero, Conn, druid ve iki askerin önüne geçti. Çizmeleri kuru kumda gıcırdıyor, kıtırdıyordu. Askerlerin ellerindeki meşaleler tıslayıp cızırdıyordu. Çevrede yorgun argın yürürlerken, meşale alevleri önleri ve arkalarına telaşlı gölgeler göndererek dalgalanıyordu huzursuz rüzgarda.

Genç Conn birden durdu, babasının kolunu yakaladı ve gösterdi. Conan işaret parmağının gösterdiği yere bakarak homurdandı.

“Ayak izleri! En azından bir casusumuz var görünüşe göre! Zira gölgelerin yumuşak kumda ayak izi bıraktığının anlatıldığını hiç işitmedim daha.”

Trocero kabzasını elledi. “Kralım, borazanı çalıp muhafızları kaldırsam mı?”

“Tek bir casus kol geziyor diye mi? Saçmalama be adam. Haydudu inine dek kendimiz takip edelim. Thoth-Amon’un Set müridlerinin yuvasına rastlarsak, nöbetçileri çağırmaya vakit yeter.” Conan çeliğine asıldı. “Sen!” dedi Gunderlilerden birine. “Geri git ve Pallantides’e nereye gittiğimizi anlat. Peşimizden metin hırsızlardan bir manga yollamasını söyle ona; ama belaya bulaşmazsak uzaktan izlesinler. Sinsi casusu gafil avlamayı umuyorum, onların takırtısı onu bir fersah öteden uyaracaktır.”

Daha fazla telaş etmeden Cimmerialı ayak izlerinin gittiği yöne atıldı. Mukavemet olmadan uzun yürüyüş huzursuz ve pervasız kılmıştı kralı. Diğerleri arkasına doluştu. Birazdan, kumullar üstünden kampın görüş alanı dışına götürdü iz onları.

“Bakın kralım!” Trocero işaret ederek tısladı.

Conan bir homurtuyu boğdu. Bu yorgun bir gözün bulanıklığı, bir gölge hilesi miydi, yoksa önlerinden Siyah Sfenks’e doğru sıvışan siyah kukuletalı ve pelerinli bir beden mi görmüştü?

“Beni izleyin!” Conan gölgenin ardından ağır ağır yürüyerek fısıldadı.


8. GECENİN İÇİNDE KAYBOLAN

Parlak yıldızlar başları üstünde ağır ağır dönerken, Conan ve dostları kaçan suretin izinde hışırdayan kumu çiğnedi. Kaçak, bir çöl hayaleti gibi önden koşturuyor, hep görüş menzillerinin tam ötesinde kalıyordu.

Şu anda bu ıssızlığa hakim olan taş canavar, sırtlan başının kapattığı yıldızları gözden gizleyerek yükseliyordu önlerinde. Kara pelerinli suret, sessizce devasa canavarın uzanan pençeleri arasına sıvıştı. Bir an, kule gibi yükselen sfenksin göğsü önünde belli belirsiz gördüler, sonra taşa karıştı ve kayboldu.

“Crom!” diye soludu Conan, ense tüyleri bir barbarın doğaüstü korkusuyla dikilerek.

Gizem her nasılsa çok geçmeden çözüldü. Taş göğse yaklaşırlarken, pürüzsüz taşta yıldız ışığında güçlükle görülebilen siyah bir yarık teşhis ettiler. Kapandığında canavarın yekpare taşına kaynayacak kadar maharetle yapılmış, bir adamın üç katı yüksekliğinde devasa bir eşikti bu. Yaklaşırlarken kapı görünmez menteşeler üstünde usul usul kapanıyor, siyah yarık da bir saç çizgisi olana dek daralıyordu.

Conan öne atıldı ve kılıç kabzasını yarığın içine sıkıştırdı. Kapanış durdu. Sonra kral parmaklarını yarığın içine sokup asıldı. Kaşından ter boşandı ve kolları, sırtı ve omuzlarındaki iri kaslar zırhı altında kabardı.

Kapı bir gıcırtıyla açıldı. Conan kılıcını düştüğü yerden kaptı ve bir an tereddüt etmeden açık, siyah gırtlağa çıplak çeliği sallayarak daldı. Druid tereddüt etse de, diğerleri takip etti.

Conan kalan Gunderliye döndü: “Bana meşaleni ver, adın neydi senin—Thorus değil mi? Mızrağını şu kapıyı açık tutacak şekilde koy ve kampa koş. Pallantides’e bütün bir bölüğü peşimizden yollamasını söyle. Çabuk ol! Kalanlarınız beni takip etsin!”

Sfenks içinde yekpare taştan yüksek, geniş bir koridoru izlediler. Meşale, kaba taş duvarlara biçimsiz siyah gölgeler düşürerek titredi. Tuzak ve görünmez çukurları unutmadan, geniş bir taş merdivenden çöl kumlarının altında ikinci kata dek inerek koridoru izledi Conan ve arkadaşları.

“Mitra adına, kentte kimseyi bulamayışımıza şaşmamalı,” diye soludu Trocero, “Kara büyücülerin bu labirentte gizlenmekteydi hep!”

Sahiden bir labirentti bu. Koridorlar, bir labirente dönüşene dek çoğalarak, fasılalarla kollara ayrılıyordu. Conan her yön değişiminde cızırtılı meşaleden bir zift lekesi sürüyordu ki dönüş yolunu izleyip, yüzeye çıkabilsinler. Fakat araştırdıkları odaların hepsi boş ve mobilyasızdı. Kara Çember büyücüleri neredeydi?

“Crom!” Conan yüksek sesle şaştı bu işe. “Bundan derin katlar da mı var? Eğer filozofların şu dünyanın yuvarlak olduğu görüşü doğruysa, yakında diğer taraftan çıkacağız galiba!”

Başka bir merdiveni inerken Trocero öğütledi: “Kralım, takviye için dönmemiz gerekmez mi?”

“Belki; fakat önce bu yeri aramak fikrindeyim,” Conan homurdandı. “Çocuklar yakında arkamızdan geliyor olacaklar; şimdiye dek de çekinecek bir şey görmedik. Hadi devam edelim!”

Taş merdivenlerin son katının dibinde, taş sıra katlarıyla çevrili, bir arena kadar büyük, devasa bir salona girdiler. Meşaleyi kaldıran Conan, engin arenanın sadece ufak bir bölümünü aydınlatan dalgalı ışıkta yakındaki sıraları araştırdı. Mekan Conan’a Büyük Tarantia hipodromunu hatırlatıyordu, gerçi dünyanın kabuğu altındaki kokuşmuş siyahlığın dibine gömülü değil, berrak, açık havadaydı ikincisi.

“Bu yeri niye kullanıyorlar dersiniz?” diye mırıldandı.

Trocero cevap için ağzını açtı ama başka bir ses girdi araya. Muzaffer tınısını anlatan derin, güçlü, sakin bir sesti bu.

“Düşmanlarımızın hallinde kullanıyoruz, Aquilonialı Conan!”

Conan gerildi. O kıpırdayamadan, gün ışığı kadar parlak, soğuk, yapay bir ışık tüm arenayı tekinsiz ve kaynaksız bir aydınlıkla doldurarak parladı. Bu aydınlık sayesinde karşı tarafta çember şeklinde dizilmiş, cübbeli ve siyah başlıklı yüzlerce insan bedeniyle dolu taş sıraları gördü Cimmerialı. Sağ tarafta kocaman açık bir kapı esniyordu; çok yukarıda sfenksin göğsünde açılanla aynı genişlikte, esneyen bir karanlık çukuruydu bu.

Tam önlerinde büyücülerin alt sıralarının üstündeki siyah taştan büyük bir tahtta, basit, süssüz yeşil bir cübbe giyen, uzun boylu güçlü kuvvetli biri oturuyordu. Kabak kafası, karayağız teni, kısık kara gözleri ve safkan bir Stygialının şahin çehresi vardı bu şahsın.

“İmparatorluğuma hoşgeldin,” dedi Thoth-Amon gülerek.

Bu esnada, Conan’ın kamptan takviye getirme görevi verdiği ikinci Gunderli Thorus, Nebthu Sfenksinin sadece yüz adım önünde, çark eden yıldızlar altındaki kumlarda, gırtlağında bir Stygia okuyla sessizce yatıyordu.

9. KIZIL STYGİA KILIÇLARI

Pallantides koşuşturan adamlara talimatlar bağırıyordu. Trompetler ötüyor, nal sesleri hışırdayan kumlarda takırdıyordu.

Tam Conan ve arkadaşları siyah sfenkse girdiği anda işler ters gitmeye başlamıştı Önce, Koth ve Ophir’den silah altına alınan birliklerin firar vukuatı geldi. Mevzinin karşı tarafında kamp kurmuşlardı, nöbetçiler tüm birliğin karanlık örtüsü altında, ya bir toplu panik, ya da bir tür önceden kurgulanmış plan dahilinde kaçtıklarını rapor etmek için uçarcasına geldi.

Pallantides sunturlu bir küfür etti. Bir süvari birliğine kaçakları takip emri verdi ama sonra Aquilonialıların atı falan olmadığı ortaya çıktı. Atlı Kothlu ve Ophirliler kendi atlarını almış, Koth ve Ophir’den piyadeler de Aquilonialıların atlarına el koymuştu. Kalan birkaç hayvan da salıverilmiş, firarilerle dörtnala çöle kaçmıştı.

Conan’a eşlik eden iki askerden ilki kralın peşinden gelmeleri için bir süvari mangası talebini iletmek üzere geldi o anda. Pallantides mangasını seçip kralın yolladığı haberleri veriyordu ki öbür nöbetçi bağırarak içeri daldı:

“Silah başına lordum! Kuşatıldık! Stygia orduları tepemizde!”

Kampın her tarafında kasvetli kumullar, çoğunlukla at ve develerdeki kemankeşlerden ibaret adamlar kusmaya başlıyordu. Karanlık, sayılarını tespit etmeyi imkansız kılıyordu. Yaylarını işleterek geniş bir girdap halinde dönüyorlardı kampın etrafında. Karanlık isabetli ok atışlarına engel olsa da Aquilonialılar ok yağmurunda zayiat veriyor, rastgele kampı tahliye ediyordu. Şurada burada bir okun vurduğu biri bağırıyor veya sövüyordu.

Kumulların tepesinde kampa ateşli oklar atan başka Stygialı askerler peyda oldu. Oklar karanlığı kuyrukluyıldız gibi yırttı; bir çadır tutuştu ardından diğeri.

Aquilonialı askerlerin çoğu takviyelerin firarının yol açtığı kargaşa yüzünden zaten uyanıktı. Trompet cayırtıları ve Stygialıların savaş naralarıyla çağrılanlar, tolgalarını başlarına çekip, başlık ve çene bağlarını tokalayarak, duman yüzünden öksüre tıksıra, kızıl yüzlerle sendeleyerek çıktı çadırlardan.

“Ateşleri söndürün!” diye bağırdı Pallantides. “Çadırları sökün! Cenwulf, Ne cehennemdesin?”

“Burada,” dedi Bossonialı okçu komutanı generale doğru sendelerken. “Kral nerede?”

“Mitra bilir; bir casusu izleyerek çöle gitti. Adamlarını dış kenar çevresine yay ve şu koşuşturan kara pelerinlilerin birazını vurun. Kumulun üstündeki şu şakileri indirmek için de bir manga görevlendir. Amric!”

“Burada General.”

“Adamları Bossonialıların dışına çember halinde yay, kargılarıyla diz çöküp bir taarruzu önlemeye hazırlansınlar. Önlerine yükleri istifle ve göğüs siperi için üstüne kum yığdır…”


Thoth-Amon, yeraltı arenasındaki iktidar mevkiinden sertçe gülümsedi aşağıya.

“Çok zamandır Cimmerialı… yolumda duruyordun,” dedi dünyanın en yüce kara büyücüsü. “Kırk yıl önce donmuş kuzeyden bu güney ülkelerine macera aramaya geldiğini gördüm. Seni daha ufak, daha zayıf olduğun o sıralarda ezmem gerekirdi. Gücünün bunca artacağını bileydim, bir büyü patlamasıyla öldürürdüm seni—Kallian Publico’nun evinde işlerime karıştığın ilk seferde veya daha sonra yeniden Zingara Krallığını Kral Ferdrugo’nun aciz ellerinden gasp etme planımı bozduğunda, yahut Kont Valenso’nun Batı Okyanusu’ndaki istihkamında ilk gözüme iliştiğinde, ya da krallığının ilk yıllarında ben Tarantia’da Ascalante’nin kölesiyken. Her halükarda bu kusurlar düzeltilecek artık.”

Conan cızırtılı meşalesini Trocero’ya uzattı ve güçlü kollarını göğsünde kavuşturdu. Yüzü kayıtsızdı; aslansı, kızgın bakışını Thoth-Amon’a dikti.

“Sana öyle geliyor Stygialı,” diye gürledi. “Beni bu kapana çekmek için sınırsız bir çaba harcadın ve kurnazlığa başvurdun. Dediğini yapaydın madem.”

Bir kızgın yılan yuvası tıslamasına benzer bir uğultu dolaştı kara cübbeli kalabalıkta. Thoth-Amon acı acı güldü.

“İyi dedin kuzeyli vahşinin iti! Büyücü dostlarımın, senin hayasızlığına teessüf ettiği nispette ben de serinkanlılığını takdir ediyorum. Fakat ikisi de vadesi çok geçmiş cezandan kurtulmana yardım etmeyecek artık. Daha önce de sık sık yolumu kestin; küçük oyunumuzun son sahnesi bu. Kralları gibi, Aquilonia ordusunu da pusuya düşürdüm. Biz şakalaşaduralım, askerlerim kampını muhasara ediyor. Burada bir hanedandan çoğu sona eriyor bu gece; bir krallığın silahlı gücü de imha ediliyor.”

Conan omuz silkti. “Belki. Fakat sinsi yılanların yetmez korkarım; benim uzun şövalyelerim onların eğri dişlerini kolayca çekecektir. Askerlerimin şu saatte kızıl bir hasat biçiyor, şüphem yok buna—”

“Sadece kılıçlarla savaşmıyorum—”

Thoth-Amon bir elinin parmaklarıyla işaret ederek gülümsedi. Parmak uçlarından bir zümrüt ateşi oku fırladı. Arenanın karşısına uçarak Trocero’nun elindeki çıplak kılıca çarptı. Yeşil ışında yıkanan çelik kıpkırmızı parladı. Trocero bir küfürle sıcak kılıcı düşürdü ve su toplayan parmaklarını ağzına götürdü.

“—büyüyle de savaşıyorum,” diye neticelendirdi Thoth-Amon.

Conan kasvetli bakışını Thoth-Amon’un parlak gözlerinde tutmaya devam etti. “Büyüyle savaşmanın tek yolu,” diye homurdandı, “Büyüdür.”

Conan’ın yanındaki silik, kukuletalı adam, kara pelerinini ak bir cübbe ve meşe yaprağı tacı açığa çıkarmak üzere atarak öne çıktı. Kara büyücüler tıslayarak geriledi.

“Pictland’dan bir Ak Druid bu!” dedi uğultunun üstünde bir ses.

“Öyle sahiden,” dedi Thoth-Amon sertçe. “Hislerim beni yanıltmıyorsa, Diviatix’ten başkası değil.”

“Diviatix!” Çığlık yüz gırtlaktan çıktı. Büyücüler prensinden bir işaret üzerine sessizliğe gömüldüler. Yüzlerce gözün basıncı aktı Conan’la dostlarının üstüne. O siyah, ışıltılı gözlerin sessiz, yoğunlaşmış gücü yıldırıcıydı.

Conan’ın teni karıncalandı. Donmuş kuzey cehennemlerinin birinden esen hafif, soğuk yeli andıran bir serinlik esiyordu yüreğine. Teninde bir uyuşukluğun teninde algıladı. Görüşü bulandı; yüreği tekledi. Arkasında genç Conn kesik kesik soluyor, sendeliyordu.

“B-büyü!” diye soludu Conan. O yoğun, parlak gözlerden gelen habis güç eziyordu onu. Başı dönüyordu. Adalelerinden demirin çekildiğini, arena zeminine yığılıp kalacağını sandı bir an.

Önceki bölümler için bakınız:
http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...yku-nebthunun-kara-sfenksi-fasil-1-2-3-a.html

http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...yku-nebthunun-kara-sfenksi-fasil-4-5-6-a.html
 
Üst