Aquilonialı Conan/L. S. De Camp-Carter/ 2. öykü- Nebthu'nun Kara Sfenksi /fasıl 4,5,6

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
NEBTHU'NUN KARA SFENKSİ... Önceki bölümden devam ediyor...

4. ÖLÜM NEHRİNİN ÖTESİ​

Shem ve Stygia arasındaki hududu, Styx’in karanlık, kaygan suları çizer. Kimileri sazlıklardan yükselen yapışkan buğunun hasmane olduğunu; başkalarıysa çamurlu suların tüm yaşam biçimleri için zararlı olduğunu, bu yüzden içinde hiç balık veya başka yaratık yüzmediğini söyleyerek Ölüm Nehri diyordu ona. Bu ikincisi doğru değildi, zira gece vakti sahil boylarındaki biri pullu timsahların haşin homurtusunu, güçlü su aygırlarının gümbürdeyen horultusunu işitebilirdi. Fakat şurası kesindi; sular insan sağlığına zararlıydı ve bu sularda yıkananlar çok geçmeden helak edici, dermansız illetlere maruz kalıyordu.

Styx’in membaının nerede doğduğunu kimse bilemiyordu. Stygia’nın sarımtırak kum tepelerinin epey güneyinde, Keshan ve Punt’un ardındaki ormanlık bölgelerde bir yerlerde doğuyordu. Kimileri onun fanilerin topraklarında süzülen bir karayılan gibi akmak üzere, Cehennemin ta kendisinden çıktığını fısıldıyordu.

Şafak doğu ufkunu kızıllaştırmadan intikal halindeydi Conan. Koca siyah atındaki Kral, Bubastes Sığlığı’ndan ötesindeki alçak, sazlık sahile geçti. Karşı yakada ufalanmış çamur tuğladan yarı viran bir karakol vardı. Bir zamanlar bu istihkam geçidi korumuştu ama meş’um Stygia Krallığındaki çalkantılar ihmal edilmesine yol açmış ve tamir edilmemişti. Stygialılar yabancıları sınırlarından uzak tutmak için çevik hareket eden atlı devriyelere güveniyordu ama bunlardan hiçbiri ortalıkta görünmüyordu şu an.

Karakolun sağında solunda şafak yelinde çağıldayan sarı kış başaklarından tarlalar uzanıyordu. Sağ tarafta orta mesafede kum renkli arkaplan önünde güçlükle görülebilen ufak, kum renkli tuğladan bir köy çömeliyordu nehir kıyısında. İleride, toprak Styx’ten hafifçe yukarı meyillenirken; hurmalar, çalılıklar ve zirai bitkiler yerini, kademe kademe devedikeni ve diğer çöl bitkilerinden bir düzensizliğe bırakıyordu.

Conan, yanında Trocero ve Kara Ejderler komutanı ve yardımcı komutan Pallantides ile bir tepeciğin yamacından yukarı mahmuzladı atını. Aquilonia ordusu uzun, çifte sütun halinde birlik birlik sığlığı geçerken kasavetle seyretti. Her piyade birliği sudan çıkarken, yüzbaşıları onları sığlık boyunca boş bir noktaya dek götürdü. Adamlar orada oturdu, çizmelerini çıkarıp ayakları ve giyeceklerini kuruttu. Kral böyle emretmişti. Adamlar bu tuhaf işleme mırın kırın etti. Fakat bu civarda daha önce bulunan Conan, Ölüm Nehri’nin siyah sularında gizlenen illetlere karşı hayati bir önlem sayıyordu bunu.

Bu esnada birkaç hafif süvari birliği, olası sıkıntıları gözlemek için nehrin aşağısı yukarısı ve karanın içlerine doğru devriyeye eşkin adım çıktı. Conan’ın yanında eyerde oturan Kont Trocero bıyığını çiğnedi. Sonunda konuştu:

“Kralım, düşüncelerinizi bizimle paylaşma vakti gelmedi mi?”

Conan kasvetle homurdandı ve başını salladı. “Evet dostum, uzun süre bir şey izah edilmeden bıraktım sizi.”

“Öyleyse Mitra adına, niye şu mel’un Stygia’dayız?” diye sordu Pallantides.

“Çünkü bu ülke bizim gizli düşmanımız büyücü Thoth-Amon’un ülkesi.”

Yakındaki iğdiş atının üstünde oturan Conn kulak kabarttı. “Thoth-Amon!” diye bağırdı. “Seni ele geçirmek için beni kaçıran ihtiyar Pohiola cadısının beni götürdüğü kişi değil mi o?”

“Sadece bir Thoth-Amon var,” dedi Conan kasavetle, “ Ve Crom biliyor arz onsuz daha temiz olacak. Ak Druid onun komplolarına karşı ikaz getirdi.”

“Şu iğne bacaklı ufak, yaşlı ayyaş Diviatix’i mi kastediyorsun?”

“O iğne bacaklı yaşlı ayyaş, çağımızda dünyada yaşayan en müstesna ak büyücüdür,” dedi Conan. Trocero yutkundu ve sendeleyen ihtiyar ayyaşa yolundan defolmasını hırladığı zamanları hatırlayarak ürperdi. Conan sertçe devam etti:

Pictland’daki Büyük Koru’nun kahini, Pantho’nun çılgın saldırısının ardında Stygialı büyücünün olduğunu keşfetti. Büyücü Pantho’ya ya rüşvet verdi, ya da kara sanatlarıyla aklını ele geçirdi.”

“Ama ne amaçla?” diye sordu Trocero. Pallantides bir sonraki yürüyüş için orduyu düzene sokmak için tepenin dibine at sürmüştü. Conan devam etti:

“Sadece beni Tarantia’dan uzaklaştırmak için bir şaşırtmaca. Stygialı, Zingaralılara karşı sana katılmak üzere at süreceğimi biliyordu. Pantho ve benim iki üç hafta kadar tepelerde saklambaç oynayacağımızı, Tarantia hakkında tasalanmaya vaktim olmayacak kadar meşgul olacağımı umuyordu—”

“Tarantia! Kraliçe ha?”

“Sakin ol be adam. Zenobia ve kraliyet varisleri güvende. Fakat Tarantia’da Thoth-Amon’un yeryüzündeki her şeyden fazla—benim canımdan bile fazla—istediği bir şey var. Yokluğumda onu ele geçirmeyi umdu. Dünyanın en zeki hırsızlarını—Yüce Arenjun Loncası—o şeyi çalmak için tuttu.

“Fakat Thoth Amon hesabı yanlış yaptı. Pantho’yu bu kadar çabuk ezeceğimi de, Nuadwyddon kahininin, Ak Druid’i beni komplodan haberdar etmeye yollayacağı gelmedi aklına. Ne de bahar yağmurlarının usta hırsızlarını geciktirip, hassas zamanlamasını bozarak Zamora dağ geçitlerini tıkayacağını biliyordu.

“Kuzeyde, Poitain zirvelerinde Pantho’yu takip ettiğimi zannediyor daha. Beni planından bihaber zannettiğinden başka türlü olacağından şüphelenmesine sebep yok. Ak Druid Stygia’ya inişimizi Stygialının büyülü görüşü için görünmez, görünmez olduğu kadar da mümkün kıldı. Şans yardımıyla yüz fersah mesafesinde olduğumuzu öğrenmeden kapılarına dayanacağız.”

“Böyle umutsuzca istediği şey de ne?” diye sordu Trocero.

Ben biliyorum Kont!” dedi delikanlı. “O—”

Pallantides tırısla geldi ve selamladı. “Ordu ağırlıkları nehri geçti Ey Kral!” dedi general. “Adamlar intikale hazır.”

Conan başını salladı. “Haberi aktar: nehir boyunca üç fersah, Bakhr denilen ufak kola varana dek doğuya. Sonra o dereden yarım fersah güneye. Ben yakında geliyorum.”

Conan içerilere, şafağın kızarttığı gölge meskeni Stygia menzillerine baktı.

“Seneler içinde iki kez,” dedi dalgın dalgın, “bu mel’un harap kabirler ve kayan kumlar diyarından gelen bir komplo tahtımı hedef aldı. Bu kez savaşı düşmanımın eşiğine taşıyacağım. Belki büyüsü bize ölüm getirecek ama zannetmem. Işık İlahları yanımızda savaşıyor. Ve ister ölüm gelsin, ister zafer; Thoth-Amon’a kendi ininde meydan okuyacak ve bir metrelik kaliteli Aquilonia çeliğini bağırsaklarından büyüyle uzak tutabiliyor mu göreceğim!”

Borazanlar öttü ve orduya katılmak için yamaçtan aşağı at sürdüler.


5. TÜRBELER KENTİ​

Bir lanet, tehdit eder gibiydi Stygia’yı. Aquilonialı askerler, içlerine ilerledikçe bunu daha da fark etmeye başlıyordu. Anlatması güç bir şeydi bu: tüyler ürperten bir rüzgardaki alaycı fısıltılar, anlaşılmak için fazla pes perdeden konuşan uğultulu sesler. Hafif, fısıltılı rüzgarlar kumullar arasında sinsice dolanıyor, hurma yapraklarını tıngırdatıyordu. Sırtlarındaki görünmez gözlerin bunaltıcı hissi vardı askerlerde. Güneş ak, ince bir sirrus bulutu peçesi ardından insafsızca bakıyor, kuru hava yürüyüşçülere daimi bir susuzluk hissi veriyordu.

Başka bir köyü—esmer tenli sakinleri, zırhlı orduyu görür görmez mızırdanarak çöle kaçan alçak, kum renkli çamur kulübeler karmaşası—geçtiler. Ordunun yaklaşması üzerine birkaç canavar timsahın ağır ağır içine süzüldüğü Bakhr’ın, ufak, durgun, çamurlu bir su yolu olduğu meydana çıktı.

Ordu içerilere—güneye—döndü ve komşu sazlık sahille çalılıkları aşarak akarsu kolundan yukarı yürüdü. Adamlar huzursuzca homurdanıyor, muskalarını yokluyor yahut içlerinden dua ve formüller mırıldanıyordu. Yine de gölge mekanı Stygia’nın daha da içlerine ilerlemeyi sürdürdü görev kuvveti.

Prens Conn güneşe göz attı ve babasına yetişmek için tırısa kalktı. “Baba güneye gitmiyor muyuz?”

Hırlayarak tasdik etti Conan.

“Ama,” diye devam etti delikanlı. “Şu Thoth-Amon’un buranın epey batısındaki Khajar denilen vahada yaşadığını duyardım hep!”

Conan omuz silkti. “Delikanlı, mürebbiyelerin sana harita okumayı öğretmiş hiç değilse. Ama Thoth-amon artık o kızıl fesat lağımında yaşamıyor. Şimdi Nebthu’ya kuruyor inini.”

“Nebthu mu?”

“Güneyde harap bir kent; yakında orada olacağız. Yıllar önce, delikanlı, Thoth-Amon bu ülkede iktidara yükseldi ve gizli karargahlarının Nebthu’da olduğunu söylediğim dünya çapında kara büyücü loncası Kara Çember’in prensi oldu. Bu kutsuz kardeşliği idaresi altında daha rahat tutmak için, ininden batıdakı Nebthu’ya geldi.

“Bir keresinde büyülü güç yüzüğünü kaybetti ve büyücüler arasındaki düşmanları onu kovdu. Kölecilerin ellerine düştü ve evinden Aquilonia’ya dek getirildi.”

“Kılıcındaki anka kuşu olmasa seni öldürecek olan iblisi yollayan o değil miydi?”

“Aynen. Rastlantı eseri Thoth-Amon yüzüğünü yeniden ele geçirdi ve Khajar’a döndü. Bu esnada rakip bir büyücü, karargahını Khemi’de kuran Thutothmes yükselmişti Kara Çember idaresine. Thutothmes, gücünü Ahriman’ın Kalbi denilen kudretli bir tılsıma dayandırıyordu.

“Bir süreliğine Kara Çember iki hizbe bölündü; Thutothmes’inki ve Thoth-Amon’unki. Fakat aralarındaki savaş doğru düzgün başlamadan, Thutothmes beni öldürmek için oraya dek takip eden Khitaili büyücülerden bir taifeyle çatışırken can verdi. Khitaililer de öldü, ben de Kalp’i Tarantia’ya geri götürdüm.

“Şimdi nasıl olduysa Thoth-Amon yeniden dünyanın tüm kara büyücülerini kendi müttefik halkasına çekmeye çalışarak Kara Çember’in yönetimini yeniden ele geçirdi. Kehanet, onun Nebthu’da olduğunu söylüyor bana.”

Conn dalgın dalgın başını salladı. Dikkatle dinleyen Kont Trocero sordu:

“Bu kent iyi korunuyor mu?”

Conan omuz silkti. “Mitra bilir. Kulağıma gelen son söylenti uzun zaman önce terkedildiği ve harabeye dönüştüğüydü. İhtimal, büyücüler onu yeniden inşa edip surlarını yamamıştır. Fakat öyle bile olsa, arkamızda on bin keskin kılıçla onu zaptedebileceğimize eminim.”

“Aynen öyle yapacağız muhtemelen,” dedi arkalarında sarsılarak ilerleyen katır arabasındaki druidin tiz sesi.

Trocero her zamanki gibi sarhoş görünen ufak adama bakmak için eyerinde döndü. Kont zoraki, kibar bir gülümsemeyle mırıldandı:

“Bu boş, mel’un ülke hoşuma gitmiyor.” Conan cevap vermedi; sessizce ilerlemeye devam ettiler.

Gözcüler rapor vermek için saflara dörtnala döndüğünde güneş alçalıyordu. Nebthu ölüydü.

Çok geçmeden ordu harabelerin görüş mesafesine girdi. Bir zamanlar kenti kuşatan dev sur, sadece bir zamanlar kapıya komşu koca kuleleri ayakta bırakarak ufalanmıştı. Sırıtan canavarların, kem nazarlarla bakan gargoyle maskeleriyle süslü bu kuleler, akan kumlarda yükseliyordu hala.

Harabelerden yükselen ve pırpır ederek kaçan birkaç kuş haricinde yaşam izi yoktu. Ne pişirme ocaklarından duman çıkıyordu, ne nizamiye ateşlerinden. Çatılar çökmüş, yapılar sadece ufalanmış kilden tuğla tümsekleri bırakarak çürümüştü.

Conan’ın atı yoldaki yuvarlak, ak bir taştan ürktü. Siyah atın toynakları ona sürtününce, durmadan önce biraz yuvarlandı. Siyah delikler bakıyordu yukarıya. Unutulmuş mezarlar kenti Nebthu’ya layık bir simge olan bir kurukafaydı bu. Koşuşturan akrep, sürünen kum engereği ya da bir ihtimal uzun zamandır gömülü Stygia krallarının gezgin hayaletleri haricinde hiçbir şey hareket etmiyordu burada.

“Şimdi ne yapıyoruz?” diye mırıldandı Poitain Kontu.

“Kamp kurun ve Bakhr’dan su getirin,” diye homurdandı kral. “Sonrasına bakalım.” Kafatası sessiz bir alayla onlara doğru sırıttı.


6. VİRANELİKTE ÇÖMELEN

Harap kentin kırık dökük surlarının dışında kamp kurdular. Conan savaşçılarının Stygia metropolünün kumlu sokakları ya da molozlarla tıkalı meydanlarında kolay kolay uyumayacağını biliyordu. Büyüsel etkiler çoğu zaman bir kadim harabe etrafında uzun süre kalırlar, dünyadaki tüm diğer ülkelerden ziyade, çağın menfur Stygia’sının gerçeğiydi bu.

Bir askeri birlik atlara yem olarak Bakhr kıyısında yetişen tüylü sazlardan kucak dolusu keserken, devriyeler Nebthu surları çevresindeki çölü keşfe çıktı. Çok geçmeden, kum tepelerinin ortasında bir şey yaşamadığını veya kıpırdamadığını bildirmek üzere atlarını geri sürdü devriyeler. Bununla birlikte, viranelerde bir şey bulmuşlardı; devasa bir put veya anıt. Öğleden sonra sona erip yemek ateşleri kampı aydınlatırken Conan araştırma için bir gruba önderlik etti. Taş canavara yaklaşırken Conan’ın iri, siyah atı irkildi, gözlerini devirdi ve kulaklarını arkaya yatırdı.

Crom, Mitra ve Varuna!” dedi Conan kızıl günbatımı göğüne karşı önlerinde karaltısı yükselen taş deve bakarken. Trocero sövdü; Ak Druid’e gelince, Nuadens, Danu ve Epona’ya yakardı ve kendini takviye etmek ister gibi tulumundan hızlı bir yudum aldı.

Heykel, viraneliğin ortasında bir tür ilkel canavar gibi çömeliyordu. Kehribar veya bazalta benzeyen bir nevi düz, parlak siyah taştan yapılmıştı. Şekli sfenksi andırıyordu ama başı ne bir aslan, ne insana değil; uzun kafatası, yuvarlak kulakları ve koca çeneleriyle bir tür yırtıcı hayvana aitti. Köpek gibi çömeliyordu; güya bir tür cılız çakaldı.

“Bu berbat ülkenin kara büyücülerinin hepsi İhtiyar Yılan Set’e tapar sanıyordum,” dedi Trocero. “Bu cehennem tohumu iblis yaratık da ne?”

Diviatix gözlerini ovuşturdu. “Cerunnos’un boynuzları adına. Kaos’un gulyabani sırtlanı bu!” dedi. “İnsan elleriyle yontulmuş suretini göreceğimi hiç zannetmezdim.”

Conan solan alacakaranlıkta daha dikkatli bakınca, sırtlan-sfenksin yontucusunun aslına sıradışı bir sadakatle bağlı kaldığını gördü. Hayvanın gevşek dudakları, sanki her an kalkıp salyalar akıtarak üstlerine saldıracak gibi, kör, kemikkıran dişleri sergilemek üzere hafifçe geri çekiliydi. Conan’ın ense kılları kıpırdadı ve uğursuz bir alametin soğuk esintisi kanını soğuttu.

“Artık gidelim,” diye gürledi kral, “Yoksa bu kara ucube düşlerimize girecek bu gece.

Günbatımı korları için için yanıyor; alacakaranlık, Stygia kumlarını kefen gibi sarıyordu. Gök kubbeyi tuhaf şekilde yabancı takımyıldızlardaki sürüyle kırmızı, yeşil ve beyaz renkte, parlak yıldıza bırakarak batan ve görüş alanından çıkan güneş, yeni ay tarafından yakından takip edildi.

Bir çadır kasabası peyda olmuştu Nebthu civarındaki çölde. Mutfak ateşleri solgun kumlara canlı, turuncu bir parıltı düşürerek parlıyordu. Sükunet halindeki ordu tayınını yedi ve battaniyelerine sarınıp huzursuz bir uyku aramak üzere uzandı. Nöbetçiler—olağan sayılarının iki katı—temkinle etrafı adımlıyordu. Çöl gecesi boş, karanlık ve sessizdi; fakat canlıydı—ve bekliyordu.

Günler süren mecburi yürüyüşten yorulan Conan, uyuyamayacak kadar huzursuzdu. Geceyarısından sonra kalktı ve bir kandil yakması için bir hizmetli çağırdı. Kendisine ufak bir maşrapa şarap koydu ve sanki barbar içgüdüleri bir tür görünmez tehlikeye karşı onu uyarıyormuş gibi, duyuları temkinle karıncalanarak kamp taburesine oturdu.

Bir küfür homurdanarak pantolonunu ve keçeli içliğini geçirdi üstüne. “Zırhım,” dedi hizmetkara. “Hayır hayır, levha değil, zincir zırh. Bu gece yaya gezeceğiz.”

Hizmetçinin sürüyle bağı tokalaması çok fazla süreceğinden ve büyük ağırlığı yaya haldeyken onu yavaşlatacağından tepeden tırnağa şövalyece görünmeyi önemsemedi. Çizmelerini, çelik başlığı ve kılıç askısını kuşandı, bir an kara kara düşünerek durdu. Sonra kasasının kilidini açtı ve Mitra rahiplerinin Tarantia’dan getirdiği ufak orichalc kutuyu aldı.

En yakındaki çadırlara giren Conan Trocero ve Conn’u sarsarak uyandırdı. Sonra Ak Druid’i uyandırmaya gitti. Bir battaniyeye sarılmış ve bir mangal önünde titreyerek tortop olmuş halde, enikonu uyanık buldu küçük adamı. Diviatix’in kafası, Conan’ın haşhaş tütsüsü başında sersemlemiş gördüğü Khitaililer kadar karışık gibiydi.

“Kalksana druid!” dedi. “Tehlike seziyorum.”

Ligurean rahibin sarkık yanakları solgundu, gözleri boş ve dalgındı. Siyah, görmeyen bir bakışla baktı karanlığa.

“Gözler,” diye fısıldadı. “Gözlü gölgeler. Gecede kötülük var...”

Conan kambur bedeni omzundan sarstı. “Kalksana rahip! Yine sarhoş musun yoksa?”

Diviatix gözlerini kırpıştırdı ve halsizce güldü. “Sarhoş mu? Danu Ana’nın memeleri adına; bu ordunun yarısını sarhoş etmeye kafi miktarda şarap içtim ama tamamen ayığım!” Conan ürperdi ve karanlığın içine bakarak süratle döndü. Fakat orada—gölgeler hariç—hiçbir şey yoktu.


Önceki bölüm için link...
http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...yku-nebthunun-kara-sfenksi-fasil-1-2-3-a.html
 

akyıldız

Süper Üye
15 Nis 2010
1,773
2,614
Sevgili Hüseyin Aksakal, Conan macerasını devam ettiriyor. Biz de coşkuyla peşinden geliyoruz. Çok teşekkürler.
 

ekenciz

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
13 Eyl 2009
2,988
13,484
Conan'ın ve ve King Kull'un hikayelerinin babası Türkçede siz desek yeridir. Çok teşekkür ederim.
 
Üst