Aquilonialı Conan/L. S. De Camp-Carter/ 2. öykü- Nebthu'nun Kara Sfenksi /fasıl 1,2,3

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
1. KURUKAFALAR BÖLGESİ

Gece, çiğnenmiş, kandan ıslak Zingara toprağında abanoz bir tabut örtüsü gibi uzanıyordu. Uçan sis şeritleri arasındaki ayın soğuk, ak kafatası, eski püskü bir kefen ardındaymış gibi bakıyordu bir dehşet sahnesine. Zira sığ Alimane’ye dek inen dalgalı, çıplak ova, sereserpe yatan pıhtı lekeli insanlar ve atlarının cesetleriyle tıka basa doldurulmuştu. Kimi pıhtılaşmış kan havuzlarına kapaklanmış; kimi de alaycı ayın sırıtkan çenelerine bakan ölü gözlerle sırtüstü yatıyordu cansız şövalye ve toprak sahiplerinden yüzlercesi. Leşçiler katır kutur ısırıp çabucak yerken, srtlanların çirkin neşesi durgun havada tuhaf şekilde çınlıyordu.

Zingara’nın bu sıkıcı kuzeydoğu köşesinde pek az kişi yaşardı, bu az kişi de savaşla geçen asırlar ve Alimane karşısındaki Poitain’den akınlarla iyiden iyiye seyrelmişti. Bölge, büyük oranda kol gezen kurt ve sinsice yürüyen leoparlara terk edilmişti. Orta Zingara’da bazı tepeleri mesken tuttuğu rivayet edilen yarı insan gulyabanilerin, son dönemde bu bölgede de görüldüğünü fısıldıyordu kimileri. Hem gulyabaniler, hem de sırtlanlar için bir şölen sofrası vardı bu gece.

Zingaralılar Kurukafalar Bölgesi diyordu bu netameli bölgeye. Daha önce adını hiç bu kadar hak etmemiş, yakıcı kumlar hiç böyle kana kana ılık kan içmemişti. Daha önce hiç bu kadar doğranmış yahut oklarla delinmiş insan, kemikleriyle soğuk, boş araziyi kaplamak üzere feryadü figan inmemişti Cehennemin kızıl yolundan.

Ve Guarralid Dükü Pantho’nun şaşaalı imparatorluk düşleri karanlıkta boğulmuş, abartılı hırsının ateşi kanla söndürülmüştü burada. Zingara tahtı boştu. O ganimet için her şeyi riske atmıştı Pantho. Maceracı çetesini Argos içlerine götürmüş, kendisini onun batı eyaletlerinin efendisi yapmıştı. Yaşlı Argos Kralı Milo ile büyük oğlu savaşta önünde can vermişti.

Sonra Dük Pantho ordusunu Alimane’nin karşısına, güneşli Poitain içlerine sokmuştu birden. İnsanlar bunu Zingara başkenti Kordava’ya saldırmadan, geri hatlarını sağlama almak için yaptığını varsaydı. Fakat kimse kesin olarak bilmediğinden, Pantho’nun dili de bir Aquilonia kılıcı tarafından ebediyen susturulduğundan sadece tahmin edebildiler bunu.

Güney hanlarında titrek mumlar üstünde, bir iblisin büyük dükü ele geçirdiğini veya bir büyücünün, ona bu aptalca serüvene yönelten bir delilik büyüsü yaptığını fısıldıyordu kimileri. Zira herkes bilirdi Poitain Leoparlarının kudretli Aquilonia aslanının pençeleri arasında çömeldiğini. Batı’nın en kudretli krallığının hükümdarı Kral Conan, bu sınır ihlaline karşı misilleme olarak, demir lejyonlarını derhal Pantho’nun karşısına çıkarmıştı.

Ordular önce yeşil Poitain ovalarında çatışmıştı. Bossonialı kemankeşlerin okları, tolgayı başa, kalçayı ata mıhlayarak Zingara şövalyelerini tarumar ederken, sebatkar Gunderland kargılı piyadeleri karşısında dalga dalga kırılmıştı şiddetli Zingara taarruzu. Pantho atlı şövalyelerini ikinci bir taarruz için yeniden toplamak üzere çekerken, Conan kendi süvarilerini serbest bırakmıştı. Conan’ın şahsi korumaları Siyah Ejderler çekiyordu taarruzun başını. Kule gibi yükselen bedenine, bin efsaneyi bir ihtişam pelerini gibi sarmış yiğit bir savaşçı olan Conan, öncü birliğin içinde şahsen at sürüyordu.

Zingaralılar bocaladı ve dağıldı. Delice bir koşuşturmaca halinde Poitain düzlüklerinden Zingara’ya kaçtılar. Fakat Conan kızgındı; tahtları sarsacak, prenslerin benzini solduracak türdendi kızgınlığı. Piyadesini ellerinden geldiğince takip etsinler diye geride bırakan Conan, kovalamaca için Alimane’nin karşısına at sürmüştü. Alimane’nin birkaç fersah güneyindeki ıssız Kurukafalar Bölgesi’nde hırpalanmış Zingara ordusuna yetişmiş ve lime lime doğramıştı. Çoğu Zingaralı ölmüş, bazıları teslim olmuştu. Çok azı kaçmıştı. Pantho’nun parlak düşü, kızıl bir deryada boğulmuştu.


Issız, cesetler saçılı savaş alanı manzarasına hakim bir yükseltide, muhteşem bir çadır vardı. Üstünde,Kral Conan’ın arması altın arslan işlenmiş siyah bir sancak dalgalanıyordu. Bu tepenin dibindeyse üstünde Poitain sancağı bulunanı da içeren daha alt seviye asilzadelerin çadırları vardı. İhtiyar Poitain kontu Trocero, şarabını yudumluyor, yaralarını sararlarken, cerrahlara sövüp sayıyordu.

Ordunun kendisi etrafı saran ovada kamp kuruyordu. Yorgun savaşçılar ya battaniye tomarları içinde horluyor ya da cızırtılı ateşlerin başına çömeliyordu. Ganimetleri üzerine zar atıyorlardı; altın işlemeli kalkanlar, tüylü tolgalar, kabzalarında göz kırpan mücevherlerle kılıçlar. Şafakla Ferdrugo’nun tahtına bir kukla yerleştirmek ve yıllar boyu bu kavgacı ülkenin huzurunu bozan hanedan kavgalarını bitirmek üzere Zingara’nın daha da içlerine intikal edeceklerdi.

Kralın çadırı önünde, Siyah Ejderler’den muhafızlar efendilerinin istirahatını koruyarak yalın kılıç duruyordu. Fakat o gece çok az uyku vardı Conan için. Çadırın içinde dövme demir kafeslerde fenerler parlıyor, titriyordu. Yorgun, savaş yaralı komutanlar etrafta oturuyor veya ayakta duruyordu. Uzak Vendhya’dan pahalı fildişi kaplı katlanır bir masada, yüce kral yarınki yürüyüşü planlarken, çıtırtılı parşömen haritalar üstünde arpacı kumrusu gibi düşünüyordu.

Conan savaş ve kan dökmenin yarım asrından fazlasını görmüş; seneler böyle kudretli bir kralda dahi bırakmıştı izini. Zaman düz kesilmiş yelesinin gür, siyah saçını gümüşe çalmış, uzun üst dudağının her iki yanından akan kalın siyah bıyığını kırlaştırmıştı. Yabancı güneşler tenini kayış rengine çevrerek yakmış, usandırıcı yıllar harp ve fetih yaraları arasına kırışıklar açmıştı. Fakat güç hala duruyordu kalın pazularında; çatık kara kaşlar altından bakan çukura kaçmış volkanik mavi gözlerde, barbar mirasının zindeliği yanıyordu.

Güçlü uzuvlarını düzelten ve şarap için homurdanan Conan haritalara baktı. Gerçi daha yumuşak, şehirli bir kişi, Cimmerialının o gün kaybettiği kanı dökmüş olsa inim inim inleyerek yatağa serilebilirdi ama birkaç ufak yaranın acısı bir sinek ısırığından fazla rahatsız etmiyordu ohu. Conan subaylarıyla düşünüp taşınadursun, hizmetkarları sürüyle koşum bağının tokasını çözüp, yavaşça birbiri ardınca levhalar sökerek etrafında dört dönüyordu, bu arada cerrah da kesiklerini dikkatle temizleyip sarıyor, çürüklerine merhem sürüyordu.

“Bunun dikilmesi gerek beyim,” dedi cerrah.

“Uf!” diye homurdandı Conan. “Devam et be adam, şikayetlerimi de kaale alma. Pallantides, buradan Stygia’ya giden en hızlı yol hangisi?

“Şuradaki, beyim,” dedi general, bir işaret parmağını parşömenden geçirerek.

“Ya, Xaltotun’un büyüsünden kaçtığımda gelirken ben de onu izlemiştim…”

Conan’ın sesi giderek alçaldı. Çenesi koca yumruğunda, mekan ve zamanın içine baktı görmeden. Korkunç Acheronlu büyücü Xaltotun’la on beş yıl önceki mücadelesi tarafından celb edilen bir şüphe gölgesi geçti içinden.

Dük Pantho’nun bu delice istilasında, o dirayetli ve hünerli maceracı hakkında işittiklerine uymayan bir şey vardı. Sadece bir aptal veya deli Conan’ın en sadık ve bahadır eyaletlerinden birinin karşısına çıkarırdı ordusunu. O gün Pantho’yla çelik yarıştıran ve dükün kafatasını tek bir müthiş darbeyle yaran Conan, adamın deli de olduğunu zannetmiyordu, aptal da.

Bu budalaca seferin arkasında görünmez bir elden, Pantho’nun arkasına pusuya yatan gölgede kalmış birinden şüpheleniyordu . Komplo kokusu alıyordu. İşin doğrusu büyü kokusu alıyordu.


2. AK KADER​

Kralın muhafızlarının komutanı, Conan’ın ismi ve yiğitliğinin efsanesinin büyüsüyle seneler önce altın Tarantia’ya gelmiş Kothlu bir maceracı olan, Amric adında biriydi o gece. Kara Ejder dostları ‘Boğa Amric’—savaşta gözükara tavrı kadar, sevda hünerleri için de verilen bir isim—diyordu ona. Fıçı göğüslü, gür sesliydi. Çoğu Kothlu gibi, kalın, kıvırcık kara sakalının da akla getirdiği üzere, muhtemel bir Shem kanı karışımından ötürü zeytuni tenliydi. Kirli giysiler içinde sakin, ufak tefek bir adam, kralın çadırının karanlığına süzülerek geldiğinde, onun ne olduğunu sadece Amric biliyordu.

“Moloch’un ateşleri!” Amric sövdü. “Pict diyarından bir druid; değilse ben de bir hadımım!” Kılıcını sol eline geçirdi ve sağ eliyle gece göğüne koruyucu bir işaret çizdi.

Ufak tefek adam güldü ve sallandı; Amric onun sarhoş olduğundan şüphelendi. “Günahların seni buldu, Khorsemishli Amric!” dedi adam.

Amric, daha kötü şöhretli doğulu iblis tanrıların birkaçının alt uzuvlarına seslenerek içinden sövdü. Soldu, kaşında ter boncuklandı. Muhafız arkadaşları merakla ona baktı, zira en şiddetli savaşta bile komutanlarının korktuğunu hiç görmemişlerdi. Ufak tefek adamı merak ve şüpheyle süzdüler.

Orta yaşları epey geçmiş, zararsız görünüşlü biriydi. Birkaç dağınık ince, ak saç teli haricinde yumurta kadar kabaktı. Solgun, gevşek gerdanlı çehresinde, su mavisi gözler vardı. Cübbesi altından görünen bacakları, bir baykuşunki kadar cılızdı. Genel olarak bir savaş alanında karşılaşılması en az muhtemel kişiydi bu.

“Seni tanıyor Boğa,” diye gürledi sarışın bir Vanir. “Mesele beklenmedik esmerlikte bir bebekle bir kız mı, yoksa bir dük hazinesi büyüklüğünde ödenmemiş bir meyhane hesabı mı ihtiyar?”

Diğerleri yüksek sesle güldü ama Amric kaş çattı. “Uygar dilini ağzının içinde tut seni kuzeyli kafir,” diye homurdandı. Bastonuna hafif, masum bir tebessümle yaslanan ufak tefek şahsa dönerek eğildi ve ejder tepeli tolgasını çıkardı.

“Sizin için ne yapabilirim Mübarek Peder?” diye sordu adeti olandan daha kibarca.

Amric, böylesi kibarlığın bilgeliğini yıllar önce, Bossonia düzlüklerinde görev yaptığı esnada öğrenmişti. Bunun gibi meşe değnekle yürüyen, kuşaklarına mertebelerinin alameti altın oraklar sokulu uysal görünüşlü, ak cübbeli kişilerce kullanılan müthiş gücü orada görmüştü. Zira Ligurean druid rahipleriydi bunlar. Ligureanlar, Pictland’da daha kısa, daha esmer ve daha vahşi Pictlerle karışarak ufak klanlar halinde yaşayan açık tenli bir barbar kavmiydi. Ne tanrıdan, ne insandan, ne hayvandan ne de iblisten korkan o kanlı vahşiler, druidlerin otoritesi önünde siniyordu yine de.

“Biraz istirahat öncesinde kralınızı görmeye mecburum,” dedi ufak adam. Üstünkörü bir tavırla ekledi: “Ben Pictland baş druidi Diviatix’im. Lütfen kralın Conan’a Büyük Koru’dan bir mesajla geldiğimi söyle. Işık Lordları bana hizmetkarları Conan için bir talimat verdi, elimde de onun yazgısını taşıyorum.”

Boğa Amric ürperdi, kendini Mitra’nın simgesiyle kutsadı ve uysalca Ak Druid’in buyruğunu ifa için döndü.

Conan komutanlarını savdı, sıcak, baharatlı şarap sipariş etti ve yaslandı. Pictland’dan iğne bacaklı ufak elçiyi dinlemek için sarılı yaralarının acısını görmezden geldi.

Aquilonia kralı, herhangi bir tanrının rahiplerini pek az önemserdi. Kendi karanlık Cimmeria tanrısı Crom, bir gün oyun oynar gibi rastgele yeryüzünü yaratıp, şaka olsun diye yıldızlar ortasında topaç gibi dönmeye bırakan—bundan sonra da onu pek az kaale alan ve muhtemelen yaradılışını unutan—yaşlı tanrılardan birine yakıştığı üzere, insanlığın gamına sevincine kayıtsızdı. Oysa Amric gibi Conan da uğuldayan Pict ordularına karşı bir kılıç taşımış, yiğitliklerine içten içe saygı duymuştu. O pervasız, çılgın halleriyle donmuş Kuzeyin kudretli savaşçıları bile uzun süre karşı koyamazdı komşuları Pictlerin insanüstü vahşetine; komşu ve müttefikleri Ligureanlar ise bir gıdım az vahşiydi sadece.

Ligureanların gizemli büyücü rahiplerine gelince—Conan’ın uzun kanlı kariyeri dünyadaki din ve akidelerin yarısıyla temas kurdurmuştu ona. Hiçbiri, meşe yaprağından taç giyen, sakin, gülümseyen ak cübbeli adamlar kadar, nihai gerçeğin göz kamaştıran alevi yakınında durmuyordu ona göre.

Baharatlı şaraptan birkaç kupa gerektirdi Diviatix’in tüm mesajı anlatması. Conan rahibi işitmişti, zira o dünyadaki druidler arasında en önde gelendi. Çağının insanlarına bu kayıtsız, uykucu görünüşlü, üzüm suyuna düşkünlüğü dillere destan ihtiyar adamın dudakları vasıtasıyla birçok kez hitap etmişti ilahlar. Pict Konfederasyonunun kana susamış savaş şefi, ister insan, ister iblis kimse önünde diz çökmeyen Kanlı Balta Dekanawatha bile, çamur tuğlaları sayısız düşman kanıyla soluk kahverengiye boyanan saray kulübesi önünden aheste aheste geçerken, Diviatix’in ayaklarına kapanırdı.

Gümüş El Nuadens Argatlam’ı, Büyük Gayya ilahına itaat ederek Nuadwyddon’daki Büyük Koru’dan gelmişti druidbaşı. Diviatix, yıllar önce soğuk Cimmeria’dan, dünyanın batısındaki kötülüğü ezmesi için getirdikleri zalim deve Yaratılış İlahları’ndan bir mesaj taşıyordu. Ak Druid’in getirmesini söyledikleri yadigar, yeşim kadar kaygan ve ağır ama Valusia’nın çağlar önce unutulmuş kuleleri gibi mor renkli, meçhul bir taştan ufak bir tabletti. Demir kuşaklı Skelos Kitabı bile onu ima bile edemese de, Conan biliyordu o taşı.

Halkalı zaman mumu yanında, bir saat boyunca Ak Druid’in uykulu, şarap sersemi hutbesini dinledi Conan. Ay battı; şafak doğuyu kan kızıla boyadı. Zingara tahtının varisi, son kral Ferdrugo’nun kızı kocasıyla birlikte Aquilonia kralına tacı yeniden ele geçirmesine yardım için yalvarmak üzere dönmüştü sürgünden. Fakat Conan, bir zamanlar beyaz olan hırpani giysiler içindeki uykulu ufak tefek adamı sorgularken, Prenses Chabela’yı, onunla birlikte eşi Olivero ve soylu maiyetini çadırının aşağısındaki yamaçta bekletti.

Şafakla trompetler öttü. Çadırlar söküldü ve Aquilyonia şövalyeleri at bindi. Conan Zingara kraliyet veraset problemini on dakikada halletti. Chabela’yı yirmi yıl önce, o onlu yaşlarında balık etli bir kız, kendisi de Zingara’da hükümet lisanslı bir korsan kaptanıyken tanımıştı. Conan o zaman ihtiyar Kral Ferdrugo’nun tahtı ve servetini Stygialı büyücübaşı Thoth-Amon’un hain komplolarından kurtarmıştı.

Geçen yıllarda Chabela kilo almıştı. Hala güzel bir kadındı ama tombul, anaç bir tarzda. Kır saçlı kral onu can-ı gönülden öptü, sonra on bir çocuğunu sordu ama boylarını ve hastalıklarını sayıp dökmesini işitmeyi beklemedi. Canı sıkkın kocasına diz çökmesini söyledi, Olivero’nun omuzlarına çentikli kılıcının düz tarafıyla vurdu ve ittifak ve sadakat yeminini dinledi. Conan, heyecanlı çiftin Aquilonia’nın tahakkümü altındaki Zingara’nın meşru kral ve kraliçesi olduğunu ilan eden kısa bir irade beyanında bulundu. Onları makama esenlik içinde yerleşmelerini temin için Aquilonia şövalyelerinden bir birlikle süratle Kordava’ya gönderdi.

Sonra, kocaman bir esnemeyi boğarak siyah aygırına atladı ve aslan sancağı, altı bin süvari ve piyadenin başında güneydoğuya doğru hareket etti Conan. Argos sınırı ve ötesindeki Stygia’ya doğru güneydoğuya.


3. STYX’E İNTİKAL

Çoğu kez saatler süren etaplarla yürüdüler güneydoğuya. Güçlü Aquilonialı hassa birliklerinin sağlam, sabit adımları fersahları tüketti; Argoslular tecavüzleri barışı bozan Dük Pantho’nun artık var olmadığını öğrenmeden Argos hududu geçilmişti. Conan, dağınık Argos güçlerini güneyde toplamaya çalışan Milo’nun ikinci oğlu Genç Ariostro’ya bir name yolladı. Küçük prense Zingara tehdidinin ortadan kaldırılmış olduğu, artık Ariostro’nun Argos kralı ilan edilmesinin önünde engel kalmadığı anlatılıyordu bu namede. Bu arada Ariostro, mülkünden Stygia’ya geçmesi için Aqulionia gücüne sevabına izin verirse bunu bir nezaket sayacaktı Kral Conan.

Sonra Conan vassal kralları Ophirli Ludovic ve Kothlu Balardus’a siyah ve altın cübbeler içinde ulaklar yolladı. Her birine kısaca iki bin atlı ve piyadeden oluşan bir güç toplamalarını söyledi. Bu güçler yeşil Shem çayırlarıyla sarı kahverengi Stygia kumulları arasında, Styx üstündeki Bubastes sığlığında buluşacaktı Aquilonialılarla.

Conan, zalim bir sessizlik içinde peş peşe fersahlarca güneydoğu içlerine ite kaka sürdü adamlarını. Yanlarındaki takır tukur bir katır arabasındaki ufak druid de onlarla geliyordu. Conan baş habercisi, silahçıbaşı Siyah Wyvern’i niye bir hafif süvari birliğiyle Tarantia’ya geri yolladığını kimseye söylemedi. Trocero ve Prospero bile ona niyetlerini soramıyordu. Eski yoldaşları bu aksi, ketum, inatçı ruh hallerinden birindeyken ona soru sormamanın daha iyi olduğunu bilirdi.

Conan bir çelik kasırgası gibi indi Shem diyarına. Cebri intikaller vasıtasıyla, on beş günde çayırlık topraklardan geçirdi ordusunu. Zaman zaman her biri asma köprülerini kaldıran ve surlara dizmek için okçularını uyandırarak teyakkuz halinde kapılarını kilitleyen Shem kentlerinin kah birinden, kah öbüründen geçtiler.

Conan, yeri geldiğinde endişeli Shem kralcıklarını sakinleştirmek için habercilerle birlikte Trocero’yu görevlendirdi. Gümüş dilli usta bir diplomat olan yaşlı kont, bu beklenmedik istila yüzünden bozulan sinirleri teskin etti. Her ufak kent devletinin hükümdarına Aquilonia ordusunun sadece barış içinde, Shem prensliklerinin—umulduğu üzere—nazik izniyle geçmekte olduğunu izah etti. Kaliteli Aquilonia gümüşünden bir iyiniyet hatırası ödeniyordu; her sikkeye Conan’ın düz çeneli, çatık kaşlı profili basılıydı. Kabaran gururları Trocero’nun hatipliğiyle perdahlanarak rahatlayan kralcıkların gözleri zerafetle parlıyor, Aquilonia ordusunu hayır dualarıyla el sallayarak uğurluyordu.

Ordu, her halükarda devam etme amacındaydı elbette. Fakat, imkan olduğunda bu işleri resmi izinle yapmanın daha faydalı olduğunu öğrenmişti Conan. Adil olmak için birliklerinin yağma ve tecacüz karşıtı yasalarına uymalarını sıkıca denetledi. Kara gözlü bir Shemli kadını bir çalılığın içine takip etmek veya saha tayınını bir köylünün şişman domuzuyla bozmak için yoldan çıkan askerlerinden birkaçı, arkadaşlarının gözü önünde derhal asıldı. Zavallı aptalları canından etmek Conan’ın zoruna gidiyordu, zira genç bir paralı askerken o da çoğu kez aynı kabahatleri işlemişti.

Fakat kanun kanundur. Conan’ın istediği son şey, meş’um, muhasım Stygia sırırlarına vardığında, arkasında hakarete uğramış küçük kralların uğultusu ve hınçlı askeri birliklerle kaynayan tahrik edilmiş bir ülke bırakmaktı. Normalde Shem kent devletleri kendi iç kraliyet kan davalarıyla ve teolojik çatışmalarıyla meşgul olduğundan, komşu ulusları taciz etmezdi. Onları birleştirebilecek tek şey, yağmacı, katil bir yabancı ordunun geçişiydi. Conan daha önce yanlarında da karşılarında da savaşmıştı Shemlilerle. Onları kanca burunlu, adam adama dünyadaki her asker kadar çetin ve vahşi olan zırhlı asshuriler olarak bilirdi.

Yorucu bir öğleden sonra, yol tozuyla ağarmış halde Styx sahillerine vardılar ve söğütlerden bir perde arkasında kamp kurdular. Bir saatlik yürüme mesafesinde kalıyordu Bubastes Sığlığı. Orada Koth ve Ophir birliklerinin onlara katılmak için gelişini beklerken bir buçuk gün adam ve atları dinlendirdiler, silahları bileyip yağlayarak oturdular.

Ertesi sabah, Conan’ın iki meşru oğlunun büyüğü Prens Conn, köpüklü atlara binen bir birliğin başında kampa girdi. On üçündeki Aquilonia veliaht prensi, güçlü babasının tıpkısıydı. Neredeyse uzun Aqulonia şövalyeleri kadar boyluydu, Conan’ın geniş omuzlarına, derin, kavisli göğsüne, düz kesilmiş gür siyah saçtan yelesine ve güçlü, düz çeneli yüzüne sahipti.

Delikanlı Shem’de altı gün boyunca at sürmüştü ama sanki bir öğleden sonra tırısından dönmüşe benziyordu. Vahşi mavi gözleri heyecanla kıvılcımlanıyor, yanaklarinda taze bir renk tutuşuyordu. Birliklerin karşılama kükremesini bir sırıtış ve elinin hafif bir hareketiyle kabul ederek koca bir iğdiş üstünde dörtnala girmişti kampa. Delikanlı adamların gözdesiydi ve Kara Ejderler kudretli babası için olduğu gibi, onun için de cehennemin çenelerine seve seve at sürerdi.

Prens kraliyet çadırının önünde durmak için atını dizginledi, eyerden atladı ve kralın önünde sırıtarak diz çöktü. Conan gurur ve şefkatten patlayacak gibi olsa da vakarını korudu. Prensin selamını aldı ama çadırın içine girer girmez daha zayıf birinin kaburgalarını kırabilecek kaba bir ayı kucaklayışıyla delikanlıya sarıldı.

“Validen hanımefendiden ne haber?” diye sordu.

“İyidir,” Conn karşılık verdi—sonra haylaz bir sırıtışla: “ama beni sahada istediğini işitince feryadı bastı ve yaralı bir camış gibi ağladı. Son sözleri geceleri kendimi sıcak tutmam ve ayaklarımı ıslatmamam oldu!”

“Kadınlar böyledir!” diye homurdandı Conan. “Cimmeria’da kalan yaşlı annemi hatırlıyorum... Fakat valideni bir camışla mukayese etmemelisin delikanlı! Haddini bil!”

“Peki, atam,” dedi delikanlı nedametle. Sonra gözleri kıvılcımlanarak“Fakat sahiden Stygia’ya girmek için yürüyoruz değil mi baba?” Sahiden savaşta yanında istiyor musun beni?”

“Crom, be çocuk, azıcık savaşmadan muharebe sanatını nasıl öğrenebilirsin? Tahta çıktığında onu muharebe ve ihtilale karşı tutmaya mecbursun. Talim avluları da çok yararlıdır ama geleceğin krallarının eğitim avlusu savaş meydanıdır. Sadece seni tayin ettiğim mevkide kalman gerektiğini anla; düşmana karşı tek başına dörtnala kalkmak yok, onları tek başına bozguna uğratmaya yeltenmek yok! Gel; biraderin ve hemşiren nasıl?”

Conn genç biraderi, yedi yaşındaki Taurus ve bebek kızkardeşi Radegund üzerine anlatacaklarını aktardı.

“İyi!” dedi Conan. “Rahipler emrettiğim gibi seninle geldi mi?”

“Evet. Tuhaf hiyeroglifler kaplı küçük bir orichalc kutu taşıyorlar ve içinde ne olduğunu söylemediler. Biliyor musun baba?”

Conan başını salladı. “Onu ‘gizli silahımız’ sayabilirsin. Şimdi sağlam bir yemek ye ve iyi bir uyku çek. Şafaktan önce Stygia’ya geçeceğiz!”
 

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,044
75,436
hiçbiryerde :)
1. öyküyü 9 bölüm olarak tablete kaydettim,
bence de Hüseyin Aksakal üstadın su gibi
akan çevirisiyle Conan öyküsü okumak çok
keyifli olacak. Teşekkürler, saygılar üstadım.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Bu ikinci öykü, Çizgi Romandan bildiğimiz birçok karakterin isminin ilk kez geçmesiyle dikkat çekiyor. Bunların başında Druid Diviatix geliyor. Tüm Conan külliyatı içinde--Çizgi romanlar hariç--Conan'ın diğer çocukları Taurus ve Radegund'un isimleri sadece bu öyküde geçiyor. Bu arada Türkiye'de yayınlanan ilk Conan öyküsü Kanlı Düş'ün ilk karesindeki muhteşem Chabela-Şabela-burada bir sürü çocuğu olan tombul, anaç bir kadın olarak yeniden ortaya çıkıyor. Onun kocası da Conan'ın vassalı olarak Zingara tahtına oturuyor. Geride kalan külliyata en fazla göndermenin yapıldığı öykü bu...
 
Üst