Aquilonialı Conan/L. S. De Camp-Carter/ 1. öykü- Sislerin Cadısı /fasıl 1,2,3

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
SİSLERİN CADISI
L. Sprague deCamp & Lin Carter​


Howard ve ölümünden sonraki ortaklarına göre, Conan, on iki bin yıl önce; Atlantis’in batışından sekiz bin yıl sonra, kayıtlı tarihin başlangıcından yedi bin yıl önce yaşadı, sevdi ve savaştı. Howard’ın hesaplarına göre bu sıralarda ana kıtanın batı kesimleri Hyboria krallıklarınca mesken tutuluyordu. Bunlar üç bin yıl önceden, kuzeyli istilacılar olan Hyboriler tarafından habis Acheron imparatorluğunun enkazı üstünde kurulan bir devletler topluluğuydu. Hyboria krallıklarının güneyinde ihtilaflı Shem şehir devletleri vardı. Shem’in ardında kan lekeli görkem günlerinde Acheron’un rakibi ve ortağı olan kadim, meş’um Stygia krallığı uyukluyordu. Daha güneyde ise çöl ve bozkırların ardında da barbar zenci krallıkları vardı.

Hyborialıların kuzeyinde barbar Cimmeria toprakları, Hyperborea, Vanaheim ve Asgard yer alıyordu. Batıda okyanus boyunda vahşi Pictler vardı. Doğuda en güçlüleri Turan olan Hyrkania krallıkları göze çarpıyordu.

Conan kendi usulünce tarihöncesi dünyasının yarısında cümbüş yapan, kavga eden, savaşan dev gibi bir barbar maceracıydı. Cimmeria’nın ta kuzeyindeki soğuk, geri kalmış memleketten bu demirci oğlu, doğal ve doğaüstü düşmanların hakkından gelmek, nihayet kırk bir yaşlarındayken en güçlü Hyboria Krallığı Aquilonia’nın krallığına yükselmek üzere yürüdü kan denizlerinde.

Olgunlaşan, sorumluluk yüzünden ağırbaşlılık kazanan Conan evindeki komplolarla ve dış istilaları mağlup etti. Önceden bir zamparayken, meşru bir kraliçe edindi ve çoluk çocuk yetiştirmek üzere yuva kurmaktan bahtiyar oldu. Çocuklarından en büyüğü Conan adında bir erkekti ama genellikle takma adı olan “Conn” ile tanınıyordu.

Bu öykü, içinde Conan’ın bir yıl sonra büyücü Yah Chieng’den geri aldığı İntikamcı Conan ve yaşlı hükümdarın meçhul Batı’da son bir büyük maceraya atılmak için tahttan feragat ettiği Adalı Conan arasındaki Conan ve Conn’un maceralarını içeriyor. Bu öyküler sırasında Conan yaklaşık altmışlarındadır. Güçlü bedenine çapraz çizgiler çizen sürüyle çatışma ve savaş yaraları olmasa, gören çok daha genç zannederdi onu. Doğru, düz kesilmiş kaba, siyah düz saçlı yelesi ve Aquilonialı modasına hürmet saydığı azgın siyah bıyığına aklar düşmüş, teni köseleye dönmeye başlamaktadır. Fakat üstünden epey geçen gençliğinden azıcık daha az katı, daha yavaş olsa da kalın pazularının kuvveti hala iki sıradan adamınki kadardır.


L. S. De Camp (Aquilonialı Conan/Önsöz’den)



1. KAÇAN YARATIK​

Kalın bir bulutla gizlenen güneş batı ufkuna yaklaşıyordu. Bulutlu gök, buruşuk, solgun yünden bir battaniye gibi asılıydı açıklığın üstünde. Yapışkan buhar filizleri ıslak, siyah ağaç gövdeleri arasında gezgin hayaletler gibi süzülüyordu. Son yağmurdan kalma damlalar, ışıkla birlikte solmakta olan parlak kırmızı, altın ve bronz renkli güz yapraklarından birikintilerde takırdıyordu.

Muhteşem, siyah bir aygır boğuk bir nal gürültüsü, bir deri gıcırtısı ve bir koşum çınlamasıyla daldı karanlığı kefenleyen çayıra. Sis inen nalların önünde kaynadı ve at sırtında, güçlü bacaklarını hayvanın karnına yapıştırmış geniş omuzlu bir devi ortaya çıkararak aralandı. Düz kesilmiş kara yelesi ve zalim, sıkı dudaklı ağzının her iki tarafından vahşice akan gür, siyah bıyığına zamanın kır düşürdüğü bu adam, genç değildi artık. Yıllar çenesinin çevresine derin çizgiler açmıştı. Esmer, ciddi ifadeli, düz çeneli çehresiyle kalın pazulu ön kolu sürüyle çatışma ve savaşın yara izi ve dikişlerini sergiliyor, fakat eyerde muhkem duruşu ve tetikte, enerjik tavrı seneleri yalancı çıkarıyordu.

Uzun bir an, kesik kesik soluyan terli atta kıpırdamadan oturdu koca adam. Ter lekeli bir orman adamının keçe şapkası altından araştıran bir bakışla sisli açıklığı taradı ve sunturlu bir küfür mırıldandı.

Gören biri olsa, seyirci bir tür orman eşkıyasıyla pekala karıştırabilirdi esmer devi—ta ki yanında taşıdığı, topuzu bir şövalye fidyesine denk bir mücevherden yapılma koca kılıcı ve sırtında asılı, altın ve gümüş filigranlarla süslü av boynuzunu fark edene dek. O batının en müreffeh, en kudretli krallığının tartışmasız hükümdarı, Aquilonia kralıydı aslında. Adı Conan’dı.

Kızgın bakışıyla sis bürümüş açıklığı bir daha taradı. Dallar kırılmış ve düşen yapraklar karışmış olsa da solan ışıkta o bile ıslak çimen karmaşasında taze nal izi emareleri okunamıyordu.

Conan boynuz kayışını çekti ve kulaklarına nal sesleri gelince, av borusunu çalmak için dudaklarına kaldırdı. Birazdan boz renkli bir kısrak açıklığı saran çalıları omuzlayarak çıktı. Parlak siyah saçı ve karayağız bir simadaki parlak siyah gözlerle olgunluk yıllarında ama Conan’dan genç bir kişi atını ormandan dışarı sürdü ve mülayim bir aşinalıkla kralı selamladı.

İlk dal çatırtısında gayri ihtiyari kabzasına atılmıştı Conan’ın eli. Tanasul’un kuzeydoğusundaki bu kocaman, karanlık ormanda kötü niyetten korkmak için nedeni olmasa da bir ömürlük alışkanlıklar kolay bırakılmıyordu. Sonra yeni gelenin en eski dostlarından ve sebatkar destekçilerinden olduğunu görerek bir miktar rahatladı. Daha genç olan konuştu:

“Yolun gerisinde prensten iz yok beyim. Çocuğun ak geyiğin peşinde önden gitmesi mümkün müdür?”

“Mümkünden de fazlası Prospero,” diye gürledi Conan. “Aptal enik babasının mankafalılığından payına düşenden çoğunu miras almış. Ormanda gecelerse, özellikle de kahrolası yağmur yeniden başlarsa aklı başına gelecektir!”

Conan’ın ordularının Poitainli generali Prospero, bir sırıtışı kibarca gizledi. Güçlü Cimmerialı maceracı tesadüf, kader veya kuzeyli tanrısının bir tür vahşi kaprisi sayesinde Batının en görkemli, en sofistike krallığının tahtına çıkmıştı. Hala patlamaya hazır sinirlere ve ilkel halkının ele avuca gelmez yöntemlerine sahipti; oğlu kayıp Prens Conn da babasının tıpkısı gibi büyüyordu. Delikanlı aynı haşin, sert çeneli yüze; kaba kara saça, şişkin pazulara—ve aynı pervasız tehlikeyi hakir gören tavra sahipti.

“Grubun kalanını çağırsam mı beyim?” dedi Prospero. “Tahtın varisini gece vakti ormanlarda kaybolmasına izin vermek doğru olmaz. Boruları çalarak dağılabiliriz—”

Conan bıyığını çiğneyerek düşündü. Doğu Gunderland’ın kasvetli ormanları uzanıyordu etraflarında. Bu yabanıl ormanın patikalarını pek az kişi bilirdi. Bulutların görünüşüne göre, erken güzün gece yağışları ilkel kırları soğuk, yaman bir sağanakla yıkayarak, üstlerinde olacaktı yakında. Sonra sertçe güldü kral. “Boşversene be adam! Çocuğun eğitiminin bir parçası sayalım bunu. Kral kumaşındansa, hafif bir ıslaklık ve uykusuz bir gece pek az canını yakacaktır ve ona bir şeyler öğretebilir. Ben o enik yaşındayken yıldız ışıltıları altında birçok siyah geceyi çıplak şelaleler ve Cimmeria tepe eteklerinde geçirirdim. Geyiği kaybettik ama domuzumuz ve kızarmış domuzla iyi gidecek şu güzel kırmızı Poitain şarabı tulumlarımız var. Açlıktan geberiyorum!”

Saatler sonra karnı doyan, morali epey bir içki yudumuyla düzelen Conan kaba kampta çıtırdayan bir ateşin başına uzandı. Bir post yığınına sarılan, şarap yüzünden daha beter haldeki Imirius Baronu tıknaz Guilaime şiddetle horluyordu. Zor bir av gününden yorgun düşen birkaç avcı ve saraylı da kaba yataklara uzanmıştı. Birkaçı hala tüten ateş başında oyalanıyordu.

Bulutlar bölünmüş, neredeyse dolunaya dönüşen bir kış mehtabı, bembeyaz bakıyordu dağınık sisler arasından. Yağmurlar daha başlamamış, göğün aralanışıyla güz yapraklarını dallarından koparan güçlü, soğuk bir bir yel çıkmıştı.

Şarap kralın dilini gevşetmişti, bu yüzden ateş ışığının kıpırtısı içinde kasvetli, kızarmış yüzüyle uzun uzun nutuk atıyordu. Kaba şakalarla anekdotlar döktürüyordu uzun, vahşi macera kariyerinden. Fakat Prospero, zaman zaman Conan’ın, kalkan bir elle diğerlerini susturduğuna, uzaktaki nal seslerini dinlemek ya da çukura kaçmış volkanik mavi gözlerinin keskin bakışlarıyla ormanın kasvetli karanlığını delmek için ara verdiğine dikkat etti. Conan Prens Conn’un dönmeyi başaramayışından sözünü ettiğinden fazla endişeleniyordu anlaşılan. Tecrübenin yeniyetme bir delikanlıya yarayacağını söyleyerek omuz silkmek anlaşılabilirdi. Fakat on iki yaşındaki delikanlı, zifiri bir gece ortasında, kırık bir bacakla ıslak bir çalı altında yatıyor olabilecekken, kayıtsızmış numarası yapmak başka bir husustu.

Prospero, Conan’ın suçluluk—vahşi, kavgacı, yarı uygar Cimmerialı savaşçı kral için nadir bir şey—duyuyor olabileceğini düşündü. Kuzey Gunderland içlerine av seferi Conan’ın fikriydi. Kraliçesi Zenobia üçüncü çocukları olan kızın doğumunda çektiği çileden hasta düşmüştü. Uzun nekahat ayları boyunca Conan kraliyet görevlerinden ayırabildiği süreyi onunla geçirmişti. Kendini ihmal edilmiş hisseden delikanlı huysuz, içine kapanık biri olup çıkmıştı. Şimdi Zenobia gücünü enikonu kazanmış, ecel de kara kanatlarını saraydan çekmiş göründüğünden, Conan oğluyla yeni bir yakınlık kurmayı umarak birkaç haftalık kamp ve av önermişti ona.

Şimdi de ilk yetişkin avının heyecanıyla coşan başına buyruk delikanlı, saatler boyu boşu boşuna izledikleri ele avuca geçmez kar beyazı bir geyik peşinde, meçhul ormanın akşam karanlığına deli gibi tek başına at sürmüştü.

Gök, ışıl ışıl yıldızları gözler önüne sererek açılırken, çıkan rüzgar dallar arasında inledi ve kuru yapraklar sanki sessiz ayaklar basıyormuş gibi hışırdadı. Conan vahşi bir büyü ve korsan yaşam öyküsünün ortasında, delici gözlerle karanlığı araştırmak üzere bir kez daha ara verdi. Muazzam Gunderland ormanı bu çalkantılı çağda bile güvenli bir yer değildi. Bizon ve yaban sığırları, vahşi domuzlar, boz ayı ve gri kurt kol gezerdi orman yollarında. Tüm düşmanların en kurnaz ve kalleşi olan başka bir potansiyel düşman da gizleniyordu burada—insan. Zira haydutlar, hırsızlar ve kaçaklar, kent yaşamı onlar için tehlikeli olmaya başladı mı kırlara sığınırdı.

Bir küfür hırlayan kral, siyah pelerinini çıkarıp kapüşonlu paltosunu üstüne geçirerek ayağa kalktı.

“Bana kadın yürekli derseniz deyin sizi alçaklar,” diye gürledi. “Fakat artık burada oturamam. Gündüz gibi parlak ay ışığında bir izi sürebilirim, bir Stygialıyım yoksa. Fulk! Bana Kızıl Ymir’i eyerle; siyah soluklansın.. Siz beyler! Şarap tulumunu bir daha dolaştırıp eyere atlayın. Sir Valens! Üçüncü arabada meşaleler bulacaksın. Onları dağıt da gidelim. Oğlumun güvende olduğunu bilene dek kolay kolay uyuyamayacağım.”

Koca demirkıra atlayan Conan mırıldandı: “Onunki gibi bir midillinin iki katı hızlı gidebilen bir geyik peşinde budala gibi koşan şu hayta! Hele bulalım; soğuk, ıslak ormanlar için güzel sıcak bir yatağı bırakmama yol açmayı göstereceğim ona!”

Kar beyazı bir baykuş kambur mehtabın önünden geçti. Conan ani bir ürpertiyle küfürlerini boğdu. Kara bir önsezi geçti barbar ruhundan. Geçmişte kalmış halkı gece uçan bir yaratığın tuhaf öykülerini—kış rüzgarı kadar süratli, ruhani beyazlıkta bir kurt-geyik—fısıldardı. Crom’a dua et de bu normal et ve kandan bir mahluk olsun, uzay ve zamanın ardındaki gayya kuyularından bir tür meş’um yaratık değil…


2. ÇEHRESİZ ADAMLAR​

Genç Conn üşümüş, ıslanmış, yorulmuştu. Uyluklarının iç tarafı zorlu binicilik saatlerinden berelenmiş ve epey bir kabarcık toplamıştı. Aynı zamanda midesinin olması gereken yerde gurultulu bir boşluğun da bilincindeydi. En beteriyse kaybolmuştu.

Ak geyik karanlıkta ışıldayan ruhani bir kuş gibi süzülmüştü önünde. Ele avuca sığmayan hayvan belki on kez mızrak menziline girmişti. Soğukkanlığın Conn’un heyecanını yendiği her seferde, muhteşem geyik sanki mukavemetinin sınırına gelmiş gibi mağrur boynuzlarını indirerek bocalamıştı—her seferinde de babasına götüreceği muhteşem bir ödül görüntüsü sunarak genci biraz daha ilerlemeye zorlamıştı.

Delikanlı sıkışık çalılar ortasında bir mola için kesik kesik soluyan midillisini dizginledi ve zifiri karanlıkta etrafa baktı. Dal gıcırtıları, yaprak fısıltıları bastırıyordu yelin esintisini; yapraklar ayı da gizliyordu yıldızları da. Babasının koyduğu sınırların çok ötesine saptığı haricinde, ne nerede olduğuna dair fikri vardı, ne de ak geyiğin onu hangi yöne götürdüğüne. Delikanlı deri yeleği içinde hafifçe ürperdi. Babasının huyunu bilirdi; topallayarak döndüğünde kalın bir kemerle dövülecekti. Conan’ın kızgınlığını yatıştırabilecek tek şey, Conn’un muzaffer dönmesi, muhteşem geyiği kralın ayaklarının dibine atması olacaktı.

Conn yorgunluk ve açlığa aldırış etmedi; köşeli çenesini çocuksu bir inatla sıktı. Kudretli atasıyla çarpıcı bir benzerlik taşıyordu o an: düz, gür, siyah saçla çevrelenen aynı yanık, asık surat; aynı içten içe parlayan mavi gözler, derin göğüs ve geniş omuzlar. On iki yaşındaki delikanlının, yaşı erdikçe babasının uzun boyuna yetişmesi ihtimal dahilinde gibiydi, şimdiden birçok yetişkin Aquilonialı erkekten uzundu zira.

“Kalk Marduk!” dedi topuklarını siyah midillinin kaburgalarına vurarak. Islak, şıp şıp damlayan dallar arasından uzun, çimenli bir açıklığa geçtiler. Açık alana girerlerken karanlıkta beyaz bir parıltı ilişti genç Conn’un gözüne. Büyük, ak geyik, rahat bir sıçramayla karanlıkta süzülerek önlerindeki açıklığa giriyordu. Delikanlının gönlü kabardı ve av heyecanı kanını hızlandırdı. Demir nallı toynaklar hışırdayan çimleri dövdü. Önlerinde ıslak karanlıkta ruh beyazı geyik, yıkık ağaç gövdelerini zarif sıçrayışlarla aştı ve sıcak takipteki prensle birlikte açıklığın karşı kenarına atıldı.

Güçlü, esmer bir el hafif kargıyı sıkarken midillinin boynuna eğildi Conn. Önünde ak geyik bataklık yakamozu gibi parlıyordu. Fakat yoğun bir ağaç duvarı yükseliyordu ileride. Kalbi hızla çarpan Conn geyiğin yavaşlaması gerektiğini biliyordu, yoksa o engele toslayacaktı.

Bir an sonra kolu mızrağı fırlatmak için geri çekiliyordu ki bir şey oldu. Geyik—ak cübbeler giymiş, uzun boylu, sıska bir insan bedeni halinde yeniden biçimlenerek—sis halinde çözüldü. Yüzünün kemikli, sakin, ifadesiz maskesi etrafında kabarık, demirkırı saç bulutu anaforlanan bir kadındı bu.

Conn dehşete kapıldı. Midilli, gözlerini devirerek şahlandı, acı acı kişnedi; sonra yere indi ve ürpererek hareketsiz kaldı. Conn, önündeki kadın-mahlukun soğuk, kedi yeşili gözlerine baktı.

Sessizlik aralarında gerilerek uzadı. Durgunlukta, Conn titreyen ellerini, güm güm vuran kalbini, kuruyan ağzının ekşi tadını algıladı. Korku muydu bu? Fatih Conan’ın oğluna korkuyu öğreten bu ruh-kadın da kimdi?

Şiddetli bir irade çabasıyla, titrek parmaklarını kargının sapına yapıştırdı çocuk. Hayalet, cadı veya kurt kadın—Conan’ın oğlu korku nedir bilmezdi!

Parlak yeşil gözler, babasının bakışının çocuksu taklidine bakarak, soğuk bir istihzayla gülümsedi. Cılız bir elle usulca işaret etti kadın. Yapraklar çıtırdadı, dallar kırıldı.

Delikanlı hızla başını çevirdi ve her taraftan açıklığa giren acayip mahlukları görünce sert ifadesi bocaladı.

Bunlar mumyalar gibi zayıf, insanüstü uzunlukta ince yapılı kişilerdi. İki metreyi epey aşan kudretli Conan’dan bile uzundular. Gırtlaktan bileğe, bilekten topuğa dek eldiven gibi sıkıca oturan siyah urbalara bürünmüşlerdi. Elleri kemikli, ince, uzun parmaklıydı ve acayip silahlar taşıyorlardı. Bunlar altmış santimden uzun, pürüzsüz, parlak ahşaptan çubuk veya değneklerdi. Her değneğin ucuna donuk, gümüşi metalden küre biçimli topuzlar takılıydı. Bu topuzlar baykuş yumurtalarından biraz ufaktı.

Conn’un gönlünde batıl bir huşu titreşimi uyandıran yüzleri oldu. Zira yüzleri yoktu! Sıkıca uyan siyah kukuletalar altındaki yüzleri düz, bomboş ak ovallerdi.

Kaçmış olsa, delikanlıyı çok az kişi suçlardı. Fakat o kaçmadı. Sadece on ikisinde olsa da, güçlü savaşçıların, yiğit kadınların vahşi soyundan geliyordu. Atalarından çok azı bocalamıştı tehlike ve ölümle yüzleşirken. Ceddi, korkunç dev ayı, Eiglophian dağlarının tüyler ürpertici kar ejderleri, mağara ülkesinin nadir kılıç diş kaplanıyla yüzleşmişti. Kuzey ışıklarının titreşimli perdesi başı üstünde yanıp sönerken, diz derinliğinde karda savaşmışlardı bu yaratıklarla. Bu tehlike anında barbar ceddi uyanıyordu gencin içinde.

Kadın başını kaldırdı ve güçlü, aksanlı bir Aquilonia lisanında kısa bir cümle söyledi: “Teslim ol çocuk!”

“Asla!” diye bağırdı Conn. Cimmeria savaş narasını kudretli babasından öğrenmişti. Kargısını en yakındaki siyah giyimli yüzsüz adama doğru süvari mızrağı gibi eğdi ve yorgun midillisini bir kez daha mahmuzladı.

Herhangi bir duygu titreşimi bozmadı ak cübbeli kadının sakin, yaşlı çehresini. Midilli bir yorgun sıçrayıştan fazlasını yapamadan, feci bir ağrı saplandı Conn’un koluna. Eyerde iki büklüm olarak hıçkırdı. Kargı, tok bir sesle ıslak çimlere düşmek üzere ellerinden uçtu. Siyah urbalılardan biri, büyülü bir süratle süzülmüştü yakınına. Adam kemikli bir elle midillinin dizginini yakaladı. Diğeriyle ince ahşap asasını aşağıdan yukarıya doğru vurdu Uçtakı topuz Conn’un dirsek boşluğuna çarptı. Hassas bir maharetle kullanılan çubuğun teması eklem altındaki sinir kümesine çarpmıştı. Acı kör ediciydi.

Siyah urbalı bedenini düzeltti ve çubuğu başka bir darbe için hızla çekti. Fakat kadın yabancı bir lisanda bağırdı. Derin, haşin, metalik, cinsiyetsiz bir sesle konuşuyordu. Siyahlar içindeki yüzsüz kişi darbesini durdurdu.

Fakat Conn teslim olmadı. Anlaşılmaz bir çığlıkla sol eliyle kalçasında asılı orak biçimli kılıcın kabzasını kavradı. Sakarca çekti ve üstündeki kavrayışını ters yöne çevirdi. Siyah urbalılar uzun siyah kollardan uzayan sıska ellerle her tarafındaydı şimdi.

Conn en yakındakine ters bir darbe indirdi. Kılıç adamın uzun boynuna çarptı ve gırtlağını biçti. Uzun şahıs hırıl hırıl inleyerek dizlerini büktü ve ıslak çime kapaklandı.

Conn, hayvana bir emir bağırarak mahmuzlarını midillinin kaburgalarına vurdu. Başka çehresiz adamlar her taraftan ona doğru akarken midilli acı bir kişnemeyle şahlandı. Sonra demir giyimli toynaklarla çifteler salladı. Adamlar hayaletler gibi savuşturdu nalları. Biri değneğini hızla uzattı. Topuz Conn’un bileğine şeytani bir isabetle çarptı ve kılıç gevşeyen parmaklarından uçup gitti. Başka bir değneğin ucundaki metal top Conn’un başının arkasına kibarca dokundu. Delikanlı gevşek uzuvlardan bir bohça halinde eyerden düştü. Biri sıska, siyah giyimli kollarla onu yakaladı ve diğerleri midilliyi kontrol altına alırken, çimlere yatırdı.

Yeşil gözlü kadın baygın gencin üstüne eğildi.

“Conn, Aquilonia Veliaht Prensi, Conan’ın tahtının meşru varisi,” dedi haşin sesiyle. Kuru, alaysız bir kahkaha attı. “Thoth-Amon memnun olacak.”


3. KANLI RÜNLER​

Avcıbaşı Euric geldiğinde, Conan kızarmış bir domuz parçasını iştahla çiğneyerek eyerin üstüne eğiliyordu.

Kral bezgin bezgin doğruldu, bir kıkırdak parçasını tükürdü ve elinin tersiyle ağzını sildi. “Bir şey var mı?” diye homurdandı. İhtiyar avcı başını salladı ve acayip bir nesne uzattı.

Bu,” dedi.

Conan nesneye dikkatle baktı. Uzun çeneli, dar yüzlü, yüksek elmacık kemikli bir insanın yüzüne iyice oturması için ustaca yontulmuş, fildişi bir maskeydi bu. Bundaki acayip şey—göz yarıkları dışında—çehresiz tasarlanmış olmasıydı. Göze pürüzsüz fildişinden boş bir oval gibi geliyordu. Conan görünüşünden hoşlanmamıştı.

Hyperborea işi,” diye tükürdü. “Başka?”

İhtiyar avcı başını salladı. “Çimlerde kan, çimenin kendi çiğnenmiş, genç bir midillinin ayak izleri ve—bu.”

Conan’ın gözlerindeki ateş sönükleşti ve suratı asıldı. On ikinci doğum gününü kutlamak için Conn’a armağan olarak verdiği eğri kılıçtı bu. Bir Aquilonia prensinin ufak tacı hakkedilmişti korumalıktaki gümüşe.

“Başka?”

“Köpekler şu anda bir iz için etrafı kokluyor,” dedi Euric.

Conan asık suratla baş salladı. “İz bulduklarında boynuzunu öttür ve adamları topla,” diye homurdandı.

Güneş yükselmişti; uzun çimler rutubet kokuyordu; hava sıcak ve nemliydi. Fakat görünmez buzlu bir hava akımı kalbineesiyormuş gibi yeniden ürperdi Aquilonia kralı.

Cesedi bulmalarından önce, güneş bir saat daha yaşlandı. Bir sel yatağı dibindeki kuru yapraklar ve nemli topraktan bir höyüğün altına özenle gömülmüştü. Fakat avcıları çağırmak için ta içlerinden gelen teraneleri uluyan sabırsız tazılar, kokusundan onu buldu.

Conan cesedi incelemek için sel yatağına sürdü atını. Beden soyulmuştu. Adam yaklaşık iki metre yirmi santim boyunda ve cılızdı. Derisi parşömen kadar beyazdı. Saçı da ipeksi beyazıydı. Gırtlağı kesikti.

Euric, parmaklarının yaranın içine sokup kanı koklayarak kir pas içindeki cesedin üstüne çömeldi ve düşünceli bir edayla kanlı parmak uçlarını birbirine sürttü. Conan kasvetli bir sessizlikle bekliyordu. Nihayet ihtiyar ellerini silerek kaskatı doğruldu.

“Aşağı yukarı dün gece kralım,” dedi.

Conan gözleri uzun, dar çeneli, yüksek şakaklı yüze takılarak baktı cesede. Adam bir Hyperborealıydı; ince uzun yapısı, doğadışı solgunluğu, ipeksi, renksiz saçı böyle söylüyordu Conan’a. Fersiz, kedi yeşili gözler nemli çamur ve ıslak yapraklar arasından bakıyordu.

“Tazıları yeniden salın Euric. Prospero! Adamlara temkinli olmalarını söyle. Takibe çekiliyoruz,” dedi Conan.

Birlikta at sürdüler. Bir süre sonra Poitainli general gırtlağını temizledi. “Maskeyle kılıcın geride belli bir maksatla mı bırakıldığını düşünüyorsun kralım?”

“Bunu biliyorum,” Conan homurdandı. “Kemiklerim adına; ihtiyar, romatizmalı bir askerin yağmurun yağacağını bildiği gibi. Önümüzde bir yerlerde şu beyaz iblislerden bir sürü var. Oğlum ellerinde. Bizi de güdüyorlar, bağırsaklarına lanet olsun!”

“Bir pusuya mı?” diye sordu Prospero. Conan sessizce fikri evirip çevirdi, sonra başını iki yana salladı.

“Orası şüpheli. Son bir saatte böyle bir tuzak için mükemmel üç yerden güvenle geçtik. Hayır, akıllarında başka bir amaç var. Yolda bizi bekleyen bir mesaj galiba.”

Prospero bunu düşündü. “Belki prensi fidye için tutuyorlardır.”

“Veya yem olarak,” dedi Conan gözleri kızgın bir hayvanınki gibi parlayarak. “Bir keresinde Hyperborea’da esir düşmüştüm. Ellerinde çektiklerim, o kemikli iblisleri sevmem için hiç vesile vermedi bana; konukseverliklerinden müsaade istemeden önce yaptıklarım da onlara beni sevmeleri için pek neden vermedi onlara.”

“Ya fildişi maske ne demek oluyor?”

Conan tükürdü ve ılık saraptan bir yudum aldı. “Karanlık bir iblis diyarı burası. Ölü, çıplak, daima yapışkan sisler içinde, gizli, çıplak, alaycı korkuyla yönetilen bir memleket. Siyah giyimli büyücü katillerlerden gizemli bir tarikat, meş’um sanatlarının dehşetiyle elde tutuyor iktidarı. Bir iz bırakmadan öldürürler ve ülkelerinde sıradan olan Platinum denilen tuhaf, nadir, gri, ağır bir metal toplardan uçları olan ahşap çubuklarla savaşırlar sadece. Kraliçeleri, ihtiyar bir rahibedir; ölüm tanrıçalarının cisimleşmiş hali sayarlar onu. Sinsi katillerden korkunç lejyonlarında görev yapanlar beden, akıl ve iradenin tuhaf kangrenine maruz kalır. Maskeleri yobazlıklarının misalidir. Dünyadaki en ölümcül savaşçılardır; iblis tanrılarına kör imanları onları korku ve acıdan bağışık kılar.”

Başka kelam etmeden ilerlediler. İki adamın da akıllarında tüyler ürpertici bir resim vardı—cadı kraliçeleri yıllar boyu Conan’a acı bir nefret besleyen, ölüme tapan yobazlar diyarında tutsak, biçare bir çocuk.

Öğle üzerinden hemen sonra, doğu Gunderland ormanları, yerlerini dağınık fundalık ve eğreltiotlu yamalarıyla kireçtaşlı bataklıklara bırakırken ağaçlar seyreldi. Conan’ın krallık sınırları civarında idiler. Aquilonia sınırlarının, Cimmeria, Sınır Krallığı ve Nemedia ile buluştuğu yer çok uzakta değildi.

Gök bulutluydu ve havada bir serinlik vardı. Rüzgar mor fundaları soğuk, ani esintilerle dalgalandırıyordu. Güneş zayıf, etkisiz, gri bir diskti. Kuşlar loş bozkırlar üstünde boğuk boğuk gaklıyordu. Zalim, soğuk bir ıssızlık diyarıydı bu.

Conan önde at sürüyordu. Aniden birliğini durdurmak için bir kolunu sallayıp yorgun demirkırın dizginine asıldı. Sonra yollarını kesen nesneye asık suratla bakarak eyerine yığıldı. Arkasındaki adamlar birer ikişer atlarından indi ve dik dik bakarak etrafında durmak için öne çıktı.

Bir delikanlının, bir geyik avı için seçebileceği hafif, söğüt ağacından bir kargıydı bu. Ucu eğreltiotlarının dibine gömülüydü. Mızrak sapı dimdik yükseliyordu göğe. Etrafına ise beyaz bir parşömen parçası sarılmıştı.

Euric, parşömeni usta parmaklarla çözdü ve demirkırı atında kederli gözlerle oturan Krala uzattı. Conan açarken, nesne yüksek sesle çıtırdadı..

Mesaj Aquilonia lisanında kabaca çiziktirilmişti. Conan asık suratla sessizce taradı onu; ardından Prospero’ya uzattı; o da adamların işitmesi için ağır ağır heceledi.

“Kral Pohiola’ya yalnız gidecek. Eğer bunu yaparsa, belinden düşen oğluna zarar verilmeyecek. Eğer başka bir şey yaparsa, çocuk tümden tarif edilemez usullerle can verecek. Kral Beyaz El’le işaretlenen yolu izleyecek.”

Prospero, pas kızılı harfleri inceledi, sonra ufak bir tiksinti narası patlattı. Mesaj kanla yazılmıştı.
 

sülük

Kıdemli Üye
2 Haz 2016
138
246
muhteşem,önsöz bölümünü okudum sarhoş etti.yıllarca çizgiroman olarak okuduğum görselliği bu şekilde roman tadında okumak farklı geldi. ve hüseyin aksakal hocam siz olmasaydınız bu keyfi kaçıracaktım.sayenizde bunuda soluksuz okuyacağım bir hazine tadı yaşattınız.emeinize sağlık ve devamını getirmeniz dileğiyle binlerce teşekkür.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Aquilonialı Conan kitabı dört öyküden oluşuyor. Burada sunulan ilk öykü olan Sislerin Cadısı... Bu dört öykü, Ağustos 1972, Temmuz 1973, Temmuz 1974 ve Şubat 1975’te Fantastic içinde yayınlandı. Toplu öykülerin Lancer Books tarafından yayınlanması amaçlanmıştı ama bu baskı Lancer tarafından hiç yapılmadı. Bu öykülerin ilk kitap baskısı, Mayıs 1977’de Ace Books tarafından Aquilonialı Conan başlığı altında gerçekleştirildi.

Aquilonialı Conan seçkisi, Sislerin Cadısı, Nebhtu'nun Kara Sfenksi, Zembabwei'de Kızıl Mehtap, Kafatasındaki Gölgeler olmak üzere dört uzun öyküyü içeriyor. Sislerin Cadısı 9 bölümden oluşuyor ve bunu 3 ayrı fasılda paylaşmayı düşünüyorum. Talep olur mu bilmem. Fakat ikinci ve üçüncü öykü 12 bölümden, son öykü 9 bölümden oluşuyor. Hepsini üçerli bölümler halinde paylaşmış olsam on beş fasıl ediyor. Bu öykü, Conan'ın oğlunun Thoth-Amon'un da içinde bulunduğu bir büyücüler konfederasyonunun dört ayrı kolunun, neticede de Thoth Amon'un yok edilişine kadar devam eden tek bir roman bütünlüğü de taşıyor.

Lyon Sprague De Camp Conan için çok önemli bir yazar. Bir kere Howard'ın yarım bıraktığı fragmanları ortakları Lin Carter ve Björn Nyberg ile tamamladılar ki bu çok önemli bir şey. Ayrıca, Howard'ın sağlığında şu veya bu nedenle yayınlanmamış çeşitli öyküleri Conan ve Hyboria evrenine uyarladılar. Bu da külliyatta önemli bir genişleme yaşanmasını sağladı. Son olarak bu üç kişi, aynı evrendeki öyküleri birbirine bağlayan pastişler yazdı. Böylece bütüncül bir Conan yaşam öyküsü okumak mümkün oldu.

Yine de Howard'ın ve bu üçlünün Conan'ı arasındaki bazı farklara dikkat çekmek gerek. Howard'ın Conan'ı, "Medeniyete karşı Barbarlık"ın zaferi ve üstünlüğü temasını işler. Bu tema, Kara Nehrin Ardında öyküsünde "Barbarlık insanlığın doğal halidir,Uygarlık doğadışıdır. Koşulların bir cilvesidir. Ve Barbarlık nihayetinde muzaffer olmalıdır.” ifadelerinde kristalleşir. Gerçekten de Howard'ın öykülerinde uygar Hyboria ulusları karşısına çıkan vahşiler hep galip çıkarlar. Kara Nehrin Ardında ve Siyah Yabancı öykülerinde Pictlere karşı Conan bile zafer kazanamaz. Sadece canını--ve beraberindekileri--kurtarabilir.

Oysa De Camp ve ortaklarının öykülerinde, Conan batı dünyasını tehdit eden kötülüklere karşı, iyiliğin şövalyesi olarak karşımıza çıkar. Burada, gücü ve bilgeliğiyle karşısına çıkan herkesi yenebilen bir karakterdir. Başta Pictler olmak üzere tüm vahşilere karşı muzaffer olur. Orijinal Conan'ın Pictlerle hiçbir şekilde bir araya gelmesi mümkün değilken, bu seçkinin ikinci öyküsü olan Nebhtu'nun Kara Sfenksi'nde pict druid rahibi Diviatix'ten destek görür. Camp'ın Conan'ı, Howard'ınkinin acımasız pragmatizmini taşımaz. Bu anlamda artık Cimmerialı değil, Batının en büyük imparatorluğu sofistike Aquilonia'ya biraz daha yaklaşmış olur. Bu durum, Howard'ın sinekkaydı traşlı olarak tarif ettiği karakterin önce bıyık, sonra sakal bırakması olgusuyla da simgesel olarak geliştirilir.

Yine de bu öyküler, Conan külliyatı içinde Howard'a en fazla yaklaşabilen öyküler olmuş, onları bütünlemiştir.
 
Son düzenleme:

savok

Admin
30 Eki 2009
19,991
83,653
Kasımpaşa
Sayın Hüseyin Aksakal dostum, lütfen bu serilere devam ediniz.
İlginin azlığı bu konunun sizin de takdir edeceğiniz gibi değerini, önemini azaltmaz.
Olağanüstü bir çalışma.
Teşekkür ederim.
Saygılarımla.
 

abolardis

Onursal Üye
12 Şub 2011
6,630
24,405
Bu öykülerin tamamının çıktısının alıp kitap olarak okuma niyetindeyim.
Hüseyin bey emekleriniz için çok teşekkür ederim.Oldukça zahmetli ve zor bir alandasınız.Kolaylıklar dileyerek saygılar sunarım.
 

akyıldız

Süper Üye
15 Nis 2010
1,778
2,635
Sizin yazılarınızı zevkle okuyor, devamını sabırsızlıkla bekliyorum. Diziyi mümkünse sürdürmenizi içtenlikle diliyorum. Saygılarımla.
 
Üst