Kızıl Kale - Bir Conan Öyküsü / Fasıl 5 (Son)

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
V​
Uzun bir yay, sağlam bir yay ve gökyüzü kararsın!
Kiriş kertiğe, ok kulağa, Koth kralı da hedefe!

—Bossonia Okçu Marşı]​

Öğlen güneşi Shamar’ın güney tabyalarını yıkayan Tybor’un sakin sularında ışıldıyordu. Bitkin savunucular, güneşin yeniden doğuşunu çok azının göreceğini biliyordu. Kuşatmacıların büyük çadırları ovayı benekliyordu. Sayısal üstünlükleri olduğundan nehri geçmelerine direnememişti Shamar halkı. Birbirine zincirlenen mavnalar, istilacı orduların üstünden oluk oluk aktığı bir köprü oluşturuyordu. Strabonus arkasında zaptedilmemiş Shamar’la Aquilonia içlerine yürüyememişti. Hafif süvarileri, sipahilerini memleketi yakıp yıkmak için iç kesimlere yollamış ve kuşatma makinelerini ovada kurmuştu. Nehir-suruna karşı, akıntının ortasında Amalrus tarafından temin edilen teknelerden bir filotillaya demir attırmıştı. Teknelerden bazıları şehirdeki mancınıklardan atılan, güverteleri delip geçen ve kalasları parça parça eden kayalar tarafından batırılmıştı ama kalanlar yerlerini koruyor, okçular koruganlarca korunan pruva ve ana direklerden nehir yönündeki taretleri tarıyordu. Bunlar ellerinde yayla doğan Aquilonialı okçulara denk olmayan Shemlilerdi.

Kara yönündeki mancınıklar savunucuların arasına çatıları parçalayıp insanları böcek gibi ezen kaya ve ağaç gövdeleri yağdırıyor; şahmerdanlar biteviye kayaları dövüyor, istihkâmcılar köstebek gibi, gitgide yerin dibine, kulelerin altına gömülen lağımlar kazıyordu. Hendek üst ucundan tıkanmış, içindeki suyu boşaltılmış, kaya, toprak, ölü at ve insanlarla doldurulmuştu. Surların dibi kapıları döven, tırmanma merdivenleri kaldıran, kargıcılarla dolu taarruz kulelerini taretlere iten zırhlı adamlarla kaynıyordu.

Kırk bin savaşçıya karşı sadece bin beşyüz kişi tarafından savunulan şehirde umut terk edilmişti. Şehrin sınır karakolu olduğu krallıktan hiç haber yoktu. İstilacılar Conan öldü diye bağırıyordu neşeyle. Sadece sağlam surlar ve savunucuların umutsuz cesareti onları şimdiye dek uzak tutmuştu ama bu da ebediyen süremezdi. Batı suru, üstünde savunucuların istilacılarla göğüs göğüse çatıştığı bir enkaz yığınıydı. Diğer surlar altlarındaki lağımlardan bükülüyor, kuleler sarhoş gibi eğiliyordu.

Saldırganlar bir taarruz için toplanıyordu şu anda. Borazanlar öttü, çelik giyimli hatlar ovaya sıralandı. Ham boğa derisi kaplı taarruz kuleleri öne doğru gürledi. Shamar halkı merkezde yan yana dalgalanan Koth ve Ophir sancaklarını gördü ve ışıltılı şövalyelerin arasında; altın zırhlı Amalrus’un ince, ölümcül bedeni ile Strabonus’un bodur, siyah zırhlı bedenini fark etti. Aralarında da en cesurları bile dehşetle ürküten biri—şeffaf bir cübbe giymiş, kara kuru bir akbaba figürü—vardı. Mızrakçılar erimiş çelikten bir nehrin ışıltılı dalgaları gibi akarak öne hareketlendi; şövalyeler tırısa kalktı, mızraklar doğruldu, flamalar dalgalandı. Surlardaki askerler ruhlarını Mitra’ya emanet edip derin bir nefes aldı ve çentikli, kızıl lekeli silahlarını kavradı.

Sonra hiç uyarı vermeden bir borazan sesi böldü hengâmeyi. Bir nal gürlemesi yaklaşan ordunun gümbürtüsünü bastırdı. Ordunun ilerlediği ovanın kuzey tarafında alçak tepe sıraları kuzey ve batıya doğru dev merdiven basamakları gibi meyillenerek yükseliyordu. Şimdi bu tepelerin aşağısında, memleketin boşluğuna yayılan sipahiler, fırtına önündeki köpük gibi atlarını mahmuzlayarak hızla geliyor, arkalarında da güneş, hareketli çelik safları üstünde ışıldıyordu. Geçitlerden tamamen görüş alanına girdiler—üstlerinde büyük Aquilonia arslanlı sancağı dalgalanan zırhlı süvariler.

Kulelerdeki gergin gözcülerden muazzam bir nara gökleri yırttı. Huşu içindeki askerler çentikli kılıçlarını yarık kalkanlara vurdu, şehir halkı, hırpani dilencilerle zengin tüccarlar, kızıl etekli fahişelerle ipekli ve saten giyen hanımlar diz çöktü ve yüzlerinden şükran gözyaşları akıtarak neşeyle Mitra’ya yakardı.

Etrafındaki hantal hatları bu beklenmedik düşmanı karşılamak için hızla çeviren Arbanus’la birlikte deli gibi emirler yağdıran Strabonus homurdandı, “Hala sayıca üstünüz, yeter ki tepeler arasında ihtiyatları olmasın. Savaş kulelerindeki adamlar şehirden herhangi bir hurucu önleyebilir. Bunlar Poitainli—Trocero’nun bir tür çılgın yiğitlik deneyeceğini tahmin etmeliydik.”

Gözlerine inanamayan Amalrus bağırdı.

“Trocero ve komutanı Prospero’yu görüyorum—ama aralarındaki kim?”

“Isthar koru bizi!” diye bağırdı Strabonus solarak. “Kral Conan bu!”

“Delisin sen!” diye cırladı gayrı ihtiyari irkilen Tsotha. “Conan günlerdir Satha’nın karnında olmalı!” Grup grup ovaya inmekte olan orduya vahşice bakarak bir an durdu. Aslanlı sancağın kabaran ipek katmanları altındaki muazzam aygırı süren, siyah yaldız işlemeli zırh giymiş devin kimliğinden şüpheye mahal yoktu. Kediye benzer bir öfke ciyaklaması, sakalını köpükle lekeleyerek patlak verdi Tsotha’nın dudaklarından. Strabonus, büyücünün tamamen alt üst olduğunu ve gördüğünden ürktüğünü hayatında ilk kez görüyordu.

“Büyücülük bu!” diye bağırdı Tsotha çılgın gibi sakalını avuçlayarak. “Nasıl kaçabildi, nasıl vaktinde krallığına varıp da böyle çabucak bir orduyla dönebildi? Bu Pelias’ın işi, kahrolasıca! Bundaki rolünü hissediyorum! Elime geçirmişken onu öldürmediğim için lanetlenmiş olabilirim!”

Krallar, on yıl önce öldüğünü zannettikleri adamdan bahsedilmesine şaşıp kaldı ve liderlerden yayılan panik, orduyu sarstı. Kara aygırın üzerindeki süvariyi hepsi tanıyordu. Tsotha adamlarının batıl korkularını algıladı ve öfke cehennemi bir maskeye çevirdi yüzünü.

“İşinizi yapın!” diye haykırdı ince kollarını çılgınca sallayarak. “Hala daha güçlüyüz. Saldırın ve şu köpekleri ezin! Yine de Shamar yıkıntıları arasında şölen yapabiliriz bu gece! Ey Set!” Ellerini kaldırdı ve Strabonus’u bile dehşete düşüren bir dua etti yılan tanrıya: “Bize zafer nasip et, ben de sana kanları içinde kıvranan beş yüz Shamar bakiresi sunacağıma yemin ederim!”

Bu esnada rakip ordu ovaya çıkmıştı. Şövalyelerle birlikte sağlam, hızlı midilliler üstünde ikinci bir düzensiz ordu da geliyordu. Bunlar atlarından indi ve piyade düzeni aldı—metin Bossonialı okçulala sarı saçları çelik başlıkları altında dalgalanan Gunderland’dan mızraklı piyadeler.

Payitahtına dönüşünü izleyen fırtınalı saatlerde Conan’ın topladığı karman çorman bir orduydu. Köpüren kalabalığı Tamar’ın dış surlarını tutan Pellialı askerlerden geri püskürtmüş, onları emrine girmeye zorlamıştı. Geri getirmek için diye hızlı bir süvariyi Trocero’nun peşinden yollamıştı. Bunlarla bir ordu çekirdeği oluşturur oluşturmaz silâhaltına almalar ve atlar için memleketi tarayarak güneye ilerlemişti. Tamar ve yakın taşradaki soylular gücünü büyütmüş, yol boyunca her köyden, her şatodan asker toplamıştı. Su verilmiş çelik kalitesinde olsalar da, istilacı orduların karşısına çıkmak için toplanan, sadece önemsiz bir güçtü bu.

Ana kısmı Poitain Şövalyelerinden oluşan bin dokuz yüz zırhlı süvari izliyordu onu. Sadık soylularının maiyetindeki paralı askerler kalıntıları ve profesyonel askerler piyadelerini—beş bin okçu, dört bin mızraklı piyade—oluşturuyordu. Bu ordu şu anda düzene giriyordu—önde okçular, arkasında mızraklı piyadeler, daha geride de yavaş yavaş ilerleyen süvariler.

Onların karşısında da Arbanus hatlarını düzenledi ve müttefik ordular ışıltılı bir çelik okyanusu gibi ilerledi. Şehir surları üstünden seyredenler, kurtarıcılarının gücünü gölgeleyen bu uçsuz bucaksız orduyu görünce sarsıldı. En önde Shemli okçular yürüyordu; arkalarında Koth mızrakçıları, daha sonra da Strabonus ve Amalrus’un zırhlı şövalyeleri. Arbanus’un niyeti belliydi—yaya askerleri Conan’ın piyadelerini imha etmekte kullanmak ve ezici bir ağır süvari saldırısına yolu açmak.

Shemliler beş yüz metreden ateş açtı ve oklar güneşi karartarak ordular arasında dolu gibi uçtu. Pict vahşileriyle bin yıllık merhametsiz savaş tarafından eğitilmiş batılı okçular, yoldaşları düştükçe saflarını sıklaştırarak metanetle ilerledi. Sayıca açık ara azdılar, Shemli yayı daha uzun menzile sahipti ama nişancılıkta Bossonialılar düşmanlarına denkti ve okçuluktaki mutlak becerileri, moral üstünlüğü ve kusursuz zırhları sayesinde dengeyi kurdular. Menzile girer girmez oklarını yolladılar ve Shemliler koca koca saflar halinde düştü. Hafif zırh gömlek giyen kara sakallı savaşçılar, darbelere daha ağır zırhlı Bossonialılar kadar dayanamıyordu. Yaylarını atarak dağıldılar ve kaçışları arkalarındaki Koth mızraklı piyade saflarını da dağıttı.

Okçu desteği olmaksızın bu askerlerin yüzlercesi Bossonialı okları önünde düştü, yanaşık düzende delice saldırılar da mızraklı piyade kargıları tarafından karşılandı. Hiçbir piyade baş edemezdi vahşi Gunderlilerle; anayurtları Cimmeria sınırlarından sadece Bossonia düzlüklerinde bir günlük atlı mesafesindeydi ve tüm Hyboria halklarının en safkanıydı onlar. Okların yol açtığı zayiattan allak bullak olan Koth mızraklıları parçalara bölündü ve düzensiz şekilde çekildi.

Strabonus, piyadelerinin püskürtüldüğünü görünce öfkeyle kükredi ve genel bir saldırı için bağırdı. Arbanus, Bossonialıların kargaşa esnasında atlarında kıpırdamadan duran Aquilonia şövalyeleri önünde yeniden düzenlendiğine dikkat çekerek itiraz etti. General, batının şövalyelerini yayların menziline çekmek için geçici bir çekilme öğütlüyordu ama Strabonus öfkeden kudurmuştu. Bir şövalyelerinin uzun, görkemli saflarına, bir karşısındaki bir avuç zırhlı adama baktı ve Arbanus’a taarruz emri vermesi talimatını verdi.

General ruhunu Isthar’a emanet etti ve altın borazan çın çın öttü. Mızrak ormanı gümbür gümbür kükreyerek eğildi ve muazzam ordu ilerledikçe hızlanarak dalgalandı ovada Gümbür gümbür nal heyelanıyla tüm ova sarsılıyor, altın ve çelik ışıltısı Shamar kulelerindeki izleyicilerin gözünü kamaştırıyordu.

Süvari alayları dostu düşmanı çiğneyerek gevşek mızraklı piyade saflarını yardı ve Bossonialılardan gelen bir ok fırtınasının dişlerine daldı. Yollarına güz yaprakları gibi ışıl ışıl şövalyeler saçan fırtınayı inatla sürerek gürlediler ovada. Yüz adım sonra Bossonialıların arasında at sürecek, onları mısır sapı gibi biçeceklerdi ama et ve kan dayanamazdı şu an aralarından atılan ve uluyan ölüm yağmuruna. Omuz omuza, bacakları açık; derin, kısa naralarla, tek bir adam gibi oku kulağa dek çekip bırakarak duruyordu okçular.

Şövalyelerin tüm ileri hattı eridi, iğnedenliğe dönen at ve süvarilerin üstünde yoldaşları tökezledi ve tepeüstü düştü. Arbanus düşürüldü; gırtlağına bir ok saplanmış, kafatası can çekişen savaş atının nallarıyla ezilmişti. Düzeni bozulan orduda kargaşa baş gösterdi. Strabonus bir emir bağırıyor, Amalrus başka emir veriyordu; hepsinin arasında da Conan’ın görünüşünün uyandırdığı batıl korku yayılıyordu

Pırıl pırıl saflar kargaşa halinde kaynarken, Conan’ın trompetleri öttü, açılan okçu safları arasından, korkunç Aquilonia şövalyelerinin taarruzu başladı.

Ordular Shamar’ın yalpalayan kulelerini sarsan bir depreme benzer bir şokla buluştu. Düzensiz istilacı alayları üstlerine yıldırım gibi atılan mızraklarla diken diken yekpare çelik takoza karşı koyamadı. Saldırganların uzun mızrakları saflarını parçalara böldü ve Poitain şövalyeleri korkunç, iki ağızlı kılıçlarını sallayarak ordunun tam kalbine at sürdü.

Çeliğin çarpışıp çınlaması sayısız örsteki bir milyon çekiç gibiydi. Surlardaki seyirciler, mazgalları kavrarken, gümbürtüden sersemleyip sağırlaştı ve sorguçların çakan kılıçlar arasında yukarı savrulduğu, sancakların eğilip sendelediği kaynayarak dönen çelik girdabını seyrettiler.

Amalrus düşmüştü; omuz kemiği Prospero’nun iki ağızlı kılıcıyla bölünmüş, tepinen toynaklar altında can veriyordu. İstilacıların sayısı, Conan’ın bin dokuz yüz şövalyesini yutmuş ama hasımlarının gevşek düzeni içinde giderek daha derine dalan bu yekpare takozun etrafında Koth ve Ophir şövalyeleri kaynıyor, boş yere vuruyordu. Takozu kıramıyorlardı.

Ovada ricat halinde dağılan Koth piyadesini kontrol görevindeki okçu ve kargıcılar, hedef gözetmeden oklarını bıraktı, bıçaklarıyla atların karın ve kolanlarını kesmek koşup, uzun kargılarını atlıları deşmek için yukarıya saplayarak çatışmanın kıyısına yanaştı.

Çelik takozun ucundaki Conan putperest savaş narasını kükrüyor, zırh yelek-çelik başlık demeden savuruyordu koca kılıcını. Dosdoğru gürül gürül bir düşman denizine at sürdü ve Koth şövalyeleri, askerleriyle bağını kopararak arkasından kapandı. Bir yıldırımın düşüşü gibi, saf güç ve hızıyla saflar arasına dalıp, hassa birlikleri ortasında mosmor duran Strabonus’a varana dek vurdu Conan. Şu an savaş dengede asılıydı; zira sayı üstünlüğü sayesinde Strabonus’un hala ilahların dizinden zafer koparma fırsatı vardı.

Fakat baş düşmanını en sonunda bir kol mesafesinde gördüğünde bağırdı ve baltasını vahşice indirdi. Balta Conan’ın miğferinde ateş saçarak çınladı, Cimmerialı sendeledi ve karşı darbesini indirdi. Bir buçuk metrelik kılıç Strabonus’un miğferiyle kafatasını ezdi; kralın atı, gevşeyen cesedi eyerden attı ve kişneyerek şahlandı. Muazzam bir nara koptu bocalayarak geri çekilen ordudan. Trocero ve hassa birlikleri umutsuzca yararak Conan’a doğru ilerledi ve büyük Koth sancağı düştü. Sonra şaşkın, elden ayaktan kesilen istilacıların arkasında muazzam bir yaygara ve dev bir yangının alevleri yükseldi. Shamar savunucuları umutsuz bir huruç yapmış, kapıları tutan adamları boğazlamış ve kuşatmacıların çadırları arasında koşturup kamp destek birliklerini kılıçtan geçiriyor, çadırları yakıyor ve kuşatma makinelerini imha ediyordu. Bardağı taşıran son damla oldu bu. Parlak ordu ricat halinde dağıldı ve kaçarlarken de öfkeli galipler tarafından biçildiler.

Kaçaklar nehre koştu ama yeniden canlanan kent halkının taş ve okları tarafından fena halde taciz edilen filotilladaki adamlar palamarları çözmüş, yoldaşlarını kaderine terk ederek güney sahiline kürek çekiyordu. Bunlardan çoğu, Shamarlı adamlar bağları kesip sahilden ayırıncaya dek köprü görevi yapan mavnalardan koşarak karşı sahile ulaştı. Sonra savaş bir katliama dönüştü. Zırhları içinde boğulmak üzere nehre sürülen veya sahil boyunda kılıçtan geçirilen istilacıların binlercesi imha edildi. Merhamet vaat etmemişlerdi, merhamet bulmadılar.

Alçak tepelerin eteğinden, Tybor kıyılarına dek tüm ova cesetlerle kaplanmış, dalgaları kızıla boyanan nehirin yüzeyi ölülerle dolmuştu. Conan’la güneye at süren bin dokuz yüz şövalyeden sadece beş yüzü yaraları ile övünmek üzere sağ kalmıştı, okçular ve mızraklı piyadeler arasındaki katliam korkunçtu. Fakat Strabonus ve Amalrus’un muazzam, ışıl ışıl ordusu imha edilmişti ve kaçanların sayısı ölenlerden azdı.

Nehir boyunda daha katliam sürerken, ilerideki çayırda zalim bir dramanın final bölümü sahnelendi. Yok edilmeden önce mavna-köprüyü geçenler arasında, hiçbir normal atın aşık atamayacağı adımlara sahip, zayıf, acayip görünüşlü bir atı rüzgar gibi süren Tsotha da vardı. Dost düşman demeden amansızca çiğneyerek güney sahiline ulaştı ve geriye doğru bir bakış, peşindeki muazzam kara bir aygırda zalim bir kişiyi gösterdi ona. Bağlar henüz kesilmiş, mavnalar birbirinden ayrılıyordu ama Conan, yüzen bir buz tabakasından öbürüne atlayan biri gibi atını kayıktan kayığa sıçratarak amansızca geliyordu. Tsotha bir lanet bağırdı ama koca aygır gergin bir iniltiyle son sıçrayışını yaptı ve güney sahiline ulaştı. Sonra büyücü boş çayırlara doğru kaçtı, yoluna kızıl damlalar saçan koca kılıcı savurarak hızla at süren kral da peşinden ilerledi

Gözden uzaklaşmaya devam etti av ve avcı; her siniri ve kası zorlansa da siyah aygır bir ayak bile yaklaşamıyordu. Loş, yanıltıcı gölgelerden bir günbatımı diyarında, katliamın görüntü ve sesi arkalarında solana dek uzaklaştılar. Sonra gökyüzünde bir nokta peyda oldu, yaklaştıkça dev bir kartal olana dek büyüdü. Gökten çullanıp, Tsotha’nın kişneyip, sürücüsünü atarak şahlanan aygırının kafasına daldı.

İhtiyar Tsotha kalktı ve gözleri kuduz bir yılan gibi, yüzü insanlıkdışı bir maske halinde takipçisine döndü. Her iki elinde parlak bir şey tutuyordu, Conan orada ölüm tuttuğunu anladı.

Kral atından indi ve koca kılıcını yüksekte tutup zırhını çınlatarak hasmına doğru ilerledi.

“Yine karşılaştık büyücü!” Vahşice sırıttı.

“Uzak dur!” diye haykırdı Tsotha kandan kudurmuş bir çakal gibi. “Etini kemiklerinden sıyıracağım! Beni yenemezsin—eğer beni parça barça bölersen, et ve kemik parçaları yeniden birleşecek ve ölünceye dek sana musallat olacak! Bunda Pelias’ın elini görüyorum ama ikinize de yeterim ben. Ben Tsotha’yım, benim babam—”

Conan gözleri temkinle kısılmış halde, kılıcı ışıldayarak saldırdı. Tsotha’nın sağ eli ileri gidip gelince kral süratle eğildi. Tolgalı başının yanından bir şey geçti ve cehennemi bir ateş parlamasıyla kumları kavurarak arkasında infilak etti. Tsotha sol elindeki küreyi fırlatamadan Conan’ın kılıcı ince ümüğü yardı. Büyücünün kellesi kemerli bir kan fıskiyesi üstünde omuzlarından uçtu, cübbeli gövde sarhoş gibi sendeleyerek yığıldı. Yine de çılgın, siyah gözler Conan’a yaşam ışığı hiç solmadan kızgın kızgın baktı, dudaklar müthiş şekilde kıvrıldı, eller de kesik başı arıyormuş gibi havayı yokladı. Sonra hızlı bir kanat çırpışıyla birşey—Tsotha’nın atına saldıran kartal—çullandı gökten. Güçlü pençeleriyle kanlı kelleyi kaptı ve göğe süzüldü. Conan’ın dili tutuldu, zira büyücü Pelias’ın sesiyle bir insan kahkahası geliyordu kartalın dudaklarından.

Sonra iğrenç bir şey yaşandı, zira kellesiz gövde kumdan kalkmış, katılaşan ayaklar üstünde müthiş bir koşuyla uzaklaşıyor, eller de karanlık gökte hızlanarak solan noktaya doğru rastgele uzanıyordu. Hızlı, sendeleyen beden, o mor çayırların alacakaranlığında solana dek izleyerek taşa kesmiş biri gibi durdu Conan.

“Crom!” güçlü omuzları seğirdi. “Şu büyücülere özgü kan davalarını veba götürsün! Pelias bana iyi davrandı ama onu artık görmesem de olur. Halis muhlis bir kılıç ve biçmek için ne idüğü belli bir düşman verin bana. Kahretsin! Bir şarap testisi için neler vermezdim!”
 

akyıldız

Süper Üye
15 Nis 2010
1,778
2,632
Bu güzel öyküde böylece sona erdi, inşallah yeniyılda yeni öykülere kavuşuruz. Teşekkürler ve iyi yıllar dileği ile sağlıcakla kal Hüseyin Aksakal.
 

Motion

Kıdemli Üye
31 Mar 2013
613
3,374
vjRdaz.jpg
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Son bölüm biraz gecikti. İşin doğrusu 4. bölüm biraz okunana kadar beklettim. Ne yapalım, çizgi roman platformunda böyle uzun yazılar pek okunmuyor sanırım.
 

BRAN MAK MORN

Çeviri & Balonlama
13 Tem 2011
193
2,213
Üstadından, müthiş bir dil kıvraklığı ile çizgi romanından bile alınamayacak bir hazla sunulmuş çeviri şaheseri. Değerli dostum, belki de hiçbir vakit kendi dilimizde okuma imkanı bulamayacağımız Orijinal Conan Romanlarını paylaşıma açmandan dolayı şahsım adına ne kadar teşekkür etsem yetersiz kalacak. Bu tarz çevirilerden ekmek yiyenlerin bile örnek alacağı çalışmalar... Değerli paylaşımlarını sürekli görme arzusunda olduğumu belirtmek isterim. Selamlar...
 
Üst