Kızıl Kale - Bir Conan Öyküsü / Fasıl 4

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
IV​

“Kralı katleden kılıç, imparatorluk bağlarını keser.”
—Aquilonia atasözü​

Tamar caddeleri, yumruklar ve paslı kargılarını sallayan uğultulu kalabalıklarla kaynıyordu. Shamu Savaşından sonraki ikinci gün tan ağarmadan önceydi ve olaylar akıllara durgunluk verecek bir süratle gelişmişti. Sadece Tsotha–lanti tarafından bilinen usuller aracılığıyla, savaştan sonraki altı saatte Tamar’a ulaşmıştı kralın ölüm haberi. Sonuç kargaşa olmuştu. Baronlar, gaspçı komşulara karşı şatolarını güvenceye almak için kraliyet payitahtını dörtnala terk etmişti. Conan’ın inşa ettiği sıkı dokulu krallık, çözülmenin eşiğinde bocalar gibiydi; avamdan insanlarla tüccarlar derebeylik rejiminin dönüşü tehlikesinin yaklaşmasıyla ürperdi. Ahali, onları dış düşmanlar kadar, kendi aristokrasilerine karşı koruyacak bir kral için inliyordu. Conan’ın kent idaresini bıraktığı Kont Trocero, onları sakinleştirmeye çalıştı ama mantıksız dehşetleri içinde, eski iç savaşları ve aynı kontun onbeş yıl önce Tamar’ı nasıl kuşattığını hatırladılar. Sokaklarda Trocero’nun krala ihanet ettiği, şehri yağmalamayı planladığı haykırılıyordu. Paralı askerler, feryat eden tüccarlarla korkmuş kadınları sürükleyerek mahallelerde yağmaya başladı.

Trocero yağmacıları ezip geçti, caddeleri cesetleriyle kapladı, onları kargaşa içinden karargâhlarına sürdü ve liderlerini tutukladı. Yine de kontun kendi niyetleri için isyanı kışkırttığını haykıran beyinsiz ciyaklamalarla rastgele etrafta koşturuyordu cümle alem.

Prens Arpello, şaşkın meclisin önüne geldi ve Conan’ın oğlu olmadığından, yeni kral belirlenene dek şehrin yönetimini üstlenmeye hazır olduğunu ilan etti. Onlar tartışadursun, bir saltanat dilimi fırsatını yakalayan halkın arasına casusları kurnazca sokuldu. Meclis, saray pencelerinin dışından, Kurtarıcı Arpello diye kükreyen kalabalıkları işitti. Meclis teslim oldu.

Trocero, baştan hükümranlık asasını teslim etme emrini reddetti ama halk, şövalyelerine taş ve çerçöp yağdırarak, tıslaya uluya üşüştü etrafına. Bu şartlar altında, Arpello’nun adamlarıyla sokaklarda savaşa kapışmanın beyhudeliğini gören Trocero, asayı rakibinin suratına fırlattı, son resmi eylemi olarak paralı asker liderlerini pazar meydanında astı ve bin beş yüz çelik zırhlı şövalyesinin başında güney kapısından dışarı at sürdü. Kapılar arkasından çarpıldı ve Arpello’nun tatlı dilli maskesi, aç bir kurdun gaddar çehresini ortaya çıkarmak üzere indi.

Parça parça dağılan yahut barakalarında gizlenen paralı askerlerle onunkiler Tamar’daki tek askerlerdi. Arpello, büyük meydandaki ayartılmış kalabalığın yaygarası ortasında, savaş atı üstünde Aquilonia Kralı ilan etti kendini.

Bu eyleme karşı koyan Müşavir Publius zindana atıldı. Bir kral ilan edilişiyle rahatlayan tacirler, yeni hükümdarın ilk eyleminin sersemletici bir vergi koymak oluşunun şaşkınlığıyla karşılaştı. İtiraz delegasyonu olarak yollanan altı zengin tüccar yakalandı ve törensiz sepetsiz boyunları vuruldu. Bu infazı bir şok ve afallamış bir suskunluk takip etti. Para ile kontrol edemedikleri bir güçle karşılaşan tüccarlar şişko göbekleri üstüne düşüp zalimin çizmelerini yaladı.

Avamdan ahali tacirlerin alınyazısından tedirgin olmadı ama düzeni koruyor numarası yapan kabadayı Pellia askerlerinin Turan haydutları kadar kötü olduğunu keşfettiklerinde homurdanmaya başladılar. Emriyle ölüme mahkûm edilen umutsuz konsey üyeleri kraliyet sarayını askerlerine karşı tuttuğundan, karargâhını el koyduğu Publius’un sarayına kuran Arpello’ya, gasp, cinayet ve tecavüz şikâyetleri yağmur gibi yağdı. Sefa köşkünün mülkiyetini her nasılsa ele geçirmiş, Conan’ın kadınları da karargâhına sürüklenmişti. Halk, kraliyet güzellerinin—hepsi korku, utanç ve alışık olmadıkları zalimlik yüzünden ağlayan kara gözlü Poitain hanımları, Zamora, Zingara ve Hyrkania’dan ince belli, siyah saçlı kadınlar, dalgalı sarı kafalarıyla Brythunialı kızlar—demir zırhlı uşakların kaba ellerinde kıvrandığını görünce homurdandı

Gece, bir hayret ve hengâme kentinin üstüne çöktü, geceyarısından önce de gizemli şekilde Kothluların zaferlerinin peşini bırakmadığı ve Shamar surlarını dövmekte olduğu haberleri yayıldı caddelerde. Tsotha’nın gizemli istihbarat servisinden birileri baklayı çıkarmıştı. Korku, bir deprem gibi sarstı halkı; haberlerin böyle hızlı yayılmasını sağlayan büyücülüğe şaşmak için bile durmadılar. Güneye yürümesi ve düşmanı Tybor’dan püskürtmesi talebiyle Arpello’nun kapılarına akın ettiler. O da kurnazca, gücünün yetersiz olduğuna, baronlar tacını tanıyana dek bir ordu toplayamayacağına dikkat çekti. Oysa iktidar sarhoşuydu ve yüzlerine gülüyordu.

Athemides diye genç bir öğrenci, pazaryerinde bir sütuna tırmandı ve parlak sözlerle satrap olarak Arpello ile Koth hâkimiyeti altındaki varoluşun canlı bir resmini çizerek Arpello’yu Strabonus’un kuklası olmakla itham etti. O bitirmeden, kalabalık korkudan feryat ediyor, öfkeden uğulduyordu. Arpello askerlerini delikanlıyı tutuklamaya yolladı ama ahali yetişti ve askerleri taş ve çerçöp yağmuruna tutarak onunla kaçtılar. Bir arbalet salvosu kalabalığı dağıttı, bir süvari saldırısı da pazaryerini cesetlerle kapladı, oysa Athemides Trocero’ya Tamar’ı geri alması ve Shamar’a yardım için yürümesini rica etmek üzere kentten kaçırılmıştı bile.

Athemides, Trocero’yu surların dışındaki kampını söküp krallığın güneybatısındaki Poitain’e intikale hazırlanırken halde buldu. Delikanlının ısrarlı yakarılarına, içerideki kalabalığın yardımıyla bile olsa ne Tamar’a saldırmaya, ne de Strabonus’un karşısına çıkmaya yeterli gücü olmadığı cevabını verdi. Bununla birlikte o Kothlularla savaşırken tamahkâr soylular, gerisinde Poitain’i yağmalayacaktı. Kralın ölümüyle, herkesin kendisinin olanı korumaya bakması gerekiyordu. Arpello ve yabancı müttefiklerine karşı elden geldiğince savunmak üzere gidiyordu Poitain’e.

Athemides Trocero’ya yalvaradursun, ayaktakımı hala beyhude bir öfkeyle kuduruyordu şehirde. Kraliyet sarayı yanındaki muazzam kulenin dibinde toplanan halk, Arpello’ya nefretini haykırarak kaynıyor, girdap gibi dönüyordu. Arpello taretlerde duruyor, okçuları burçlara dizili, oklar çekili, parmaklar tetikteyken onlara gülüyordu.

Pellia prensi, esmer, haşin bir çehreyle orta boylu, geniş omuzlu bir adamdı. Bir entrikacı, aynı zamanda da bir savaşçıydı. Yaldız dantelli etek ve enli yenleriyle ipek jüponu altında parlak çelik ışıldıyordu. Uzun siyah saçları kıvırcık, parfümlü ve arkasından gümüş bir şeritle geriye bağlanmıştı ama belinde pırlantalı kabzası savaş ve seferde yıpranmış enli bir kılıç asılıydı.

“Aptallar! Dilediğinizce uluyun! Conan öldü ve Arpello kral!”

Tüm Aquilonia karşısında birleşse bile kaç yazardı? Strabonus yetişene dek kudretli surları tutmaya yeterli adamı vardı. Oysa Aquilonia kendi içinde bölünmüştü. Baronlar şimdiden komşusunun hazinesini ele geçirmek için birbirini kuşatıyordu. Arpello’nun halletmesi gereken sadece biçare kalabalıktı. Strabonus savaşan baronların gevşek hatlarını köpükleri yaran bir kadırga şahmerdanı gibi yaracaktı; Arpello’ya sadece başkenti tutmak kalıyordu.

“Aptallar! Arpello Kral!”

Güneş doğu kulelerini üstüne yükseliyordu. Önce bir yarasaya, sonra bir kartala dönüşen uçan bir leke geldi kızıl şafaktan. Nihayet gören herkes hayretle çığlık attı, zira Tamar surlarının üstüne insanların sadece yarı unutulmuş efsanelerden bildikleri türden bir mahlûk çullanıyordu; büyük kule üstünde kükrerken de kanatları arasından bir insan bedeni atladı. Sonra yaratık, sağır edici bir kanat gürleyişiyle kayboldu, halk ise acaba rüya mı gördük diye gözlerini kırpıştırdı. Tarette sadece enli kılıcını sallayan yarı çıplak, kan lekeli, vahşi, barbar bir şahıs duruyordu. Kuleyi sallayan bir kükreme yükseldi kalabalıktan, “Kral! Kral bu!”

Arpello mıhlanmış gibi durdu; sonra bir çığlıkla kılıcını çektiği gibi Conan’ın üstüne atıldı. Cimmerialı, aslan gibi bir kükremeyle savuşturdu tıslayan kılıcı. Sonra da kendi kılıcını atarak prensi yakaladı, apış arasıyla gırtlağından tutarak yukarı kaldırdı.

“Komplolarını al da cehenneme götür!” diye kükredi. Sonra da Pellia prensini bir tuz çuvalı gibi elli metre yüksekten boşluğa fırlattı. Beden, kan ve beyin saçarak mermer kaldırıma yapışıp, çiğnenmiş bir böcek gibi parçalanan zırhı içinde ezilmek üzere hızla düşerken ahali geri çekildi.

Kuledeki okçular geriye sindi, moralleri bozulmuştu. Onlar kaçtı, kuşatılmış meclis üyeleri saraydan huruç etti ve neşeli bir vecd ile aralarına daldı. Pellialı şövalyelerle askerler caddelerde güvenli bir yer aradı, kalabalık da onları parçalara ayırdı. Caddelerdeki savaş kaynayıp fırıl fırıl döndü, tüylü tolgalar ve çelik başlıklar, dağınık saçlı kafalar arasına savruldu, sonra da kayboldu; kılıçlar doğrulan bir kargı ormanı halinde delice biçti ve her şeyin üstünde kana susamışlık ve acı ulumalarıyla karışan kutlama naraları yükseldi. Tüm sahne üstünde de kralın çıplak bedeni baş döndürücü burçlarda sallanıp öne eğildi, güçlü kollar tüm ayaktakımı, prensler, hatta kendisiyle alay eden koca bir kahkahayla kükreyerek sallandı.
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Başlığı kazara 5. bölüm yazmışım... Yönetici arkadaşlarım düzeltirse minnettar olurum. Nedense ben düzeltemiyorum o kısmı... Doğrusu 4. bölüm olacak.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Kızıl Kale yazılan 2. (ilk öykü Kılıçtaki Anka'dır.) Conan öyküsüdür. Bu öyküde Aquilonia'nın başkenti "Tamar" diye geçiyor. Kılıçtaki Anka'da kentin adı verilmiyor. Son yazılan Conan öykülerinden Ejderin Saati(De Camp tarafından Fatih Conan adı verilmiştir) romanında başkent Tarantia diye geçiyor. Tüm devam yazarları da Tarantia'yı esas almış. Çizgi romanlarda da aynı tercihte bulunulmuş. Bunun üstünde iki kentten mi söz ediliyor, kentin ismi sonradan mı değişti şeklinde farklı görüşler var.
 
Üst