Kızıl Kale - Bir Conan Öyküsü / Fasıl 2

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
II
Köhnemiş bir yalanın ışıltılı kabuğu; İlahi hak masalı—
Mirasla edindiniz tacınızı, oysa kandı benimkinin bedeli.
Kan ve terimle kazandım tahtı, satmayacağım, Crom adına,
Vadiler dolusu altın vaadine de Cehennem tehdidine de!

—Kralların Yolu

Kalede, süslü kehribar kubbeli tavanı ve eşiklerinde acayip kara mücevherler ışıldayan bir odada tuhaf bir meclis gerçekleşiyordu. Sargısız yaralarındaki kan, dev uzuvlarında kabuk bağlayan Aquilonialı Conan esircileriyle karşı karşıyaydı. Her iki yanında birer düzine dev, teberlerini kavrayarak duruyordu. Önünde Tsotha dikiliyor, mücevherlerle ışıldayan, ipek ve altın bezeli Strabonus ve Amalrus divanlarda tembel tembel yatıyordu. Yanlarındaki çıplak köle oğlanlar yekpare safirden yontulmuş kadehlere şarap döküyordu bu esnada. Güçlü bir tezat oluşturuyordu Conan; zalim, kan lekeliydi, bir peştamal dışında çıplaktı, güçlü uzuvlarında prangalar vardı ve mavi gözleri enli, basık alnına düşen karmakarışık siyah yelesinin altında parlıyordu. Şahsiyetinin temelindeki saf zindelik, fatihlerin debdebesini pula çevirerek hâkim oluyordu sahneye. Kibir ve debdebe içindeki Kralların her biri içten içe bunun farkındaydı ve rahat değildi. Tek Tsotha bozmuyordu sükunetini.

“Arzumuz tez konuşmaktır Aquilonia Kralı,” dedi Tsotha. “İmparatorluğumuzu genişletmektir dileğimiz.”

“Yani krallığımı iç etmek istiyorsun,” diye terslendi Conan.

“Bir taç edinmeye herhangi bir barbardan daha fazla hakkı olmayan bir maceracı haricinde nesin ki sen?” diye geçiştirdi Amalrus. “Sana münasip bir tazminat teklife hazırız—”

“Tazminatmış!” Conan’ın güçlü göğsünden çıkan derin bir kahkaha tufanıydı bu. “Alçaklık ve ihanetin fiyatı! Ben bir barbarım diye krallığım ve halkını, hayatım ve sizin pis altınınız için satar mıyım zannettin? Hah! Sen ve yanındaki o kara suratlı domuz, taçlarınızı nasıl edindiniz? Savaş ve çileyi babalarınız çekti ve taçlarını altın tabaklarda size sundu.—Belki birkaç kardeşinizi zehirlemek hariç—parmağınızı bile oynatmadan mirasa kondunuz—onun uğruna savaştım ben.

“Satende oturup uğruna halkın ter döktüğü şarabı yudumluyor, ilahi saltanat haklarından söz ediyorsunuz—Pöh! Ben tahta çıplak barbarlık çukurundan tırmandım, tırmanırken de başkalarınınkini döktüğüm kadar kendi kanımı da döktüm ziyadesiyle. Eğer içimizde insanları yönetme hakkı olan biri varsa, Crom adına, o benim! Kendinizi nasıl benden üstün sayarsınız?

“Aquilonia’yı sizin gibi—şeceresi bin yıl süren biri—bir domuzun pençesinde buldum. Ülke baron savaşlarıyla bölünmüş, halk zulüm ve fahiş vergiler altında inim inim inliyordu. Bugün hiçbir Aquilonia soylusu, tebaamın en mütevazısına dahi eziyet edemez, halkın vergileri de dünyadaki her yerden düşüktür.

“Ya siz? Senin kardeşin Amalrus, krallığının doğu yarısını tutuyor ve sana meydan okuyor. Ya sen Strabonus? Şu an bile askerlerin bir düzine veya daha fazla asi baronun şatosunu kuşatıyor. İkinizin krallıklarının halkları da despotça vergiler ve müsaderelerinizden eziliyor. Ve benimkini gasp edeceksiniz—Hah! Ellerimi çözün de şu yeri beyninizle cilalayayım!”

Tsotha kral dostlarının öfkesini görünce soğuk soğuk sırıttı.

“Doğruluk payı olsa da, mevzu haricinde tüm bunlar. Planlarımız seni ilgilendirmez. Senin mesuliyetin Pellia Prensi Arpello lehine bir feragatname olan şu parşömene imza atınca nihayete eriyor. Sana silahlar, at ve beş bin altın luna verecek ve doğu sınırına kadar eşlik edeceğiz.”

“Ordularından destek almak için Aquilonia’ya at sürdüğümde, bir hain yaftasının ilave yükü haricinde bırakacaksınız yani!” Conan’ın gülüşü aç bir kurdun derin havlamasına benziyordu. “Arpello ha! O Pellia kasabından şüphelerim vardı. Hırsızlık ve talanınızı bile doğru dürüst yapamazsınız; her şeye zayıf da olsa mazeret bulmanız gerekir değil mi? Arpello hanedan soyundan geldiğini iddia ediyor; bu yüzden onu hırsızlığınıza kılıf ve aracılığıyla hükmedeceğiniz bir satrap olarak kullanıyorsunuz. Önce cehennemde görürüm sizi.”

“Sen bir aptalsın!” diye bağırdı Amalrus. “Ellerimizdesin, canını da tacını da seve seve alabiliriz!”

Conan’ın cevabı ne asil oldu, ne de ağırbaşlı; barbar doğası edinilmiş kültürüyle bastırılmamış birinin doğuştan dürtülerine uygundu bu tepki. Amalrus’un gözlerinin ta ortasına tükürdü. Ophir Kralı hakaretin öfkesiyle ince kılıcını aranarak ayağa fırladı. Onu çektiği gibi Cimmerialının üstüne atıldı ama Tsotha araya girdi.

“Bekleyin majesteleri; bu adam benim tutsağım.”

“Çekil büyücü!” diye bağırdı Amalrus; Cimmerialının mavi gözlerindeki bakışa deli oluyordu.

“Geri dedim!” diye kükredi Tsotha, müthiş bir gazaba kapılarak. Narin eli bol yeninden çıktı ve Ophirlinin kasılmış yüzüne bir toz boca etti. Amalrus bağırdı, kılıcını düşürüp gözlerine yapışarak gerisingeri sendeledi. Kılıcı elinden düştü. Kothlu muhafızlar duygusuzca baktı, Kral Strabonus titrek ellerinde tuttuğu başka bir şarap kadehini telaşla yudumlarken, bitap halde divana yığıldı. Amalrus ellerini indirdi, başını şiddetle salladı ve zekâ, ağır ağır döndü gri gözlerine.

“Kör oldum,” Gürledi. “Bana ne yaptın büyücü?”

“Sadece sana gerçek efendinin kim olduğuna ikna edecek bir hareket,” diye terslendi Tsotha. Resmi, yapay maskesi, mutlak kötülükte karakterini açığa çıkararak düşüyordu. “Strabonus bu dersi öğrendi—sen de öğren. Gözlerine attığım Stygia mezarında bulduğum bir toz sadece—bir daha atarsam ömrünün kalanını karanlıkta el yordamıyla aranmaya bırakırım seni.”

Amalrus omuz silkti, kaprisle gülümsedi, korku ve öfkesini gizleyerek bir kadehe uzandı. Parlak bir diplomat olarak dengesini geri kazanmakta çevikti. Tsotha, olay esnasında kayıtsızca duran Conan’a döndü. Büyücünün bir işareti üzerine, zenciler mahkûmlarının koluna girdi ve dolambaçlı bir koridora açılan kemerli bir eşikten geçerek odadan çıkan büyücünün peşinden yürüttüler. Bu koridorun zemini rengârenk mozayiktendi, duvarlarında altın varaklar, gümüş kaplamalar vardı ve frizli tavanda, koridoru düşsel, kokulu bulutlarla dolduran altın buhurdanlıklar sallanıyordu. Kara kehribar ve siyah yeşimden yapılmış, üstündeki kemerde dehşetengiz bir insan kafatası sırıtan pirinç bir kapıyla son bulan daha ufak, karanlık ve ürkütücü bir koridora döndüler. Elindeki anahtar demetini sallayan tiksinç, şişman biri duruyordu bu kapıda—hakkında müthiş masallar fısıldanan Tsotha’nın hadımbaşı Shukeli—normal insan duyguları yerine hayvanca bir işkence tutkusu koymuş bir adam.

Pirinç kapı, kalenin üzerinde durduğu tepenin bağırsaklarına kadar dolana dolana iniyor gibi görünen dar bir merdivene açıldı. Bu merdivenlerden inen grup, sonunda lüzumsuz ölçüde sağlam görünüşlü demir bir kapıda durdu. Bunun açık havaya açılmadığı belliydi, yine de mancınık ve şahmerdan saldırısına dayanacak şekilde yapılmış gibiydi. Shukeli bunu açtı ve muazzam kanadını ardına dek açarken, kendisini kollayan dev zencilerin arasındaki aleni huzursuzluğu fark etti Conan; ne de Shukeli gerginlikten azade görünüyordu ilerideki karanlıklara dikkatle bakarken. Koca kapının iç tarafında kalın çelik çubuklardan ikinci bir bariyer vardı. Bu da hiç kilidi olmayan, sadece dışarıdan çalıştırılabilen dâhice bir sürgüyle sıkıca kapatılmıştı; bu sürgü çekildi, parmaklık duvarın içine kaydı. Buradan zemini, duvarları ve kemerli tavanı yekpare kayadan yontulmuşa benzeyen geniş bir koridora geçtiler. Yerin epey altında, tepenin kendisinden bile derinde olduklarını biliyordu Conan. Karanlık, muhafızların meşalelerini duyarlı, canlı bir varlık gibi sıkıştırıyordu.

Kralı taş duvardaki bir halkaya sıkıca bağladılar. Başının üstüne, duvardaki bir nişe ışığı etrafı yarım daire şeklinde aydınlatan bir meşale koydular. Zenciler, gitme telaşı içindeydi, kendi aralarında mırıldanıyor, karanlığa korkulu bakışlar atıyorlardı. Tsotha çıkmalarını işaret edince, sanki karanlık somut bir biçim alıp sırtlarına atılacakmış gibi apar topar kapıya doluştular. Tsotha Conan’a doğru döndü, kral yarı karanlıkta büyücünün gözlerindeki ışıltıyı ve dişlerinin gölgedeki bir kurdunkine benzer şekilde bembeyaz parladığını huzursuzca fark etti.

“Ve artık elveda barbar,” diye alay etti büyücü. “Shamar’a ve kuşatmaya gitmeliyim. On gün içinde askerlerimle Tamar’daki sarayında olacağım. Tsotha Lanti’nin zafer günlüğünü yazdığı parşömenleri temin etmek için narin tenlerini yüzmeden önce kadınlarına bir diyeceğin var mı?

Conan normal birinin kulak zarını patlatacak sunturlu bir Cimmeria küfrüyle karşılık verdi. Tsotha kıs kıs gülerek çekildi. O aradan süzülürken, kalın çubuklu parmaklıklar arasından akbabayı andıran bedeni ilişti Conan’ın gözüne. Sonra ağır dış kapı çınladı ve sessizlik bir tabut örtüsü gibi çöktü.



KIZIL KALE BÖLÜM BİR için...
http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...-kale-robert-e-howard-1-bolum.html#post537374
 
Son düzenleme:

Motion

Kıdemli Üye
31 Mar 2013
613
3,374
vjRdaz.jpg
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
"...Gözlerine attığım Stygia mezarında bulduğum bir toz sadece—bir daha atarsam ömrünün kalanını karanlıkta el yordamıyla aranmaya bırakırım seni...”
----------------------------------------------------------------------------------

Yine hiç takılmadan su gibi okunan bir çeviri...
Eline sağlık Hüseyin üstadım...
Sizi zevkle takip ediyorum...

Saygılarımla...

Teşekkür ederim... Yorumlarınız beni cesaretlendiriyor.
 
Üst