Kızıl Kale - Bir Conan Öyküsü / Fasıl 1

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
KIZIL KALE​

I​

Aslanı Shamu ovasında düşürdüler pusuya;
Ağırlaştırdılar kollarını bir demir zincirle;
Bağırdılar trompet sesleri içinde avaz avaz,
Bağırdılar, “Nihayet kafese kapatıldı aslan!”
Eyvahlar olsun, nehir ve ovanın şehirlerine
Eğer Aslan yine azametle yürüyecek olursa!​

Eski Balad​

Savaşın kükremesi dinmişti; zafer naraları ölmekte olanların feryatlarına karışıyordu. Bir güz fırtınası ardından rengârenk yapraklar gibi düşüp kalanlar kaplıyordu ovayı; batan güneş, parlak tolgalar, yaldız işlemeli zırhlar, gümüş göğüs levhaları, kırık kılıçlar ve pıhtılaşmış kızıllık havuzlarına atılmış ipek sancakların haşmetli kıvrımlarında parıldıyordu. Aynı şekilde kirlenmiş savaş atlarıyla çelik kuşanmış süvarileri, yeleleri dalgalanıp sorguç tüyleri sallanarak sessiz yığınlar halinde yatıyordu kızıl dalganın içinde. Etraflarında, aralarında, çelik başlık ve deri yelekler içinde kılıçtan geçirilmiş, çiğnenmiş cesetler—okçu ve mızraklı piyadeler—bir fırtına birikintisi gibi saçılmıştı.

Deniz kabuğundan borazanlar tüm ovada bir zafer marşı çalıyor, tüm dağınık, ışıltılı hatlar, tekerlek çubukları gibi son sağ kalanın hala eşitsiz bir savaş verdiği noktaya toplanırken, galip nalları mağlup göğüslerini çiğniyordu.

O gün seçkin süvarilerinin kılıçtan geçirildiğini, ezildiğini, yenildiğini ve ebediyete göçtüğünü görmüştü Aquilonia Kralı Conan. Beş bin şövalyeyle güneydoğu Aquilonia sınırını geçmiş, eski müttefiki Ophir Kralı Amalrus’u, Koth Kralı Strabonus’un ordularıyla ona karşı birleşmiş halde bulmak üzere ilerlemişti yeşil Ophir çayırlarına. Tuzağı çok geç fark etmişti. Bir insanın beş bin şövalyeyle, komplocuların otuz bin şövalye, okçu ve mızraklı piyadesine karşı yapabileceği her şeyi yapmıştı.

Okçu veya piyade olmadan, zırhlı süvarilerini yaklaşan ordunun karşısına çıkarmış, parıltılı zırh giyen düşman şövalyelerin mızrakları önünde can verdiğini görmüş, önünde ayrılan safları palas pandıras sürerek karşı merkezi parçalara ayırmış, sonra etkilenmemiş kanatlar yaklaşınca bir mengeneye yakalanmış halde bulmuştu kendini. Strabonus’un Shemli okçuları zırhlarındaki her yarığı bulan oklarla tüyleyip atları indirirken, Kothlu kargıcılar da düşen süvarileri mızraklamaya koşarak tahribat yaratmıştı şövalyeleri arasında. Bozulan merkezin zırhlı mızraklıları yeniden toparlanmış, kanatlardan süvarilerce takviye edilmiş ve mutlak sayı üstünlüğüyle savaş alanını süpürerek tekrar tekrar saldırmıştı.

Aquilonialılar kaçmamıştı; savaş meydanında can vermişler, Conan’ı güneye izleyen beş bin şövalyeden kimse sağ kalmamıştı. Şu anda hassa birliklerinin doğranmış cesetleri arasında, sırtını ölü at ve insanlardan bir yığına vererek köşeye sıkışmış halde duruyordu kral. Yaldızlı zırh içindeki Ophir şövalyeleri yalnız adamı biçmek için atlarını ceset tümseklerinden aşırtıyor, simsiyah sakallaryla bodur Shemliler ve kara yüzlü Koth şövalyeleri de yaya olarak etrafını sarıyordu. Çelik çınlaması sağır ediciydi; siyah zırhlı batı kralının gövdesi, koca bir satır kullanan kasap gibi vurarak yükseliyordu kaynayan düşmanların ortasında. Binicisiz atlar alandan kaçıyordu; demir giyimli ayağı etrafında mengeneden geçirilmiş bir ceset halkası büyüyordu. Saldırganlar, umutsuz vahşetinden soluk soluğa, mosmor halde gerilediler.

Bağrışan, söven saflar arasında, fatih beyleri at sürüyordu şu anda—enli, esmer yüzü ve hilekâr gözlerle Strabonus; narin, müşkülpesent, kalleş, bir kobra kadar tehlikeli Amalrus ve iri, kara gözleri yırtıcı bir kuşunki gibi parlayan, sadece ipek cübbeler giyen cılız akbaba Tsotha-lanti. Karanlık öyküler anlatılırdı bu Kothlu büyücü hakkında; kuzey ve batı köylerinde dağınık saçlı kadınlar çocuklarını onun ismiyle korkutur, asi köleler ona satılma tehdidiyle, kamçıyla olduğundan daha kolay yola getirilirdi. İnsanlar, canlı insan kurbanlardan yüzülmüş derilerle ciltlenen koca bir karanlık ameller kütüphanesi olduğunu, sarayının kurulduğu tepe altındaki meçhul çukurlarda, ağlayan kızları melun sırlar karşılığında satarak karanlık güçleriyle karanlık işler çevirdiğini söylüyordu. Koth’un gerçek hükümdarıydı O.

Krallar, ölüler arasında yükselen zalim demir zırhlı kişiden güvenli bir mesafede dizginlere asılırken, soğuk soğuk sırıtıyordu şu anda. Sorguçlu, çentikli tolga altından canice parlayan vahşi mavi gözler önünde en yiğitler bile siniyordu. Conan’ın esmer, yaralı yüzü tutkuyla daha da kararmıştı şu an; siyah zırhı lime lime kesilmiş, kanlanmış; muazzam kılıcı, korumalığa dek kırmızıydı. Tüm uygarlık cilası solmuştu bu baskı anında; galiplerle yüzleşen bir barbardı o. Conan soy itibarıyla kuzeydeki kasvetli, bulutlu ülkelerinde yaşayan o azgın, huysuz dağlılardan bir Cimmerialı idi. Onu Aquilonia tahtına götüren destanı, koca bir kahramanlık öyküleri divanının temeliydi.

Bu yüzden krallar şu anda mesafeyi koruyordu; Strabonus, düşmanı uzaktan oklarla indirmeleri için Shemli okçularını çağırdı. Komutanları Cimmerialının enli kılıcı önünde olgun başak gibi düşmüştü; sikkeleri kadar şövalyeleri konusunda da pinti olan Strabonus öfkeden köpürüyordu. Ama Tsotha başını iki yana salladı.

“Sağ yakalayın.”

“Söylemesi kolay!” diye hırladı Strabonus, kara zırhlı dev ya mızrakların arasından onlara doğru bir yol açarsa diye endişeleniyordu. “Kim sağ yakalayabilir insan yiyen bir kaplanı? İsthar adına, topuğu en iyi silahşörlerimin ümüğünde! Her birini yetiştirmek yedi yıl ve bir yığın altına mal oldu, şimdi çaylaklara et olarak şurada yatıyorlar. Oklar diyorum!”

“Tekrar hayır!” diye terslendi Tsotha atından atlayarak. Soğuk soğuk güldü. “Aklımın bir kılıçtan kudretli olduğunu öğrenmedin mi şimdiye dek?”

Kargıcı saflarını geçti, çelik başlıklı devler ve zırhlı başıbozuklar cübbesinin eteğine değmemek için korkuyla geri sindi. Ne de sorguçlu şövalyeler daha yavaş davrandı ona yol açarken. Cesetler üstünden yürüyüp zalim kralla yüzyüze geldi. Kalabalıklar, nefesini tutarak gergin bir sessizlikle izliyordu. Siyah zırhlı adam, korkunç bir tehdit ifadesiyle çentilmiş, kanlı kılıcını yüksekte sallayarak zayıf, ipek elbiseli şahsın üstünde yükseldi.

“Sana yaşam teklif ediyorum Conan,” dedi Tsotha, sesinin arkasında zalim bir alay fokurdayarak.

“Ben sana ölüm vereyim büyücü,” diye hırladı kral. Demir pazular ve azgın nefretle desteklenen koca kılıç, Tsotha’nın ince bedenini ikiye bölmeyi hedefleyen bir darbeyle savruldu. Fakat tam ordular bağırıyordu ki büyücü gözün takip edemeyeceği süratle yaklaştı. Görünüşte Conan’ın yırtık, kopuk zırhının açıkta bıraktığı boğum boğum kaslı sol ön koluna elini koydu sadece. Islık çalan kılıç kavisli yolundan saptı, zırhlı dev külçe gibi toprağa düştü ve hareketsiz kaldı. Tsotha sessizce güldü.

“Onu kaldırın ve korkmayın; aslanın dişleri çekildi.”

Krallar gemlerini kıstı ve düşen aslana huşuyla baktı. Conan ölü gibi kaskatı yatıyordu ama ardına dek açık, biçare bir öfkeyle yanan gözleri onlara düşmanca bakıyordu.

“Ona ne yaptın?” diye sordu Amalrus huzursuzca.

Tsotha parmağındaki tuhaf desenli enli yüzüğü gösterdi. Parmaklarını birbirine bastırdı ve yüzüğün iç kısmından bir yılanın dili gibi ufak, çelik bir diş fırladı.

“Hayalet meskeni Güney Stygia bataklıklarında yetişen mor nilüfer suyuna batırıldı,” dedi büyücü. “Dokunuşu geçici bir felç yaratır. Onu zincirleyip bir arabaya koyun. Gün batıyor, Khorshemish yoluna çıkma vakti.”

Strabonus generali Arbanus’a döndü.

“Biz yaralılarla Khorshemish’e dönüyoruz. Bize sadece bir kraliyet süvari birliği eşlik edecek. Emirlerin, şafakta Aquilonia sınırına yürümek ve Shamar kentini kuşatmaktır. Ophirliler yürüyüşte size erzak temin edecek. Biz de mümkün olur olmaz takviyelerle size katılacağız.”

Böylece çelik giyimli şövalyeler, mızraklı piyade, okçu ve kamp birlikleriyle ordu, savaş alanı yanındaki çayırda kamp kurmaya girişti. Yıldızlı gecede, iki kral ve herhangi bir kraldan daha yüce büyücü de ışıltılı hassa birlikleri arasında Strabonus’un başkentine at sürdü. Yaralı yüklü savaş arabalarından uzun bir katar eşlik ediyordu onlara. Bu arabalardan birinde zincirlerle ağırlaşmış, ağzında yenilginin ekşi tadı, ruhunda tuzağa düşmüş bir kaplanın kör öfkesiyle Aquilonia Kralı Conan yatıyordu.

Güçlü uzuvlarını çaresizlikle donduran zehir, beynini felç etmemişti. İçinde yattığı savaş arabası çayırlarda gümbürderken, çıldırtıcı şekilde mağlubiyetine dönüp duruyordu aklı. Amalrus, Aquilonia sınırı ve engin güney Koth krallığı arasına sivri bir takoz gibi uzanan batı mülkünü kasıp kavurduğunu söylediği Strabonus’a karşı yardım dilemek üzere bir elçi yollamıştı. Morali bozuk kullarını yüreklendirmek için sadece bin atlı ve bizzat Conan’ın teşrifini talep ediyordu. Conan içinden sövüyordu şimdi. Cömertliğinden, kalleş hükümdarın istediği sayının beş katıyla gelmişti. Ophir’e iyiniyetle ilerlemiş, ona karşı birleşen sözümona hasımlar tarafından karşılanmıştı. Onu ve beş bin adamını tuzağa düşürmek için koca bir ordu getirmeleri, bahadırlığının önemini anlatıyordu.

Kızıl bir bulut örttü görüşünü; damarları öfkeyle şişti, nabzı şakaklarında çıldırtıcı şekilde zonkladı. Tüm yaşamında daha büyük, daha biçare bir öfke yaşamamıştı. Hayatı hızla ilerleyen sahneler halinde uçarcasına geçti zihin gözünden—içinden sürüyle farklı kılık ve koşullardaki kendi olan bulanık kişiler geçen bir panorama—deri giyimli bir barbar, boynuzlu tolga ve pullu zırh yelek içinde bir paralı asker silahşörü; kızıl bir dümen izi bırakan, güney sahil boylarını yağmalayan ejder pruvalı kadırgada bir korsan; şahlanan siyah bir aygır üstünde, parlak çelik giymiş ordularda bir komutan; üstünde aslanlı sancak dalgalanan, parlak renkli saraylı kalabalıkları ve dizlerinde hanımlarla, altın bir tahtta bir kral. Ancak savaş arabasının her sarsıntısı ve gümbürtüsü, çılgınca bir monotonlukla Amalrus’un kalleşliği ve Tsotha’nın büyüsüne çeviriyordu aklını. Şakaklarındaki damarlar patlamak üzereydi ve savaş arabalarındaki yaralıların çığlıkları içini vahşi bir tatminle dolduruyordu.

Geceyarısından önce Ophir sınırını geçtiler, şafakta Khorsemish kule başlıkları, ışıl ışıl, gül renginde belirdi güneydoğu ufkunda. Narin kuleler o mesafeden gökteki parlak bir kan lekesine benzeyen zalim, kızıl kale tarafından sindiriliyordu. Tsotha’nın kalesiydi bu. Tünediği şehre hâkim tepeye sadece mermer döşeli, ağır demir kapılarla korunan dar bir caddeden çıkılıyordu. Başka bir yerden tırmanmak için fazla dikti bu tepenin yan tarafları. Kale surlarından bakan biri şehrin enli, ak caddelerini, minareli mescitler, dükkânlar, mabetler, köşk ve pazaryerlerini görebilirdi. Meyve ağaçları ve muhteşem gül cümbüşü içinde, yapay dereler mırıldanan, sürekli berrak pınarlar çağıldayan yüksek surlu, geniş bahçelere konuşlanan kraliyet sarayına da bakabilirdi aynı kişi. Kale, kendi kara düşüncelerine dalmış halde avının üstüne eğilen koca bir akbaba gibi tünüyordu her şeyin üstüne.

Devasa dış sur kuleleri arasındaki muazzam kapılar çınlayarak açıldı ve kral, elli trompet sesi selamlarken, ışıl ışıl mızraklı süvari safları arasında girdi başkentine. Ama ak kaldırımla caddeler, fatihlerin nallarının önüne güller saçmak için kalabalıklarla kaynamıyordu. Strabonus, savaş haberlerinden önce gelmişti; günlük uğraşları için yeni yeni uyanan halk küçük bir maiyetle dönen krallarını gördüğüne şaşırdı; bunun zafere mi, yenilgiye mi delalet ettiği konusunda şüphe içindeydi.

Hayat, damarlarında bir kez daha yavaş yavaş ilerleyen Conan, insanların Güneyin Kraliçesi dediği bu kentin harikalarına bakmak için savaş arabasının üzerinden boynunu uzattı. Bir gün çelik giyimli alayların başında, tolgalı başı üstünde muazzam arslan sancağıyla at süreceğini düşünmüştü bu altın işlemeli kapılardan. Zincirler içinde, zırhları soyulmuş, fatihin savaş arabasının bronz tabanına tutsak bir köle gibi atılmış olarak giriyordu bunun yerine. Asi, habis bir alay gülüşü öfkesinin üstüne yükseldi; oysa arabayı süren gergin askerlere uyanan bir aslanı homurtusu gibi geldi kahkahası.
 

Motion

Kıdemli Üye
31 Mar 2013
613
3,374
vjRdaz.jpg
 
Son düzenleme:
Üst