Buz Solucanının İni (Bir Conan Öyküsü...)

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
BUZ SOLUCANININ İNİ
Lyon Sprague de Camp&Lin Carter
Conan of Cimmeria 1969​

Atali’nin soğuk güzelliğine kapılan ve Cimmeria köylerinin basit yaşamından bıkan Conan, güneye, kılıcı için çeşitli Hyboria prensliklerinde bir Paralı Asker subayı olarak hazır bir pazar bulmayı umarak uygar krallıklara ilerler. Bu sıralarda yirmiüç yaşlarındadır.


BÖLÜM BİR​

Yalnız süvari, kuzeydeki Vanaheim, Asgard ve Hyperborea topraklarını güney krallıklarından ayırarak, kar ve buzdan kudretli bir sur gibi dünyayı doğudan batıya aşan Eiglophian Dağları yamaçlarını göğüslemişti bütün gün. Kış ortasında çoğu geçit kapalıydı. Baharın gelişiyle kuzeyli vahşi, sarışın barbar gruplarına güneyin nispeten sıcak ülkelerine akın yapabildikleri güzergâhlar sağlamak üzere açılırlardı ancak.

Süvari yalnızdı. Sınır Krallığı ve Nemedia’ya giden geçidin zirvesinde, önündeki muhteşem sahneye bakmak için bir an dizginlere asıldı.

Gökyüzü, yaklaşan akşamın moruyla, tepeden doğu ufkuna doğru kararan kızıl-altın renkli bir pus kubbesiydi. Fakat biten günün kızgın görkemi, dağların ak zirvelerini aldatan, sıcak görünüşlü, gül rengi bir parıltıya boyuyordu hala. Daha yüce zirveler arasındaki dar bir vadiden, geçidin ilerisinde bükülene dek indikçe inen, sonra da eteklerde küçülerek coşkun bir dereye dönüşmek üzere sol tarafa doğru yeniden uzaklaşan bir buz yılanı gibi kıvrılan muazzam bir buzulun donmuş sathına koyu, lavanta gölgeler düşürüyordu. Geçitte seyahat eden kişi gizli yarıklardan birine düşmemeyi ve daha yüksek yamaçlardan bir çığ tarafından ezilmemeyi umarak buzulun kenarını dikkatle geçmek zorundaydı. Batan güneş kızıl ve altın renkli ışıltılı bir boşluğa çeviriyordu buzulu. Buzulun iki yanında yükselen kayalık yamaçlar, budaklı, cüce ağaçlardan seyrek bir örtüyle benek benekti.

Bunun Ölüm Buzu Nehri olarak da bilinen Kar İblisi Buzulu olduğunu biliyordu süvari. Gezi yılları ona daha önce buraya gelme şansı vermemiş olsa da bahsini işitmişti. Bu buzul korumalı geçide dair işittiği her şey, meçhul bir korkuyla gölgeleniyordu. Hiç biri nedenini bilmese de, soğuk batı tepelerindeki Cimmerialı yerli dostları, korku ifadesi olarak söz ederdi Kar İblisi’nden. Kadim kötülüğün bulanık aylasıyla sarılı buzul etrafında kümelenen efsaneleri sık sık merak etmişti. Koca grupların en ufak bir iz bırakmadan orada kaybolduğunu anlatıyordu insanlar.

Conan adlı Cimmerialı delikanlı bu söylentileri sabırsızca bir tarafa bırakmıştı. Kuşkusuz, diye düşünüyordu, kayıp kişiler dağcılık hünerinden mahrumdu ve sık sık buzul yarıklarını gizleyen ince kar köprülerinden birine sapmışlardı. Sonra hepsini buzulun mavi-yeşil derinliklerindeki ecellerine eriştirerek çökmüştü kar köprü. Böyle şeyler hayli sık olurdu, Crom bilir, genç Cimmerialının çocukluğunda tanıdığından daha çok insan, bu şekilde can vermişti. Ama Kar İblisinden ürpertilerle, karanlık imalar ve yan bakışlarla bahsetmeye gerek yoktu bu yüzden.

Conan, geçitten Sınır Krallığı’nın alçak tepelerine inme hevesindeydi, zira doğup büyüdüğü Cimmeria köyünün basit yaşamını sıkıcı bulmaya başlamıştı. Altın saçlı bir Æsir grubuyla Vanaheim içlerine kem yazgılı akın serüveni, sert darbelerle sıfır kazanç getirmişti ona. Serüven onu az kalsın buzdan bir ölüme çeken buz devinin kızı Atali’nin soğuk güzelliğinin unutulmaz anısıyla bırakmıştı aynı zamanda.

Soğuk kuzey ülkelerinden istediği her şeyi zaten elde etmişti. İpek giysiler, altın şarap, hoş yiyecekler ve yumuşak kadın teninin hazlarını yeniden tatmak için sıcak güney ülkelerine ulaşmaya can atıyordu. Köy yaşamının duygusuz devranıyla kamp ve tarlaların haşin sadeliği, diye düşündü, yetmiş de artmıştı artık!

Atı, buzulun doğruca ova yolunu kestiği yere doğru vurdu yolunu. Conan atından atladı ve hayvanı solunda buzul, sağında yüksek, karlı yamaç bulunan dar yoldan çekti. Dev ayı postu pelerini iri gövdesini daha da abartıyordu. Zincir örgü zırh kaputu ve belindeki ağır kılıcı gizliyordu bu pelerin.

Ciğerlerini yüksek irtifa soğuğunun ısırışından korumak için yüzünün alt kısmına bir fular bağlıyken, volkanik mavi gözleri, boynuzlu bir tolganın kenarı altından kor gibi parlıyordu. Serbest elinde ince bir mızrak taşıyordu. Yolun buzul yüzeyine saptığı yerde bir yarığı gizleyebileceğinden şüphelendiği yerlerde mızrağın ucuyla karı dürterek temkinle ilerledi. Bir savaş baltası sırımından asılıydı eyerine.

Buzul ve tepe eteği arasındaki dar patikanın sonuna yaklaşıyordu; burada buzul sola sapıyor, patika da az miktarda bahar karı kaplı, kaya ve tümseklerle bölünen geniş bir yokuştan iniyordu. O anda, bir dehşet feryadı, süratle dönmesine ve tolgalı başının sıçrayarak kalkmasına yol açtı.

Bir ok atımı solunda, buzulun son iniş öncesinde düzleştiği yerde, bir grup tüylü, hantal yaratık, beyaz kürkler içindeki solgun bir kızı kuşatıyordu. Berrak dağ havasında o mesafeden bile kızın yüzünün sıcak, taze yanaklı ovali ve beyaz kukuleta altından çıkan parlak kahverengi saçı seçebildi Conan. Esaslı bir güzeldi o.

Conan meseleyi düşünmek için durmadan pelerinini attı, mızrağını bir sırık olarak kullanarak eyere sıçradı. Dizginleri topladı ve mahmuzlarını atın kaburgalarına sapladı. İrkilen hayvan, öne atılma telaşı içinde hafifçe şahlanırken acayip, ürkütücü Cimmeria savaş çığlığını atmak için ağzını açtı—sonra bir çat diye yeniden kapattı. Genç biri olarak kendisini yüreklendirmek için bu narayı atacaktı ama Turan hizmet yılları ona kurnazlık ilkelerini öğretmişti. Kıza saldıranları olması gerekenden önce gelişinden haberdar etmenin yararı yoktu.

Yaklaşmasını yeterince erken işittiler yine de. Kar atının nal seslerini boğsa da zırhının hafif çınlaması ve eyeriyle koşumlarının gıcırtısı içlerinden birinin dönmesine yol açtı. Bu yaratık bağırdı ve yanındakinin kolunu çekti, böylece birkaç saniye içinde yaklaşmasını izleyip, karşılamaya hazırlanmak üzere dönmüştü hepsi.

Kaba ahşap sopalar ve taş uçlu mızrak ve baltalarla silahlanmış yaklaşık bir düzine dağ adamıydı bunlar. Hırpani, pis kürklere bürünmüş, kısa uzuvlu, kalın gövdeli mahlûklar... Küçük kan çanağı gözleri çıkık kaşlar ve basık alınların altından bakıyordu; kalın dudaklar iri, sarı dişleri açığa çıkarmak üzere geri çekildi. Conan’ın bir zamanlar Nemedia mabet avlularında filozofların haklarında münakaşa edişini dinlediği insan evriminin daha erken aşamalarından kalıntılardı bunlar. Oysa şimdi atını yönetmek ve mızrağını nişanlamakla öyle meşguldü ki böyle meselelere saliselik düşünceden fazlasını ayıramazdı zaten. Sonra yıldırım gibi aralarına daldı.


BÖLÜM İKİ​

Bu sayıda yaya düşmanla baş etmenin tek yolunun, atının tüm hareket avantajını kullanmak—hareketli kalmak, bu sayede etrafına toplanmalarına izin vermemek—olduğunu biliyordu Conan. Zira zırhı bedenini darbelerin çoğundan korurken, kaba silahlar bile atını anında indirebilirdi. Bu yüzden atını hafifçe sola çevirerek mızrağını en yakın hayvan-adama uzattı.

Demir mızrak, kemik ve kıllı bedene çarparken dağ adamı haykırdı, silahını düşürdü ve Conan’ın mızrağının sapını tutmaya çabaladı. Atın hareketinin itişi ilkel adamı yere çaldı. Mızrağın ucu indi ve sap yükseldi. Dağınık grup arasında tırısa kalkarken, mızrağını çekip kurtardı Conan.

Arkasından, bir nara ve çığlıklar korosu patlattı dağ adamları. İşaret ediyor, bir ağızdan bir düzine çelişkili emirler vererek birbirlerine bağırıyorlardı. Bu esnada Conan atını dar bir çember halinde çevirdi ve kalabalık arasından dörtnala çıktı. Bir fırlatma mızrağı zırhlı omzundan sekti, bir diğeri atının böğründe ufak bir kesik açtı. Fakat mızrağını başka bir dağ adamına sapladı ve arkasında koyu kızıl damlalar saçan, debelenip çırpınan birini bırakarak dışarı sürdü atını.

Üçüncü saldırıda şişlediği adam, düşerken mızrak sapını kırarak yuvarlandı. Atı açığa sürerken Conan sapı attı ve eyerinde asılı baltanın sapını kavradı. Bir kez daha içlerine dalarken eyerden eğildi. Balta, sağa bir dönüş, sola bir dönüşle devasa bir sekiz çizerken çelik ağzı günbatımı parıltısında ateş saçtı. Her iki tarafta bir dağ adamı yarık bir kafatasıyla karlara yığıldı. Al damlalar döküldü karlara. Yeterince çabuk hareket edemeyen üçüncü bir dağlı yere yuvarlandı ve Conan’ın atı tarafından çiğnendi.

Çiğnenen adam, bir dehşet iniltisiyle sersemlemiş halde kalktı ve topallayarak kaçtı. Bir an sonra kalan altısı da panik halinde buzulun karşısına kaçışta ona katıldı. Conan tüylü adamların uzaklaşmasını seyretmek için dizginleri çekti—Sonra da atı ürpererek düşerken açığa sıçramaya mecbur kaldı. Çakmaktaşı bir mızrak, Conan’ın sol bacağının hemen arkasından hayvanın bedenine saplanmıştı. Bir bakış Conan’a hayvanın can verdiğini gösterdi.

“Crom, her halta burnunu sokan bir aptal olarak lanetlesin beni!” diye gürledi kendi kendine. Kuzey ülkelerinde atlar kıt ve pahalıydı. Uzak Zamora’dan tüm yol boyunca sürmüştü bu hayvanı. Uzun kış boyunca bakmış, doyurmuş, şımartmıştı. Derin kar ve kalleş buzun yararının çoğundan mahrum bırakacağını bildiğinden, akınlarında Æsirlere katıldığında geride bırakmıştı onu. Sıcak ülkelere yeniden varmak için sadık hayvana bel bağlamıştı ve o da ölü yatıyordu şimdi. Sırf dağ halkı arasındaki, onu ilgilendirmeyen bir kavgaya fevri olarak karışmasından olmuştu bu.

Hızlanan nefesi yavaşlayıp, savaş öfkesinin kızıl sisi gözlerinden solarken uğruna savaştığı kıza döndü. Kız iyice açılmış gözlerle birkaç metre ötede ona bakarak duruyordu.

“İyi misin kız?” diye homurdandı. “O hayvanlar canını yaktı mı? Korkma; düşman değilim. Ben Conan’ım bir Cimmerialı.”

Kızın karşılığı daha önce hiç işitmediği bir lehçede geldi. Hyperborea lisanının başka lisanlardan sözcüklerle karışmış bir formuna benziyordu. Biraz Nemedia lisanı, kalanlar da bilmediği başka kaynaklardan. Kızın anlattığının yarısından fazlasını anlamakta zorlandı.

“Bir tanrı gibi—savaşıyorsun,” diye soludu. “İlga’yı kurtarmaya gelen—Ymir sandım seni.”

Kız sakinleşirken hızla akan sözcüklerden öyküyü çıkardı. Sınır Krallığı’nın içlerine sapmış bir Hyperborea kolu olan Virunia halkından Ilga’ydı o. Halkı Eiglophian zirvelerindeki mağaraları mesken tutan kıllı yamyamlarla aralıksız bir savaş halinde yaşardı. Bu çıplak krallıkta verilen sağ kalma mücadelesi korkunçtu; Conan kurtarmamış olsa, kız kendisini ele geçirenler tarafından mideye indirilirdi.

İki gün önce, diye izah etti, Kar İblisi Buzulu üstündeki geçidi aşmak üzere ufak bir Virunialı grubuyla yola koyulmuştu. Oradan, at sırtında kuzeydoğuya birkaç günlük yolculukla, en yakın Hyperborea istihkâmı Sigtona’ya gitmeyi planlıyorlardı. Bahar panayırında ticaret yapmayı uman Virunialılar arasında akrabaları vardı. Orada, İlga’nın yanındaki amcası, ona iyi bir koca da arama niyetindeydi. Fakat kıllı yaratıklar tarafından pusuya düşürülmüşler ve kaygan yamaçlardaki korkunç savaştan sadece İlga sağ kalmıştı. Kafatası taş bir balta tarafından yarılarak düşmeden önce amcasının ona son talimatı, rüzgâr gibi eve at sürmesi olmuştu.

Kız dağ adamlarının görüş alanından çıkmadan, atı bir buz parçasında düşmüş ve bir bacağını kırmıştı. Kendini açığa atmış, berelense de tabana kuvvet kaçmıştı. Kıllı yaratıklar, nasıl olduysa düştüğünü görmüş ve içlerinden bir grup onu yakalamak için buzuldan aşağı inmişti. Saatler sürmüş gibi geliyordu onlardan kaçışı. Fakat sonunda ona yetişmiş ve Conan’ın görmüş olduğu üzere etrafını sarmışlardı.

Conan sevecenlikle homurdandı; geçici olarak bir Hyperborea köle ağılında kalmasına dayanan, içine işlemiş Hyperborealı nefreti, kadınlarını kapsamıyordu. Bu çetin bir öyküydü ama soğuk kuzey ülkelerinde yaşam zalimdi. Benzerini çok işitmişti bunun.

Artık her nasılsa bir başka problem vardı karşılarında. Gece çökmüştü, ikisinin de atı yoktu. Rüzgâr çıkıyordu ve buzulun yüzeyinin üstünde bir geceyi sağ geçirme şansları çok azdı. Bir sığınak bulmalı, bir ateş yakmalıydılar. Yoksa Kar İblisi Buzulu, zayiat çetelesine iki kurban daha ekleyecekti.


BÖLÜM ÜÇ

O gece geç saatte uykuya daldı Conan. Buz içine kıvrılmalarına kâfi derecede eriyen buzulun yan tarafındaki kaya çıkıntısı altında bir oyuk bulmuşlardı. Sırtlarını granit kayalığa yaslayarak uzanmak için buzulun sürtmesiyle derinlemesine kertilip oyulan bir odaları vardı. Bu boşluğun önünde buzulun böğrü—göz göz gedik ve tünellerle aralanmış, temiz, yarı şeffaf buz—yükseliyordu. Buzun soğukluğu kemiklerine kadar işlese de, önünde yoğun kar bulutları sürerek uluyan boranın estiği yüzeyde olacaklarından daha ılık bir yerdeydiler.

Kıza zarar verme niyeti olmadığını açıkça belli etmesine rağmen, Conan’a eşlik etmeye gönülsüz davranmıştı İlga. Yabancı bir sözcük bağırarak elinden çekmişti; kulağına Yakhmar gibi gelmişti bu sözcük. En sonunda sabrını kaybederek başının yan tarafına sertçe bir tokat aşk etmiş, baygın halde nemli mağara sığınağına taşımıştı.

Sonra ayı postu pelerinini ve eyerine bağlı teçhizat ve erzağı almaya çıkmıştı. Buzulun kenarından yükselen kayalık yamaçtan iki kucak doluşu çalı yaprak ve odun toplayıp mağaraya taşımıştı. Orada çakmaktaşı ve çelikle küçük bir ateşi canlandırmayı başarmıştı. Gerçek bir sıcaklıktan çok, sıcaklık yanılsaması sağlıyordu bu; zira buzulun yakın duvarlarını eritip sığınaklarını sel basmasın diye daha büyüğünü yakmaya cesaret edemiyordu.

Ateşin turuncu ışıltıları büklümleriyle kolları loş mesafelerde kaybolana dek buzul gövdesinin içlerine uzanan çatlak ve tünellerde derinlemesine parıldıyordu. Ara sıra usulca hareket eden buzun gıcırtı ve çatırtısıyla kesintiye uğrayan hafif bir akarsu şırıltısı geliyordu Conan’ın kulaklarına.

Conan, atının katılaşan bedeninden bir miktar et külçesi kesmek üzere yeniden ısıran rüzgâra çıktı. Bunları sivri sopaların ucunda kızartmak için mağaraya getirdi. At biftekleri eyer çantasından kara ekmek dilimleri ve keçi derisinden bir tulumdan acı Asgard birasıyla yutulunca, sert ama besleyici bir öğün oluşturdu.

Ilga yerken içine kapanmış gibiydi. Önce tokat için ona hala kızgın olduğunu zannetti Conan. Fakat yavaş yavaş kızın aklındakinin bu kazadan tümden farklı bir şey olduğu intibası uyandı içinde. Kız daha ziyade mutlak bir dehşetin pençesindeydi. Onu takip eden tüylü hayvan grubuna karşı hissettiği normal bir korku değil, her nedense buzulla bağlantılı derin, batıl bir korkuydu bu. Onu sorgulamaya çalıştığında, şirin yüzü solgun, bitkin bir dehşet görünüşü alırken, tuhaf sözcüğü fısıldamak haricinde hiçbir şey yapamadı. “Yakhmar! Yakhmar!” Bu sözcüğün anlamını sormaya çalıştığında da, onun için hiçbir şey ifade etmeyen bulanık jestler yapabildi kız ona.

Yemekten sonra ısınmış ve bitkin halde ayı derisi pelerininin içine birlikte kıvrıldılar. Kızın yakınlığı sıcak bir aşk seansının onu uyuyacak kadar yatıştırabileceğini getirdi Conan’ın aklına. İlk çekingen okşamaları, kızın tümden isteksiz olmadığını gösterdi. Ne de delikanlılık ateşine tepkisiz kaldı; çok geçmeden de kızın bu oyunda yeni olmadığını keşfetti. Aşk saati bitmeden önce kız tutkudan soluyor, bağırıyordu. Ondan sonra kızın gevşediğini düşünen Cimmerialı döndü ve ölü gibi uyudu.

Kız uyumuyordu oysa. Yükselen ateşin zayıf parıltısının ötesindeki buz oyuklarında esneyen siyahlığa bakarak kaskatı uzandı. Nihayet, şafağa doğru geldi korktuğu şey.

Bu hafif bir düdük sesiydi—ağa yakalanmış bir kuş kadar biçare bırakarak kızın aklını sarmalayan ince, mızırtılı bir ezgi. Kalbi kaburgalarına karşı çırpındı. Yanında horlayan delikanlıyı uyandırmak için bile ne kıpırdayabiliyor, ne konuşabiliyordu.

Sonra, iki soğuk, yeşil ateş diski peyda oldu en yakın buz tünelinin ağzında—kızın genç ruhunu yakan ve üstüne ölümcül bir büyü atan iki büyük göz küresi. O yanan disklerin arkasında akıl da yoktu, ruh da—sadece insafsız bir açlık.

Bir rüyada yürüyen biri gibi, ayağa kalkmak için ayı derisi pelerinin yana atarak kalktı İlga. Karanlığa karşı üryan, narin, ak bir beden halinde tünelin karanlığına ilerledi ve kayboldu. Şeytani düdük sesi azalıp kesildi; soğuk yeşil gözler kırpıştı ve kayboldu. Conan ise uyumaya devam ediyordu.


BÖLÜM DÖRT​

Conan birden uyandı. Bir tür ürkütücü önsezi—barbarın aşırı keskin duyularından bir tür ihtar—sinir tellerinde titreyen cereyanlar yolluyordu. Temkinli bir orman kedisi gibi anında derin, rüyasız bir uykudan, tümüyle uyanık hale geçti. Her duyusu etrafındaki havayı araştırarak kıpırdamadan uzandı.

Sonra güçlü göğsünde derin bir homurtuyla ayağa kalktı ve kendini mağarada bir başına buldu. Kız kaybolmuştu. Ama sevişirken çıkardığı kürkleri hala oradaydı. Kaşları şaşkın bir çatılışla düğümlendi. Cılız parmaklarıyla sinir uçlarını tırmalayan tehlike havadaydı hala.

Süratle giyinip silahlarını kuşandı. Sıkılı yumruğunda baltasıyla üstteki sarkık çıkıntıyla buzulun yan tarafı arasındaki dar boşluğa soktu kendini. Dışarıda, kar üstünde esen rüzgâr dinmişti. Conan havada şafağı hissetse de en ufak bir sabah ışıltısı bile başı üstünde zonklayan binlerce yıldızın elmas alevini soldurmamıştı daha. Dışbükey bir ay, karlı alanlara yorgun, soluk bir altın parıltısı atarak asılıyordu batı zirveleri üstünde.

Conan’ın keskin bakışı karı taradı. Sarkık pervaz civarında ne herhangi bir ayak izi görünüyordu ne de bir boğuşma işareti. Öte yandan İlga’nın, çivili çizmelerle yürümek bile neredeyse imkânsız, yanlış adım atanın buzulun dibinde akan erimiş buzdan soğuk derelerden birini boylayacağı tünel ve yarık labirentinde dolaşmaya çıkması akıl alır iş değildi.

Conan’ın ensesindeki tüyler, kızın kayboluşunun acayipliğinden karıncalandı. Esas itibarıyla fani hiçbir şeyden çekinmeyen ama ilkel dünyasının karanlık köşelerinde pusu kuran tekinsiz doğaüstü mahlûklarla kudretlerden korku ve tiksinti duyan batıl inançlı bir barbardı o.

Sonra, karı araştırmaya devam ederken donakaldı. Yakın zamanda sarkık çıkıntıdan birkaç adım ötede buzdaki bir açıklıktan bir şey çıkmıştı. Bu dev, uzun, yumuşak ve kıvrımlıydı; ayaksız ilerliyordu. Kavisli yolda kıvrımlı izi net olarak görülebiliyordu. Yaratığın karnı bir tür korkunç kar yılanı gibi yumuşak beyazlığı ezmişti.

Batan ay hafifçe parlıyordu ama Conan’ın kırlarda keskinleşen gözleri yolu kolayca okudu. Bu yol kar tümseklerinin ve çıkıntılı kaya tabakalarının etrafından kıvrılıyor, buzuldan uzaklaşarak tepe eteğinden yukarı—rüzgârın süpürdüğü zirvelere doğru—çıkıyordu. Tek başına gittiği de şüpheliydi.

Hantal, siyah, kürklü bir gölge halinde yolu izlerken, ölen atının yattığı yerden geçti. Orada, birkaç kemik dışında leşten pek az şey geri kalmıştı şimdi. Kalıntıların etrafında yaratığın izleri seçilebiliyordu ama sadece hafifçe; zira rüzgâr gevşek karı üstlerine süpürmüştü.

Bir süre daha gidince kıza—ya da ondan geri kalanlara—rastladı. Kızın kafası, aynı zamanda bedeninin üst kısmındaki etin çoğu da gitmişti. Öyle ki, ak kemikler solan ay ışığında fildişi gibi parlıyordu. Çıkıntılı kemikler temizlenmişti; sanki et üstlerinden emilmiş veya bir tür tırtıllı dil tarafından kazınmış gibi.

Conan bir savaşçıydı, ölümü bin biçimde görmüştü, çetin bir halkın çetin oğluydu. Ama muazzam bir öfkeyle sarsılıyordu şimdi. Birkaç saat önce bu narin, sıcak kız tutkusuna tutkuyla karşılık vererek kollarının koca çemberinde uzanmıştı. Şimdi ondan, kırılıp atılmış bir bebek gibi, başsız, uzanmış bir nesne haricinde hiçbir şey kalmamıştı.

Conan cesedi incelemek için kendisini zapt etti. Bir şaşkınlık homurtusuyla, kaskatı donduğunu ve sert buzla kaplı olduğunu keşfetti.


BÖLÜM BEŞ
Düşünceler içinde kısıldı Conan’ın gözleri. Kız yanından ayrılalı bir saatten fazla geçmiş olamazdı, zira uyandığında pelerin hala kızın bedeninin sıcaklığından birazını taşıyordu. Bu kadar kısa sürede, sıcak bir beden bırak ışıl ışıl buzla kaplanmak, tamamen donmazdı bile. Doğaya aykırıydı bu.

Sonra kaba bir ünlem homurdandı. İçinde tiksinti ve öfkeyle, uyuyan kızı yanından neyin götürdüğünü anlıyordu artık. Cimmerialı bir gençken, ateş başlarında anlatılan yarı unutulmuş efsaneleri hatırladı. Bunlardan biri korkunç kar canavarı zalim Remora’yı anlatıyordu—ismi Cimmeria efsanesinde neredeyse unutulmuş bir korku fısıltısı olan vampir buz solucanı.

Daha gelişmiş hayvanların ısı yaydığını biliyordu. Yaradılış merdiveninde vücut ısıları etraflarıyla aynı olan pullu, kabuklu sürüngenler ve balıklar gelirdi onların aşağısında. Fakat buzlu toprakların solucanı Remora, eşsiz şekilde soğuk yayıyor gibiydi; en azından Conan’ın izlenimi buydu. Bir cesedi dakikalar içinde buzdan bir zırhla kaplayabilmek, feci bir soğuk gerektirirdi. Conan’ın yerli dostlarından kimse bir Remora gördüğünü ifade etmediğinden, bu yaratığın neslinin uzun zaman önce tükenmiş olduğunu farz etmişti Conan.

İlga’yı korkutan ve yakhmar ismiyle boş yere onu uyarmaya çalıştığı canavar buydu demek.

Conan, yaratığı inine dek izleyip öldürmeye azmetti. Bu kararın nedenleri kendisi için bile muğlaktı. Fakat tüm gençlik dürtüselliği ve vahşi, kanunsuz doğasına rağmen, kendi kaba şeref anlayışına sahipti. Sözünü tutmayı, özgürce altına girdiği sorumlulukları neticelendirmeyi severdi. Kendisini lekesiz, kahraman bir şövalye olarak görmese de kendi cinsinden karşılaştıklarına gösterdiği haşin, zalim tutumun tersine, kaba bir nezaketle davranırdı kadınlara. Eğer istekli değillerse kadınlara arzularını dayatmaktan sakınır, onları kendine bağımlı bulunca da korumaya çalışırdı.

Şimdi kendi gözünde başarısız olmuştu. Kaba aşk eylemini kabul etmek suretiyle, Ilga kız onun korumasına bırakmıştı kendini. Sonra, o gücüne ihtiyaç duyduğunda, sarhoş bir hayvan gibi habersizce uyuklamıştı. Remora’nın kurbanlarını felç eden hipnotik düdük sesi ve bu sayede onu horul horul uykuda—normalde uykusu hafifti—tuttuğunu bilmeden, kızın uyarılarını kaale almadığı, geri zekâlı, cahil bir aptal olduğu için lanet okudu kendi kendine. Güçlü dişlerini öfkeyle gıcırdattı, dudaklarını ısırdı, yaşamına mal olsa bile şeref anlayışına sürülen bu lekeyi silmeye karar verdi. .

Gök doğuda ağarırken Conan mağaraya döndü. Eşyalarını bohçaladı ve planlamasını yaptı. Birkaç yıl önce sınırsız gücü ve silahlarının keskin ağzına güvenerek buz solucanının peşinden koşabilirdi. Fakat tüm çiğ dürtüleri evcilleşmemiş olsa da tecrübe, girişimlerde temkini öğretmişti ona.

Buz yılanıyla çıplak elle kapışmak imkânsız olacaktı. Yaratığın sadece dokunuşu bile donarak ölmek demekti. Kılıç ve baltasının etkisi bile şüpheliydi. Aşırı soğuk metallerini kırılganlaştırabilir veya hızla sapına yayılan soğuk onları kullanan eli dondurabilirdi.

Yine de—sert bir gülümseme dolaştı Conan’ın dudaklarında—buz solucanının gücünü kendisine karşı çevirebilirdi belki.

Sessizce ve süratle hazırlıklarını yaptı. Karnı doyan soğuk solucan gündüz saatlerinde uyuyordu muhakkak. Fakat Conan yaratığın inine varmasının ne kadar süreceğini bilmiyordu ve bir başka fırtına da yaratığın yılankavi izini silebilirdi.


BÖLÜM ALTI​

Buz solucanının inini bulmak, Conan’ın bir saati aşkın zamanını aldı. Nihayet kıvrımlı kar izinin onu götürdüğü buz mağarasının ağzı önünde durduğunda, karlı alanları un ufak elmaslardan kaldırımlar gibi köpürterek Eiglophian dağlarının doğu zirvelerinde sadece birazcık yükselmişti sabah güneşi. Kar İblisi’nin bir kolu olan daha ufak bir buzulun yan tarafına açılıyordu mağara. Bulunduğu rakımdan Conan, bu ufak buzulun ana buzula katılmak üzere bir nehir kolu gibi yokuş aşağı indiğini görebiliyordu.

Conan açıklığa girdi. Yükselen güneşin ışığı her iki yandaki yarı şeffaf buz duvardan gökkuşağı desenleri ve rengârenk ışıltılar halinde kırılarak yansıyor, parlıyordu. Bir tür büyü sayesinde, devasa bir mücevherin masif gövdesinde yürüyormuş hissine kapıldı.

Sonra, buzulun daha da derinine dalarken karanlık etrafında katılaştı. Yine de inatla ilerleyerek bir ayağını diğerinin önüne koydu. Gözbebeklerini ağrıtıp ciğerlerini donmaktan esirgemek için kısa, sığ nefesler almaya zorlayan, içe işleyen uyuşturucu soğuktan yüzünü korumak için ayı postu pelerinin yakasını kaldırdı. Buz kristalleri her hareketinde parçalanmak ve çabucak tekrar biçimlenmek üzere ince bir maske oluşturuyordu yüzünde. Fakat pelerinin içinde büyük dikkatle taşıdığı şeyi özenle tutarak ilerledi.

Sonra önündeki karanlıkta, ruh köklerine bakan iki soğuk göz açıldı. Bu parlak küreler kendinden menkul soğuk, derin bir ışık saçıyordu. Onların zayıf, gözenekli fosforu sayesinde, mağaranın buz solucanının yuvası olan yuvarlak bir kuyuda son bulduğunu görebiliyordu. Kat kat çöreklenmiş uçsuz bucaksız boyu, yuva boşluğuna kıvrılmıştı. Kemiksiz bedeni, ipeksi, gür, ak kürkünün tüyleriyle kaplıydı. Ağzı sadece büzülerek kapanmış çenesiz, çember biçimli bir aralıktı şu an. Ağzın üstünde düz, yuvarlak, ifadesiz, yılanbalığını andıran kafada iki parlak göz küresi ışıldıyordu.

Tok buz solucanının, Conan’ın varlığına tepki vermesi birkaç kalp atışı sürdü. Kar yaratığının Kar İblisi Buzulunun soğuk sessizliklerinde yaşadığı sayısız çağ boyunca, hiçbir cılız insan yaratık yuvasının donmuş derinliklerinde meydan okumamıştı ona. Şimdi acayip, üç sesli, akılları baştan alan şarkısı, Conan’ın etrafına teskin edici, karşı konulmaz, uyuşturucu dalgalar akıtarak yükseliyordu.

Fakat çok geçti. Conan yükünü açığa çıkarmak için pelerinini geri çekti. İçine ateşinin parlak korları yığılı ağır, çelik boynuzlu Asgard miğferiydi bu; baltasının başı da sapın etrafındaki çene bağından bir ilmekle sabitlenerek içinde duruyordu. Atının koşumları arasından bir dizgin, balta sapıyla çene bağına düğümlenmişti.

Bir elinde dizginin ucunu tutan Conan tüm kütleyi, bir sapan gibi sallayarak başı üstünde hızla döndürdü. Havanın esintisi korları hafifçe parlatarak kırmızıya, sonra sarıya, sonra da akkor haline getirerek körükledi. Yanan tolga yastığının kokusu kabararak yükseldi.

Buz solucanı küt kafasını kaldırdı. Çember ağzı içe dönük ufak dişlerden bir halkayı açığa çıkararak usulca açıldı. Düdük sesi amansız bir melodiye dönüştü ve ağzın kara çemberi ona doğru ilerledi, Conan dizginin ucundaki tolgayı çevirmeyi bıraktı. Başı hala kızgınlıktan parlayarak tüten, sapı kararmış baltayı kaptı. Çevik bir atış akkor silahı mağaramsı ağzın içine yolladı. Tolgayı boynuzların birinden tutan Conan, parlak korları da baltanın peşinden fırlattı. Sonra döndü ve kaçtı.


BÖLÜM YEDİ​

Conan çıkışa tam olarak nasıl vardığını hiç anlamadı. Kar yaratığını kıvrandıran acılar buzulu sarstı. Buz etrafında gürül gürül çatladı. Tünelde artık yıldızlararası soğuk akımı artık esmiyordu; bunun yerine kör edici, fırıl fırıl dönen bir buhar sisi tıkıyordu havayı.

Buzun kaygan, düzensiz yüzeyinde tökezleyip kayarak düşen, tünel duvarının bir bir o tarafına, bir öbür tarafına vuran Conan, nihayet açık havaya çıktı. Buzul, içinde can çekişen canavarın devasa kasılmalarıyla ayaklar altında titriyordu.

Kayarak, patinaj yaparak karlı yamaçtan aşağı koşan Conan’ın her iki tarafındaki sürüyle yarık ve mağaradan buhar demetleri püskürüyordu. Buzdan kurtulmak için bir tarafa döndü. Fakat daha çentikli kayaları ve bodur ağaçlarıyla dağ eteğindeki sağlam zemine varamadan buzul infilak etti. Balta başının akkor çeliği canavarın donmuş içiyle buluştuğunda bir şeyler yıkılmıştı ister istemez.

Buz bir çatırtıyla titredi, kırıldı, havaya camsı parçalar fırlattı ve kaotik bir buz ve akan su kütlesi halinde çöktü. Çok geçmeden de engin, muazzam buhar bulutuyla gizlendi. Conan’ın ayakları yerden kesildi, düştü, yuvarlandı, kaydı ve bereleyen bir güçle buz akıntısı kenarındaki bir kayaya ulaştı. Kar ağzını doldurdu, gözlerini körleştirdi. Büyük bir buz parçası altüst oldu ve neredeyse buz parçalarına gömerek üstünde durduğu kayaya çaldı onu.

Yarı baygın Conan kendisini kırık buz kütlesi altından sürükleyerek çıkardı. Uzuvlarını ihtiyatla hareket ettirirce hiçbir kemiği kırık değil gibi gelse de bir savaşa yetecek miktarda çürüğü vardı. Muazzam bir buhar bulutu ve ışıltılı buz kristalleri, artık kara bir krater olan solucan mağarasından fırıl fırıl dönerek yükseliyordu üstünde. Buz ve sulu kar parçaları her taraftan bu kratere akıyordu. Mıntıkadaki tüm buzul düzlüğü batmıştı.

Azar azar sahne normale döndü. Keskin dağ yeli buhar bulutlarını üfürdü. Buzdan erimiş su yeniden dondu. Buzul, olağan, neredeyse kıpırtısız haline döndü. Hırpalanmış, bitkin haldeki Conan topallayarak geçide indi.

Aksıyor olsa da başka bir at satın almadığı, dilenmediği, ödünç almadığı veya çalmadığı sürece ta Nemedia veya Ophir’e kadar yürümeliydi. Fakat berelenmiş yüzünü güneye—ışıltılı kentlerin yüksek kulelerini sıcak güneşe yükselttiği, güçlü bir adamın cesaret ve şansla altın, şarap ve uysal, dolgun göğüslü kadınlar kazanabileceği altın Güneye—çevirerek cesurca ilerledi.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Değerli büyüğümüz Merhum Haluk Yücesoy'un vefatından sonra ilk paylaştığım öykü bu... Keşke o da aramızda olsaydı...
İki hafta kadar internetten, belki cep telefonundan bile uzak duracağım bir tatile çıkıyorum. Diyardaşlara bu mola öncesinde armağan olarak bu öyküyü bırakıyorum. Yeniden görüşmek üzere....
 

savok

Admin
30 Eki 2009
19,988
83,571
Kasımpaşa
Tam 12 sayfa A4 kağıdı boyutunda çeviri...
Henüz okumadım.
Şöyle çay eşliğinde, keyifli bir anımda okumayı düşünüyorum.
Sana iki haftalık tatilinde dinlenmiş olarak gelmeni diliyorum.
Bu muhteşem hediye için teşekkür ediyorum.
Saygılar.
 

Motion

Kıdemli Üye
31 Mar 2013
613
3,374
vjRdaz.jpg
 
Son düzenleme:

Sinan Atik

Yönetici
13 Haz 2011
2,395
6,513
Ankara
Hüseyin Bey'in paylaşımlarını itina ile arşivliyorum. İlk fırsatta toplu olarak okuyacağım.
Ellerinize, yüreğinize sağlık.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Ve on günlük tatilin ardından geri döndüm...
Veda mesajını buraya yazmıştım, dönüş için yeni başlık açmak istemedim. Bu arada birkaç kez foruma girme imkanı bulabildim. Boşluğu tamamlamak biraz vakit alacak.
Sizinle olmak çok güzel. Diyardaşlara tekrar merhaba...
 
Üst