Akbabanin Kanatları - Kızıl Sonya 7. Bölüm (Son)

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
ÖNCEKİ ALTI BÖLÜMÜN ÖZETİ: Osmanlı Sultanı Süleyman, yedi ay hapiste tuttuğu Avusturya heyeti arasında tanıdık birini görür. Avusturya seferine çıkacağını deklare ettiği heyeti huzurundan yolladıktan sonra bu kişinin kendisini Mohaç'ta yaralayan bir şövalye olduğunu hatırlar. Veziri İbrahim'e bununla ilgilenmesini ister. Sadrazam İbrahim de görevi Avusturya seferi öncesinde ülkeyi kasıp kavurmakla görevlendirilen, tarihin en büyük Akıncı Beyleri arasında sayılan Mikhaloğlu'na verir.

Mikhaloğlu, Von Kalmbach'ı Tuna nehri kıyısında bir köyde bulur. Ancak Kalmbach, atıyla köyün çit duvarından atlayarak ormana kaçar, Mikhaloğlu peşinden karanlık, ıslak ormana dalar ama yakalayamaz. Gottfried Viyana'ya vardığında kuşatma başlamak üzeredir. Süleyman ağır toplarını sonbahar koşullarında yitirmiştir ama orta boy toplar, küçük toplar, sahra topları ve görenlerin ruhunu uyuşturan büyüklükte bir orduyla Viyana etrafında kuşatma düzeni alır. Bu arada Mikhaloğlu da yakıp yıkmaya geri dönmüştür....

Yeniçeriler kuşatmaya top atışlarıyla başlar. Kalmbach, surlara çıkarken, bir topun başında, bulunduğu yerle uyumsuz kılığıyla güzel ama tavırları erkeğe benzeyen bir kadın görür. Red Sonya'dır bu. Kanuni'nin gözdesi Hürrem'e büyük bir nefret duymaktadır. Gottfried nedenini sorduğunda, "Çünkü o benim kızkardeşim" cevabını verir. Surun bir noktasında yaşadığı çatışma esnasında Sonya Kalmbach'ı kurtarır ama ona hayli soğuk davranır. Sadrazam İbrahim, yeniçerilerin tasvirlerinden surda çarpışan kişinin Gottfried olduğunu anlar.

Gottfried ve Sonya, saldırılar arasında tartışırlar. Sonya Gottfried sarhoşken, içkide olduğu kadar savaşta yiğit olmadığını söyleyince, Almanla sürüyle sarhoş asker şehirden düzensiz bir huruç hareketine girişir. Vezir İbrahim şehirdeki casusları vasıtasıyla surların bir bölümünü uçurur. Ancak şehirden huruc eden sarhoşlar yüzünden yıkılan surlardan girmeye vakit bulamazlar. Sonya geri çekilişleri esnasında hendeğe düşen Gottfried'i kurtarır.

Sultan Süleyman son saldırı için emir verir. Uzun süre savaştan yorgun düşen Von Kalmbach, iki ermeni tarafından kandırılarak bayıltılır ve bir mahzende bağlı halde uyanır. Ermeniler Kalmbach'ı Sadrazama satmak istemektedir. Tam bu arada Sonya çıkagelir ve bir kez daha Gottfried'in hayatını kurtarır. Bu arada Sultan çekilme emrini verir ve çekilen Türk ordusu arasında Mikhaloğlu'nun silüetini görürler. Onu tuzağa çekmek için bir plan hazırlarlar.



VII​

Constantinople’de gece çöktüğünde kimse farkına varmadı, zira geceyi gündüzden daha az parlak kılmıyordu Süleyman’ın ihtişamı. Çiçek ve koku cümbüşü bahçelerde kandiller sayısız ateş böceği gibi yanıp sönüyordu. Havai fişekler, altın bir köpük okyanusu içindeki ateş kuleleri gibi yükselen beş yüz caminin minaresinin üstünde, ışıl ışıl bir büyü krallığına çeviriyordu kenti. Asya tepelerinden yerliler, uzaklarda yıldızları soldurarak zonklayıp parlayan aydınlıktan ağzı açık kaldılar ve hayran kaldılar. İstanbul caddeleri tatil ve eğlence kılığı giymiş kalabalıklarla hıncahınçtı. Milyonlarca ışık mücevherli türban ve şeritli hilatta—şeffaf peçelerin üstünde köpüklenen kara gözlerde—dev, bronz tenli kölelerin omuzlarında taşınan ışıltılı tahtırevanlarda ışıldıyordu.

Işıltılı zırh giymiş savaşçıların birbirinin kanını kumlara döktüğü, silahşörlerin vahşi hayvanların karşısına çıkarıldığı ve aslanların Bengal Kaplanları ve Kuzey Ormanlarının domuzlarına karşı çıkarıldığı Mısır ve Arabistan süvarileriyle nefes kesici yarışlarda rekabet eden Türkistan ve Tataristan süvarilerinin cömert resmigeçitleri halinde Hipodrom’da odaklanmıştı tüm bu ihtişam. Gören, Roma’nın imparatorluk merasimlerinin Doğu kılığında yeniden canlandığını zannedebilirdi.

Lapis lazuli sütunlara yerleştirilmiş altın bir tahtta, Süleyman, erguvan togalı Sezarların boynunu büktürecek harikalara bakarak geriye yaslandı. Vezir ve subaylarla yabancı saraylardan sefirler eğiliyordu etrafında—Venedik, Persia, Hindistan, Tatar Hanlıkları. Venedikliler de dahil—Avusturyalılara karşı kazandığı zaferi kutlamaya geliyordu. Zira bu büyük şölen, Sultan’ın eli altındaki bir fermanda öne sürüldüğü üzere o zaferin kutlamasıydı. Fermanda, kısmen Avusturyalıların teslimiyetleri belirtiliyor, dizleri üstünde özür diliyorlar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan epey uzak Alman krallıkları da “Mümin Süleyman kaleyi (Viyana) temizlemeye, arıtmaya, ıslah ve tamire zahmet etmesin,” diyordu. Bundan dolayı Sultan aşağılık Almanların teslimiyetini kabul etmiş, onları değersiz “Kale”lerinin mülkiyetini onlara bırakmıştı!

Süleyman zenginliği ve görkeminin aleviyle dünyanın gözlerini kamaştırıyor, kendi kendini gerçekte amaçladığını başardığına ikna etmeye çalışıyordu. Bir meydan savaşında yenilmemişti; Macar tahtına kuklasını oturtmuş, Avusturya’yı yakıp yıkmış, İstanbul ve Asya çarşılarını Hıristiyan kölelerle doldurmuştu. Kullarından otuz bininin Viyana önlerinde çürüdüğü ve Avrupa fethi hayallerinin parçalandığı gerçeğini görmezden gelerek, bu bilgiyle kibrini yatıştırıyordu.

Tahtının arkasında savaş ganimetleri parlıyordu—Perslerden, Araplardan, Mısır memluklarından gasp edilen ipek, kadife otağlar, altın işlemelerle ağırlaşmış pahalı perdeler. Ayağının dibine kulları ve müttefik prenslerin haraçları yığılıydı. Venedik kadifesinden cübbeler, Büyük Moğol saraylarından mücevherle kakılı altın kadehler, Erzurum’dan ermin şeritli kaftanlar, Cathay’dan süslü yeşimler, at kılı sorguçlala gümüş Pers tolgaları, ustaca dikilen mücevherlerle Mısır’dan türban kumaşları, çifte su verilmiş kavisli Şam kılıçları, Kabil’den pahalı gümüş yivler işlenmiş fitilli tüfekler, Hint çeliğinden göğüs levhaları ve kalkanlar, Moğolistan’dan nadir kürkler. Taht her iki taraftan uzun, gümüş bir zincire altın yakalarla bağlı genç kölelerden uzun bir sıra tarafından kuşatılmıştı. Bir grup genç Grek ve Macar gençlerinden oluşuyordu, diğeri kızlardan; hepsi sadece sorguçlu başlıklar ve çıplaklıklarını vurgulayan mücevherli süsler giyiyordu.

Tombul karınları altın işlemeli kuşaklar tarafından sarılan bol giysiler giymiş hadımlar diz çöktü ve soylu konuklarına mücevherli kadehlerde, Küçük Asya dağlarından gelen karla serinletilmiş şerbetler sundu. Meşaleler, kalabalıklar kükreyişinden dans edip, titredi. Pistlerin etrafından gemlerinden köpük saçan atlar aktı; Yeniçeriler taklit savaşta çatışırken, ahşap kuleler sallandı ve alevler içinde kaldı. Subaylar ortalarında bakır ve gümüş sikke yağmurları yağdırarak geçti bağrışan halkın arasından. O gece İstanbul’da, sefil Kâfir tutsaklar hariç kimse acıkmadı, susamadı. Yabancı heyetlerin akılları, patlayan görkem denizi, imparatorluk ihtişamının kükreyişiyle uyuşturuldu. Engin arenanın etrafında, neredeyse baştan aşağı altın işlemeli deri kaplı eğitimli filler ağır ağır yürüdü, sırtlarındaki mücevherli kulelerden gelen trompet yaygaraları, kalabalıkların kükreyişi ve aslanların böğürüşüyle yarıştı. Binlerce dil ona naat ederken, herkesin görkemli tahttaki mücevherli kişiye döndüğü bir yüz deniziydi.

Venedik heyetini etkilediği gibi, dünyayı da etkilediğini biliyordu Süleyman. İhtişamının parıltısı içinde insanlar onun imparatorluk yolunu kapatan çürümüş surlar arkasındaki bir avuç umutsuz Kâfiri unutacaktı. Süleyman yasak şaraptan bir kadeh kabul etti ve öne çıkıp kollarını kaldıran Sadrazama yana çekilmesini söyledi.

“Ey efendimin konukları, Padişah sevinç saatinde en mütevazı olanları unutmaz. Küffara karşı ordularını yöneten subayları için nadir armağanlar hazırladı. Şimdi sıradan askerler arasında paylaştırılmak üzere iki yüz kırk bin düka bahşediyor, aynı şekilde her yeniçeriye de bin sikke veriyor.”




Yükselen kükreme ortasında bir hadım, dikkatle sarılıp mühürlenmiş büyük, yuvarlak bir bohçayı uzatarak Sadrazam’ın önünde diz çöktü. Kızıl bir mühürle kapatılmış katlı bir parşömen parçası da eşlik ediyordu buna. Sultan’ın dikkati çekilmişti.

“Ey dost, Ne var orada?”

İbrahim selam verdi. “Edirne’den posta atlısı sundu bunu ey İslam Arslanı. Anlaşılan Avusturyalı köpeklerden bir armağan bu. Anladığım kadarıyla onu doğruca İstanbul’a gönderilmesi talimatıyla kâfir süvariler vermiş sınır muhafızına.”

“Aç şunu,” diye talimat verdi ilgisi uyanan Süleyman. Hadım yerlere kadar eğilerek selam verdi, sonra paketin mühürlerini kırmaya başladı. Eğitimli bir köle beraberindeki notu açtı ve cüretkâr, yine de kadınsı bir elle yazılmış satırları okudu.

Sultan Süleyman, Vezir İbrahim ve kancık Roxelana’ya, biz aşağıda isimleri yazılanlar, sınırsız muhabbetimiz ve nazik şefkatimizin andacı olarak bir armağan göndeririz

Rogatinolu Sonya ve Gottfried von Kalmbach


Gözdesinin ismi üzerine irkilip, aniden suratı kararan Süleyman, İbrahim tarafından tekrarlanan boğuk bir çığlık attı. Hadım içindekini ortaya çıkararak balyanın mühürlerini koparmıştı. Keskin bir ot ve koruyucu baharat kokusu havayı doldurdu, korkmuş hadımın elinden kayan nesne, Süleyman’ın ayağının dibindeki armağan yığınlarının arasına yuvarlandı. Mücevher, altın ve kadife balyalarıyla korkunç bir zıtlık oluşturdu orada. Sultan ona baktı ve o anda ışıltılı zafer havası üstünden düşüverdi; şanı gösterişli ama değersiz pullarla toz toprağa dönüştü. İbrahim öfkeden morardı, hırıltılı, boğuk bir sesle sakalını yoldu.

Sultan’ın ayağının dibinde ölümün dehşet maskesi halinde donmuş, Yüce Türk’ün Akbabası Mikhal Oğlu’nun kesik kellesi duruyordu.
 
Son düzenleme:

kadirnip

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
21 Kas 2014
4,654
22,314
Adana
Lütfen bitmesin diyeceğim ama, her güzel şeyin bir sonu var elbette :)
Teşekkürler sevgili Hüseyin Aksakal...
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Değerli Kadirnip, Değerli Serdary 67, diğer dostlar...

Yorumlarınızın benim için çok teşvik edici olduğunu söylemeliyim. Gerçekten de paylaşımlarımı küçük ama son derece bilgili ve ilgili bir grupça takip edildiği anlaşılıyor. Yorumlardan çok şey öğrendim. Conan, Kull, Red Sonya, Bran Mak Morn ve Cormac FitzGeoffrey'in ÇR dışındaki halleriyle ilgili fikir vermekti amacım. Bunun da hasıl olduğuna inanıyorum. Bundan sonra makale türüne ağırlık vermem gerektiğini düşünüyorum. Sevgilerle...
 
12 Şub 2010
15,006
543,766
Kabul etmek gerekiyor ki, çok başarılı bir tarih öyküsü.

Tarihi romanın hamasi duyguları kabartmaktan öte özellikleri olması gerektiğini gösteriyor Akbabanın Kanatları.

Öykünün sağlam bir kurguya sahip olması yanında edebi nitelikte olması, etkileyici tasvirler, zengin kelime haznesi, gelişmiş bir yazarlık hamurunu yansıtması da gerekiyor. Filme çekilme arzusu taşımalı. Şiirlere, başka sanat dallarına da ilham verici özellikte olmalı.

Akbabanın Kanatları tüm bu özelliklere uygun olduğu ortada.

Çeviri de bu özellikleri hissettirecek güzellikte.

Hüseyin Aksakal dostumuzu bir kez daha kutluyorum.

Öykünün tamamı birlikte ele alındığında öne çıkan, akılda kalan hususlardan bir kaçına değinmek isterim.

Rakip ve düşman olan karşı kampı kötülemek, nefret edilmesini sağlamak için öyküdeki savaş sahnelerinde yeri geldiğinde elden gelen yapılmış doğal olarak.

Akıncılar başta olmak üzere Türk savaşçılarını kötülemek için yeri geldiğinde bilindik tavırlar sergilenmiş. Ama , öykünün salt bu amaçla yazılmış bir batılıya batılı propagandası yapmak amacı olmadığı da açık. Olabildiğince objektif olmayı başarmış. Viyana kuşatmasındaki başarısızlığına karşın Türk örgütlenmesine açık bir hayranlığı defalarca işlenmiş. Yeniçeri ve Sipahilerin gıpta edilen savaşçı kimlikleriyle donanımlarındaki ayrıntılı tasvirleri hiç bir Türk edebiyat eserinde veya filminde rastlamadım. Kendi tarihimizdeki bize intikal ettirilmemiş hayran olunası özellikleri bir batılının kaleminden öğrenmek içimi acıttı ama bir yandan da kendi tarihimize olan saygımı da arttırdı.

Sabah akşam kendi tarihimize küfretmeyi, aşağılamayı marifet sayanların ve tarihimizi sadece kılıç marifetiyle yağmacılık zannedenlerin zavallılığını düşündüm.

Kanuni'nin yer yer zalimliğine değinirken, aslında satır aralarında Kanuni'ye karşı açık bir hayranlık ve gıpta duygularını gizlemeye muvaffak olamamış yazar. Defalarca belli edilmiş bu duygu.

Okuduğunu anlamaktan mahrum sığ kafalıların bunları anlamayarak bu öyküyü sansür etmeye kalkacak veya yasaklanmasını isteyebilecek insanlar olabilir. Kendisine ve tarihine güvenen insanların korkacak bir şeyi olamaz. Velev ki, kendisine küfredildiğini zannetse bile ( alenen salt küfür ve aşağılayıcı durumlar hariç tabii) ...

Kendisine güveni ve inancı olan toplumun vereceği uygun cevaplar sansür ve yasaklama şeklinde olmamalıdır.
 
Üst