Akbabanin Kanatları - Kızıl Sonya 4. Bölüm

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
İLK ÜÇ BÖLÜMÜN ÖZETİ: Büyük Osmanlı Sultanı Muhteşem Süleyman, yedi ay hapiste tuttuğu Avusturya heyeti arasında tanıdık birini görür. Avusturya seferine çıkacağını deklare ettiği heyeti huzurundan yolladıktan sonra bu kişinin kendisini Mohaç'ta yaralayan bir şövalye olduğunu hatırlar. Veziri İbrahim'e bununla ilgilenmesini ister. Vezirin yolladığı ulak, bu Alman Gottfried Von Kalmbach'ın kafileden ayrıldığını görür. Sadrazam İbrahim de görevi Avusturya seferi öncesinde ülkeyi kasıp kavurmakla görevlendirilen, tarihin en büyük Akıncı Beyleri arasında sayılan Mikhaloğlu'na verir.

Mikhaloğlu, Von Kalmbach'ı Tuna nehri kıyısında bir köyde bulur. Ancak Kalmbach, atıyla köyün çit duvarından atlayarak ormana kaçar, Mikhaloğlu peşinden karanlık, ıslak ormana dalar ama yakalayamaz. Gottfried Viyana'ya vardığında kuşatma başlamak üzeredir. Süleyman ağır toplarını sonbahar koşullarında yitirmiştir ama orta boy toplar, küçük toplar, sahra topları ve görenlerin ruhunu uyuşturan büyüklükte bir orduyla Viyana etrafında kuşatma düzeni alır. Bu arada Mikhaloğlu da yakıp yıkmaya geri dönmüştür....


IV​

Kuşatma, top kükremeleri, ok ıslıkları ve sağır edici fitilli tüfek çatırtısıyla başladı. Yeniçeriler sur parçalarının sığınak sağladığı viran varoşlarda konuşlandı. Düzensiz bir perde ve bir ok yaylımı altında şafak söker sökmez metodik şekilde ilerlediler.

Tehdit altındaki surdaki bir top taretinde, koca kılıcına yaslanan ve bıyığını burarak dalgın dalgın düşünen Gottfried von Kalmbach, beyni başındaki bir delikten akan Transilvanyalı bir topçunun surdan götürülüşünü izledi; bir Türk fitilli tüfeği surların fazla yakınında konuşmuştu. Sultan’ın sahra topları siperlerden kıymıklar kopararak boğuk sesli köpekler gibi havladı. Yeniçeriler diz çöküp ateş ederek ilerledi, ilerlerken yeniden doldurdu. Mermiler kalenin gözetleme deliklerinden sekti, boşlukta kinle ıslık çaldı. Biri, bir öfke homurtusu kopartarak çökertti Gottfried’in tolgasını. Terkedilmiş silaha doğru dönünce, koca topun kuyruğuna eğilen, renkli, uyumsuz birini gördü.

Von Kalmbach’ın Fransız züppelerinin bile giyindiğini görmediği gibi giyinmiş bir kadındı bu. Uzun boylu, fevkalade biçimli ama kıvraktı. Güneşte kızıl altın halinde çağıldayan isyankâr saçları, çelik bir başlığın altından diri omuzlarına dökülüyordu. Kordova derisinden uzun çizmeleri, bol pantolonla örtülen uyluklarının ortasına dek geliyordu. Pantolonuna tıkıştırılmış güzel bir Türk örgü zırhı giyiyordu. Kıvrak beli içine çaprazlama pistollar ve bir hançer sokulmuş, uzun bir Macar süvari kılıcı bağlı yeşil ipekten dökümlü bir kuşak tarafından sınırlanmıştı. Hepsinin üstüne de, kızıl bir pelerin özensizce atılmıştı.

Bu şaşırtıcı kişi topun üstünde eğiliyor, aşinalıktan fazlasını akla getiren bir tutumla, tam menzil içindeki tekerlekli bir topu çevirmekte olan bir grup Türke bakıyordu.

“Hey, Kızıl Sonya!” diye bağırdı bir asker kargısını sallayarak. “Onları Cehenneme yolla kızım!”

“Güven bana köpek kardeş,” yanan kibriti ateşleme ventiline değdirirken terslendi.“Fakat keşke hedefim Roxelana olaydı—”

Müthiş bir infilak sözcüklerini boğdu ve ateşlenen topun müthiş geri tepmesi ateşleyeni sırtüstü yere sererken, bir duman girdabı taretteki herkesi körleştirdi. Seken bir yay gibi sıçrayarak ayağa fırladı ve dumanın arasından topçu timinin enkazı görünen açıklığa hevesle baktı. Bir insan başından büyük koca gülle, ufak topun etrafında toplanan grubun tam ortasına çarpmıştı, kafatasları darbeyle patlamış ya da parçalanan silahtan uçan demir parçalarından bedenleri hurdahaş halde yerde yatıyorlardı şimdi. Kulelerden bir alkış yükseldi ve Kızıl Sonya denilen kadın içten bir neşeyle bağırdı ve bir Kazak dansını adımlamaya girişti.

Gottfried, esnek zırhın altındaki göğüslerinin muhteşem kabarıklığına, iri kalçalar ve yuvarlak uzuvlarının kavisini açık bir hayranlıkla süzerek yaklaştı. Bir erkeğin durabileceği gibi duruyordu; çizmeli ayaklarını iyice açılmış, başparmakları kemerine takılmıştı ama tam bir kadındı o. Ona bakarken gülüyordu ve gözlerinde kıvılcımlanan ışıklar ve değişen renklerin dans ettiğini hayranlıkla fark etti. Barut lekeli bir elle asi buklelerini taradı ve o da kadının lekelenmemiş yerlerdeki sağlıklı tenin berrak, pembe beyazlığına hayran oldu.

“Niye keşke hedef Sultan Roxelana olaydı dedin kızım?” diye sordu.

“Çünkü o kızkardeşim. Fahişe!” cevabını verdi Sonya.

Tam o anda surların üstünde muazzam bir çığlık gürledi ve kız güneşte uzun bir gümüş ışıltısı gibi kılıcına asılarak vahşi bir hayvan gibi irkildi.

“O böğürüşü duymuştum!” diye bağırdı. “Yeniçeriler—”

Gottfried şimdiden burçlara doğru yol alıyordu. Saldıran Yeniçerilerin korkunç, ruh sarsıcı narasını daha önceden o da duymuştu. Süleyman biçare Avrupa yolunu kesen kentle boşa zaman harcama niyetinde değildi. Tek bir saldırıyla onun cılız surlarını ezmek istiyordu. Başıbozuklar—Düzensiz milisler—ana ilerleyişi perdelemek için sinekler gibi can veriyor, ölü yığınlarının üstünden de Yeniçeriler gürül gürül Viyana’ya saldırıyordu. Top atışları ve misket yaylımları altında, tırmanma merdivenlerini köprü gibi koyup hendekleri aşarak ileriye doğru kabardılar. Avusturya topları kükrerken tüm saflar yıkıldı ama saldırganlar artık surların altındaydı ve ağır gülleler arka saflarda yıkım yaratmak için başlarının üstünde vızıldıyordu.

Dosdoğru aşağı ateş eden İspanyol fitilli tüfekçiler korkunç bir bedel aldı ama artık merdivenler duvarları kavrıyor, marşlar söyleyen deliler da yukarı çıkıyordu. Oklar savunucuları vurarak ıslık çaldı. Arkalarında Türk sahra topları dost düşman ayırt etmeden gümledi. Mazgalda duran Gottfried, ani, müthiş bir darbe ile yere serildi. Bir gülle, yarım düzine müdafinin beynini dağıtarak siperi ezmişti.

Gottfried duvar enkazı ve öbeklenen cesetlerin enkazından yarı baygın halde kalktı. Gözlerin kuduz köpeklerinki gibi parladığı ve kılıçların sudaki güneş ışınları gibi ışıldadığı yerde yukarı saldıran, hırlayan, ruhsuz yüzlerdeki fireye baktı. Ayaklarını iki yana açarak koca kılıcını kaldırdı ve hızla vurdu. Çenesi öne çıkık, bıyığı diken dikendi. Bir buçuk metre uzunluğundaki kılıç, yukarıdaki kalkanları ve demir omuz parçalarından geçerek çelik başlık ve kafataslarını çökertti. Adamlar, duyarsız parmakları kanlı basamaklardan kayarak merdivenlerden düştü.

Fakat her iki tarafındaki gedikten oluk oluk aktılar. Korkunç bir çığlık, Türklerin surda bir dayanak noktası bulduğunu ilan etti. Fakat kime tehdit altındaki noktaya gitmek için yerini bırakmaya cesaret edemedi. Viyana işi bitik surların etrafında giderek daha yüksekte kükreyen ışıl ışıl, dalgalı bir deniz tarafından kuşatılmış gibi geliyordu şaşkın savunuculara.

Kuşatılmaktan kaçınmak için geriye adımlayan Gottfried homurdandı ve sağa sola vurdu. Gözleri artık bulanık değil; mavi ateş topları gibi parlıyordu. Üç yeniçeri ayağının dibindeydi, enli kılıcı inen palalardan bir orman içinde çınladı. Bir kılıç gözlerini karartarak tolgasında tuzla buz oldu. Sendeleyerek karşı darbesini indirdi ve koca kılıcın hedefte kıtırdadığını algıladı. Ellerine kan püskürdü ve kılıcını kurtardı. Sonra bir nara ve bir koşuyla birisi yanındaydı ve berraklaşan bakışın önünde gümüş bir şimşek gibi çakan bir palanın delice, uçan darbeleri altında zırhın süratle parçalandığını işitti.

Yardımına koşan Kızıl Sonya’ydı; saldırısı da, bir dişi panterinkinden daha az müthiş değildi hani. Darbeleri gözün izleyemeyeceği kadar süratle takip ediyordu birbirini; kılıcı bir akkor bulanıklığıydı, adamlar orakçının önündeki olgun ekinler gibi düştü. Derin bir kükremeyle Gottfried yanına yürüdü, koca kılıcı savururken kanlı ve korkunçtu. Karşı konulmaz şekilde püskürtülen Müslümanlar duvarın kenarında bocaladı, sonra da ya merdivenlere atıldılar, ya da çığlık çığlığa boşluğa düştü.

Küfürler, Sonya’nın kızıl dudaklarından sabit bir nehir halinde aktı, kılıcı göğse saplanıp, ağzı boyunca kan fışkırırken vahşice güldü. O sıkıştırırken, burçtaki son Türk çığlık attı, rastgele savuşturdu; sonra palasını indirerek pençeleyen elleriyle umutsuzca yapıştı Sonya’nın kanlı kılıcının ağzına. Korkunç şekilde kesilen parmaklardan kan boşanarak, bir iniltiyle kenarda sallandı.

“Cehennem ol, köpek ruhlu!” diye güldü. “Çorbanı iblis karıştırsın senin için!”

Bir büküş ve bir asılışla zavallının parmaklarını biçip kılıcını kurtardı; adam boğuk bir çığlıkla geriye devrildi ve tepeüstü düştü.

Yeniçeriler her tarafta geri çekiliyordu. Savaş, surların üstünde devam ederken, susan sahra topları yeniden gümledi, burçlarda diz çöken İspanyollar, uzun fitilli tüfekleriyle ateşe dönüyordu.

Gottfried usulca sövüp kılıcını temizleyen Kızıl Sonya’ya yaklaştı.

“Tanrı Aşkına, kızım,” dedi koca bir eli uzatarak, “yardımıma gelmeseydin bu gece akşam yemeğini Cehennemde yiyecektim galiba. Teşekkür ede—”

“İblise teşekkür et!” diye terslendi Sonya elini kabaca iterek. “Türkler surdaydı. Seninkini kurtarmak için postumu riske ettim sanma köpek kardeş!”

Geniş ceket kuyruğunun küçümseyen bir hareketi ve askerlerin kaba taşkınlığıyla, aniden, kaba şekilde gerileyerek, burçlardan salına salına indi. Gottfried arkasından kaş çattı, bir Lanzknecht de neşeyle omzunu tokatladı.

“Eh, bir iblis o! En sağlam kafayı masanın altına yollayarak içer ve bir İspanyol gibi söver. Kimseyle kaçgöçü yoktur. Kes—biç—geber köpek ruh! Böyledir onun usulü.”

“Kim ki o, iblis adına?” diye homurdandı von Kalmbach.

“Rogatino’dan Kızıl Sonya—tüm bildiğimiz bu. Bir erkek gibi yürüyüp savaşır—Tanrı bilir niye. Sultanın gözdesi Roxelana’nın kızkardeşi olduğuna yemin ediyor. Eğer Roxelana’yı yakalayan Tatarlar, o gece Sonya’yı ele geçirseydi, Aziz Piotr adına! Süleyman’ın elinde bir avuç Tatar kalmış olurdu! Onu yalnız bırak sir birader; vahşi bir kedi o. Gel de bir maşrapa bira al.”

Bir kere sura tırmandıktan sonra saldırının niye başarısız olduğunu izah için Sadrazam huzuruna çağrılan Yeniçeriler, paslı zırh giymiş bir devin yardım ettiği kızıl başlı bir kadın şeklinde bir iblis tarafından karşılandıklarına yemin etti. İbrahim kadını önemsemedi ama adamın tarifi yarı unutulmuş bir anıyı canlandırdı aklında. Askerleri yolladıktan sonra Tatar Yaruk Han’ı çağırdı ve Mikhal Oğlu’na o kelleyi niye kraliyet çadırına yollamadığını sormak üzere yukarı bölgelere yolladı.
 
Son düzenleme:

Shoryuken

Yönetici
9 Nis 2013
4,044
20,235
Kamlançu
Nihayet REH'in orijinal tasvirleri ve sevgili Hüseyin Aksakal'ın enfes çevirisi ile Kızıl Sonya'nın sesini duyabildik. Türkçe çizgi roman ve hatta edebiyat forumlarında bile bulamayacağımız bir güzellik bu. Çizgi Diyarı adına teşekkür ederim üstadım.

Yeri gelmişken iki şeye dikkat çekmek istiyorum. Birincisi çevirileriniz sayesinde özelde Kızıl Sonya, genelde tüm barbar çizgi romanlarında yarı çıplak resmedilen kişilerin aslında dönemin giyim kuşamına uygun giyindiklerini (Conan'ın ipek gömlek filan giydiğini de okumuştuk) gördük ki çizgi romanda bu yarı çıplak olma durumunun barbarlar konusunda oluşmuş şablondan kaynaklandığına hükmedebiliriz.

İkinci konu ise savaş ve kuşatma tasvirleri ki REH sanki oradaymış gibi anlatıyor, oysa biz -özellikle milliyetçi insanlar- savaşçı bir millet ile övünürken, bir savaşın nasıl olduğunu/olabileceğini bu kadar güzel anlatabilir miydik, bilemiyorum. Çünkü böyle bir anlatım geleneğine sahip değiliz, diye düşünüyorum. Belki de yanılıyorumdur, doğrusunu konunun uzmanları bilir. :)
 

kadirnip

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
21 Kas 2014
4,654
22,315
Adana
Çok güzel çeviri ve paylaşım için, teşekkürler sevgili Hüseyin Aksakal...
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Değerli Shoryuken,

Çıplaklık kitle kültürünün bir ürünüdür. Yarı çıplak bir kahraman, ister erkek, ister kadın, belli bir satış garantisi taşır. Dünyanın herhangi bir toplumunda, bir bayanın, bir bayan süper kahraman gibi, erkeğin erkek süper kahraman gibi tayt giymesi yakışık alıyor mu? Oysa yazılı edebiyatta, gerçeğe uygunluk daha geçerlidir. Süpermen, Batman, Zagor kostümlerinin yazılı edebiyatta ne kadar anlamsız olacağını hayal edebiliyor musunuz? Conan, Kızıl Sonya, Hatta Kull'un çizgi romanlarda çoğunlukla çıplak olmasının açıklaması sadece reklam endüstrisini de tepeden tırnağa etkileyen cinsellik arkaplanı ile ilgilidir.

Aynı zamanda kuşatma ve savaş sahneleri ile ilgili söyledikleriniz de doğru. Bu işlerde Robert E. Howard'ın üstüne bana sorarsanız bir yazar daha yok. Savaş sahnelerini sinemada en iyi aktaran yönetmen Ridley Scott'tur. Cennetin Krallığı ve Robin Hood filmlerinde öyle iyi işler çıkarmış ki, keşke bir Conan filmi çekseydi dedim.

Böyle bir yazı geleneğimiz olmadığına gelince, bir lisan tüm dünyaya duygularını anlatabilen yazarlar yetiştiriyorsa, bu alanda yazar yetişmemiş olmasını tarih alanının bizde daha çok ideolojik çerçevede alınmasına bağlamak gerekir bence. Biraz tarih ve edebi kompozisyon bilen, biraz askeri strateji bilen, azıcık da insanoğlunun yüreğini tanıyan yazarlarımızın çok daha iyisini yapabileceğini düşünüyorum. Zira bizde malzeme hem sayıca, hem de türler açısından fazla...

Mesela, REH, Kull dönemini anlatırken, "Barbarlar çoğu zaman uygar ülkelerin komutanları, devlet adamları ve kralları olurdu" diyor. Mısır'da Kölemen devletinin yöneticileri, özellikle Baybars tam olarak bu değil mi? Arap devletlerine gelip islamiyeti kabul eden-etmeyen Türklerin askeri yetenekleriyle yükselişi nedir? Göçebe kayı boyunun Roma İmparatorluğu kayzeri unvanını üstlenmesine ne demeli?

Daha önce de bir yerde anlatmıştım. Benim hayalimde bir Kara Murat var. Siyah saçlı, bıyıklı, orta boylu. İki kişiden dönmeyecek kadar güçlü ve becerikli... En zor durumları lehine çevirecek kadar zeki... Ama mesela beş kişinin saldırısına uğradığında Bizans İstanbulu'nda soluk soluğa kaçmayı da bilen, takipçilerini bölen, görev duygusunu sadece yazarın yüklediğine değil, karakter olarak da akla uydurabilen biri olmalı. Maalesef bizde adam anadan kahraman doğar. Kahramanlığının rasyonel bir kökü bulunmaz. Psikoloji dersen hak getire... Böyle olmaz...
 
Üst