Kull'un orijini... Atlantis sürgünü

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli

ATLANTİS SÜRGÜNÜ
(Başlıksız öykü)

Robert E. Howard​

Gün batıyordu. Diyarı kaplayan son kızıl görkem, kar serpili zirvelerde kandan bir taç gibi uzanıyordu. Gün batımını seyreden üç adam, uzak ormanlardan yükselen meltemin kokusunu içlerine çekti ve ardından daha maddesel bir görev için döndü. Adamlardan biri küçük bir ateşin üzerinde av eti pişiriyordu; bu adam bir parmağıyla buğusu tüten yemeğe dokunarak, bir usta havasıyla tadına baktı.

“Yemek hazır; Kull, Gor-na, artık yiyelim.”

Konuşan gençti—bir çocuktan hallice. Bir leoparın rahat zarafetiyle hareket eden uzun boylu, ince belli, geniş omuzlu bir delikanlıydı. Arkadaşlarına gelince; biri yaşlıca bir adamdı; saldırgan yüzüyle, güçlü, iri yapılı, sakallı biri. Öbürüyse hafifçe enli yapılı ve daha uzun boylu olması dışında konuşanın kopyasıydı; daha derin görünüşlü bir göğüs kafesi, daha geniş omuzları vardı. Uzun düz kaslarında ilk delikanlıdan bile daha dinamik bir süratin gizlendiği izlenimi veriyordu.

“İyi,” dedi, “Açım.”

“Ne zaman olmadın ki?” diye takıldı ilk konuşan.

“Savaştığım zamanlarda,” Kull ciddiyetle cevapladı.

Diğeri arkadaşına samimiyetinin derinliğini ölçercesine çabuk bir bakış attı; Dostundan her zaman emin olamıyordu.

“O zaman da kana susamış oluyorsun,” diye araya girdi daha yaşlı adam. “Am-ra, dalga geçmeyi bırak da bize yemek kes.”

Gece çökmeye başlıyor, yıldızlar göz kırpıyor, akşam yeli, loş tepe ülkesinin üstünü süpürüyordu. Uzakta bir kaplan kükredi birden. Gor-na elinde olmadan yanında duran çakmaktaşı uçlu mızrağına uzandı. Kull kafasını çevirdi ve soğuk, gri gözlerinde garip bir ışık belirdi.

“Çizgili kardeşler bu gece avlanıyor,” dedi.

“Onlar doğan aya tapar.” Am-ra kızıl bir ışığın görünmeye başladığı doğuyu gösterdi.

“Niye ki?” diye sordu Kull. “Ay, avlarıyla düşmanlarının onları görmesini sağlıyor.”

“Evvel zaman içinde, uzun asırlar önce,” dedi Gor-na, “Avcılar tarafından takip edilen bir kral kaplan aydaki kadına yakardı; kadın da güvende olsun ve uzun yıllar ayda yaşasın diye bir asma dalı attı ona. O gün, bu gündür tüm çizgili halk aya tapar.”

“Buna inanmıyorum,” dedi Kull açık açık. “Çizgili halk, soylarından uzun zaman önce ölmüş birine yardım etti diye ne diye aya tapsın? Çok kez bir kaplan Ölüm Uçurumu’ndan tırmanarak avcılardan kurtulmuştur, oysa o uçuruma tapmıyorlar. O kadar uzun zaman önce neler olduğunu nereden bilsinler?”

Gor-na’nın kaşı bulutlandı. “Kull, yaşlılara takılmak ya da seni kabul eden halkın efsaneleriyle alay etmek sana yakışmıyor. Bu öykü gerçek olmalı zira âdemoğlunun hatırladığından daha uzun süredir kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Hep ne olduysa, hep öyle olmalıdır.”

“Buna inanmıyorum,” dedi Kull. “Şu dağlar hep vardı ama bir gün ufalanacak ve yok olacaklar. Bir gün deniz şu tepelerin üzerinden akacak…”

“Bu kadar küfür yeter!” diye bağırdı Gor-na neredeyse kızgınlığa varan bir tutkuyla. “Kull, biz yakın arkadaşız, sana gençliğin yüzünden katlanıyorum… Fakat bir şeyi öğrenmen gerek… Geleneğe hürmeti. Halkımızın gelenekleri ve görenekleriyle alay ediyorsun. Yabanlıklardan o halk kurtardı seni; o halk bir yuva ve kabile verdi sana.”

“Ormanlarda dolaşan kılsız bir maymundum ben,” diye samimiyetle, utanç duymadan kabul etti Kull. “İnsanların dilini konuşamıyordum ve tek dostlarım kaplanlarla kurtlardı. Halkımın kimler olduğunu veya hangi kandan geldiğimi bilmiyorum…”

“Önemi yok bunun,” diye araya girdi Gor-na. “Zira tümüyle Kaplan Vadisi’nde yaşayan ve Büyük Sel’de yok olan haydut kabilesinden birinin görünüşüne sahipsin. Fark etmez. Sen yiğit bir savaşçı ve güçlü bir avcı olarak kendini kanıtladın…”

“Mızrak atma veya güreşte ona denk bir genci nereden bulacaksın?” diye araya girdi Am-ra gözleri aydınlanarak.

“Çok doğru,” dedi Gor-na. “O Deniz-Dağ kabilesinin saygın bir üyesi, buna rağmen çenesini kontrol edip, geçmiş ve bugünün kutsal varlıklarına hürmet göstermeyi öğrenmesi gerek.”

“Alay etmiyorum,” dedi Kull fesat gütmeden. “Ama rahiplerin söylediği çoğu şeyin yalan olduğunu biliyorum zira ben kaplanlarla koştum ve vahşi hayvanları rahiplerden daha iyi tanırım. Hayvanlar, ne tanrı, ne de şeytan; Sadece tutku ve arzuları olmayan, kendi hallerinde insanlar gibiler...”

“Yine küfür!” diye bağırdı Gor-na öfkeyle. “İnsan Valka’nın en yüce yaratığıdır.”

Am-ra konuyu değiştirmek için araya girdi. “Sabah erkenden sahilde davulların vurduğunu işittim. Denizde savaş var. Valusia, Lemurialı korsanlarla savaşıyor.”

“Kara talih ikisiyle de olsun,” diye homurdandı Gor-na.
Kull’un gözleri yeniden ışıldadı. “Valusia! Cazibe Diyarı! Bir gün yüce Harikalar Kenti’ni göreceğim.”

“Bunu yaptığın kötü bir gün olacak,” diye hırladı Gor-na. “işkence yazgısıyla, zincirlerle yüklenmiş, ölüm de peşinde olacak. Soyumuzdan, köle olanlar hariç kimse Büyük Kent’i görmedi.”

“Kem talih eşlik etsin ona,” diye mırıldandı Am-ra

“Kem talih ve kızıl bir ölüm!” diye bağırdı Gor-na yumruğunu doğu yönüne sallayarak. “Dökülen her damla Atlantisli kanı ve lanetli kadırgalarında debelenen her köle için, Valusia ve tüm Yedi İmparatorluk’un üstüne kara bir afet çöksün!”

Ateşlenen Am-ra, çevik bir hareketle ayağa fırlayarak lanet kısmını tekrarladı. Kull kendisine pişmiş etten bir dilim daha kesti.

“Valusialılarla savaştıydım,” dedi, “Yiğit görünüşlüler ama öldürmesi zor değil. Öyle bet çehreli de değiller.”

“Sen çelimsiz kuzey sahili muhafızlarıyla savaştın da ondan,” diye homurdandı Gor-na, “ya da karaya oturan ticaret gemilerinin mürettebatıyla. Benim gibi Kara Lejyonlar veya Büyük Ordu’nun saldırısıyla karşılaşana dek bekle. Hey! İçtiğin kan olurdu o zaman! Mızrak Gandaro ile ben, senden daha gençken Valusia sahillerini yağmaladık Kull. Evet, imparatorluğun içlerine kadar meşale ve kılıç taşıdık. Hepimiz, Atlantis’in tüm sahil kabilelerinden beş yüz kişiydik. Dördümüz geri döndük! Yakıp yıktığımız Şahinler Köyü’nün dışında Kara Lejyon öncüleriyle karşılaştık. Hey be; mızraklar kana doydu, kılıçların susuzluğu dindi orada. Can alıp can verdik, oysa savaşın gürlemesi dindiğinde savaş alanından dördümüz kaçabildi, hepimiz de ağır yaralıydık.”

“Ascalante,” diye devam etti Kull, “Kristal Kent’in etrafındaki surların uzun boylu birinden on kat yüksek olduğunu, altın ve gümüş ışıltısının gözleri kamaştırdığını, sokakları dolduran veya pencerelerden sarkan kadınların da hışırtılı, parıldayan, tuhaf ve düz giysiler giydiğini anlattı bana.”

“Ascalante bilir tabii,” dedi Gor-na zalim bir edayla. “ zira onların arasında köle olarak o kadar uzun kaldı ki, güzel Atlantisli adını unutup, Valusialılar tarafından verilen adı benimsedi.”

“O kaçtı,” diye yorumladı Am-ra.

“Evet, Hâlbuki Yedi İmparatorluk’un pençesinden kaçan her köle için yedi katı zindanlarda çürüyor ve her gün ölüyor —çünkü köle olarak kalmanın bir Atlantisli için başka bir anlamı yok.”

“Yedi İmparatorluk’a zamanın şafağından beri düşman olmuşuzdur biz,” diye dalıp gitti Am-ra

“Dünya yıkılana dek de öyle olacak,” dedi Gor-na vahşi bir memnuniyetle. “Çünkü Atlantis, Valka’ya şükürler olsun ki, tüm insanoğullarının düşmanıdır.”

Am-ra mızrağını alıp kalktı ve nöbet tutmaya hazırlandı. Diğer ikisi çimenliğe uzanıp uykuya daldı. Hangi rüyaydı Gor-na’nın gördüğü? Belki savaş, belki bir bizonun gürleyişi—belki de bir mağara kızı. Kull’a gelince…



Uykusunun sisleri arasında trompetlerin altın melodisi uzaklarda hafif hafif yankılandı. Üstünde ışıl ışıl görkem bulutları yüzüyordu; sonra rüyasının içinde muazzam bir manzara aralandı. Büyük bir halk kalabalığı, uzaklara dek yayılıyor, yabancı bir dilde gürül gürül bir kükreme yükseliyordu. Alçak bir çelik çınlaması da vardı, atlarını sağa sola süren muazzam, hayal meyal ordular da. Sonra sis soldu ve bir çehre net bir şekilde ortaya çıktı; üstünde bir kraliyet tacı konmuş bir çehre… Soğuk deniz grisi gözlerle duygusuz, kıpırtısız, şahine benzer bir çehre. Şimdi halk yeniden gürlüyordu. “Selam sana kral! Selam sana kral! Kral Kull!”

Kull irkilerek uyandı —ırak dağların üstünde ay parlıyor, rüzgâr uzun otlar arasında iç çekiyordu. Gor-na yanında uyuyor, Am-ra yıldızlara karşı çıplak, bronz bir heykel gibi duruyordu. Kull’un gözleri yetersiz giysilerinde dolaştı— pantersi uyluklarına sarılı bir leopar postu. Çıplak bir barbar… Kull’un soğuk gözleri ışıldadı. Kral Kull ha! Yeniden uykuya daldı.




Sabahleyin kalkıp, kabilenin mağaralarına doğru yola koyuldular. Geniş mavi nehir gözlerinin önüne serildiği ve kabilenin mağaraların görüş alanlarına girdiğinde güneş daha yükselmemişti.

“Bakın!” Am-ra keskin bir çığlık attı. “Birini yakıyorlar!”

Mağaraların önünde koca bir kazık vardı; üstüne de genç bir kız bağlıydı. Etrafa haşin gözlerle duran ahalide merhametten eser görünmüyordu.

“Ala bu,” dedi Gor-na, yüzü sertleşti. “Lemurialı bir korsanla evlendiydi… Ahlaksız.”

“Evet,” diye araya girdi duygusuz bakışlı bir kadın, “Benim öz kızım o… Bu yüzden Atlantis’in üzerine utanç getirdi— artık benim kızım değil! Kocası öldü… Atlantis’in hünerleriyle gemileri batırılınca, Ala da sahile vurmuş.”

Kull, kızı şefkatli bakışlarla süzdü. Anlayamıyordu… Bu insanlar ne diye kendi kanlarından bir akrabalarına bu denli kızıyordu; sırf kavminin bir düşmanını seçti diye mi? Kızın üstüne odaklanan tüm gözlerden sadece birinde acıma görüyordu Kull.. Am-ra’nın tuhaf mavi gözleri üzgün ve şefkatliydi.

Kull’un kıpırtısız yüzünün neyi yansıttığı bilinmiyor. Oysa ölüme mahkûm kızın gözleri onun üstüne dikilmişti. Kızın güzel gözlerinde korku değil, derin, titrek bir yakarış vardı. Kull’un gözleri kızın ayaklarının dibindeki çalı çırpıya çevrildi. Birazdan, şu anda kızın yanında lanetli bir ilahi söyleyen rahip eğilerek şu an sol elinde tuttuğu meşaleyle çalıları tutuşturacaktı. Kull, kızın direğe ağır ahşap bir zincirle bağlı olduğunu gördü—genellikle Atlantis’te imal edilen acayip bir nesne. Yolunu kesen kalabalık arasında kıza ulaşsa bile zinciri kesemezdi. Kızın gözleri ona yalvarıyordu. Kull çalı demetlerine baktı; kuşağındaki çakmaktaşından hançere dokundu. Kız anladı. Gözleri bir rahatlamayla dolarak başını salladı.

Bir kobra kadar ani ve beklenmedik şekilde vurdu Kull. Kuşağındaki hançeri kaptığı gibi fırlattı. Hançer, kadının kalbinin hemen altından vurup anında canını aldı. Halk büyülenmiş gibi dururken Kull süratle döndü, koşarak uzaklaştı ve bir kedi gibi yedi metrelik kayalığın dimdik duvarından süratle çıktı. Halk dili tutulmuş gibi durdu, sonra biri yay ve okuna asıldı, düz ok boyunca nişanladı. Kull kendisini kayalığın üstüne çekiyordu: okçunun gözleri kısıldı—Am-ra, sanki kazayla olmuş gibi ona çarpınca ok şarkı söyleyerek yan tarafa gitti. Sonra Kull kayboldu.

Peşindekilerin bağrıştıklarını işitti; tuhaf ve kanlı ahlak değerlerini çiğnediği için kana susayarak kuduran kabilesinin üyeleri, onu öldürmek üzere vahşice koşturuyordu. Oysa Atlantis’te kimse —ki bu aynı zamanda dünyada kimse demekti—Deniz Dağı kabilesinden Kull’a ayak uyduramazdı.





 
Son düzenleme:

savok

Admin
30 Eki 2009
19,988
83,571
Kasımpaşa
Sanırım bu hikayeyi Kull'un Bir Kralın Gelişi adlı macerada okumuştuk...
Bu hali ile de çok sevdim...
Teşekkürler sevgili hüseyin aksakal...
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Bu öykü 1967 yılında Lancer yayınevinin King Kull kitabı çıkana dek yayınlanmadı. Öykü, Howard'ın intiharindan sonra notları arasında bulunan öykülerden. Aslında başlıksız olmasına rağmen, Howard daktilo metinlerinin önemli bir kısmının mülkiyetini elinde bulunduran Glenn Lord tarafından "Atlantis Sürgünü-Exile of Atlantis" adı verilmiştir. Marvel yayınevi çizgi roman haklarını almasının ardından, bu öyküyü ayrı olarak da, farklı öykülerin içinde de özetler. Öyküde, Thuria çağının(ki bu isim kull öykülerinin hiçbirinde yoktur. 1932 sıralarında Hyboria çağı denemesi yazılana kadar bu isim ortada yoktur) vahşileri kabul edilen Atlantisliler arasında bile vahşi kabul edilen bir karakter Kull.

Krallık kehaneti bulunan rüyası ve uygarlığın yüreğini taşa çevirdiği insanlar arasında insanlık kırıntısı bulunan tek kişinin tüm kıtadaki en vahşi kişi olduğunu anlatması açısından önemlidir bu öykü. Kral olduktan sonraki dönemlerde, Kull kendi anayurdundakilerin bile onu lanetlediğini anlatırken, bu öyküdeki olaya göndermede bulunur. Aradaki forsa, korsan ve gladyatör dönemleri de belli belirsiz sözü edilen unsurlardır ama Marvel bunları büyük oranda tamamlamıştır.

Daha sonraki bilge kralın kafasının nasıl çalıştığını en iyi anlatan tartışmaları içeriyor bu öykü.

Türkçede ilk kez yayınlanıyor.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Hüseyin bey ilkler serisine devam ediyorsunuz.Tebrik ederim.

İlkler serisi Robert E. Howard'ın tek Red Sonya öyküsüyle sürecek. Bu öykü, 1. Viyana Kuşatması ekseninde geçen oryantalist bir öykü. İpucu olarak şunu söyleyeyim: Orijinal öyküde Red Sonya (Red Sonja değil, bu değişiklik Roy Thomas'ın eseri) asıl karakterin yanındaki güçlü yan karakter. Aynı zamanda Kanuni'nin eşi Hürrem'in kızkardeşi... Yeniçeriler, sipahiler, akıncılar, bir yığın tarihi karakter arz-ı endam ediyor bu öyküde...
 

Shoryuken

Yönetici
9 Nis 2013
4,043
20,204
Kamlançu
İlkler serisi Robert E. Howard'ın tek Red Sonya öyküsüyle sürecek. Bu öykü, 1. Viyana Kuşatması ekseninde geçen oryantalist bir öykü. İpucu olarak şunu söyleyeyim: Orijinal öyküde Red Sonya (Red Sonja değil, bu değişiklik Roy Thomas'ın eseri) asıl karakterin yanındaki güçlü yan karakter. Aynı zamanda Kanuni'nin eşi Hürrem'in kızkardeşi... Yeniçeriler, sipahiler, akıncılar, bir yığın tarihi karakter arz-ı endam ediyor bu öyküde...

Bir bilgi daha edindik, merakımız daha da artıyor. Sabırsızlıkla Red Sonya öyküsünü bekliyorum...
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli


Bir bilgi daha edindik, merakımız daha da artıyor. Sabırsızlıkla Red Sonya öyküsünü bekliyorum...

Çok şaşıracaksınız... Şöyle başlıyor:

BÖLÜM 1

“Köpekler giydirilip doyuruldu mu?”

“Evet, Mü’minlerin Koruyucusu.”

“O zaman bırakın huzura sürünsünler.”

Böyle getirdiler aylarca hapisten solan elçileri, bir kudretli hükümdarlar çağındaki en güçlü hükümdar, Türkiye Sultanı Muhteşem Süleyman’ın kubbe örtülü tahtının önüne…
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

prince

Onursal Üye
20 Ağu 2012
4,464
26,953
Yazı müthişti,gelecek olan sanırım daha da müthiş.Çok teşekkür ediyorum üstadım...
 

The_DarknesS

Yönetici
Çeviri & Balonlama
17 Nis 2010
9,538
28,575
İzmir
Bu öyküyü çizgi roman olarak bir kaç defa okumuşluğum var.
İlk defa düz yazı olarak okuyorum. Çok başarılı bir tercüme olmuş.
Teşekkürler Hüseyin Bey.
 
Üst