Faruk Geç'i Kaybettik

direnc11

Yönetici
11 May 2009
10,078
36,676
İstanbul
Çizgi roman dünyamızın en büyük isimlerinden, üstadlarından Faruk Geç'i kaybettik. Üzüntümüz büyük.

Toprağı bol olsun.


Faruk GEÇ, (1931- )


15 Mart 1931 yılında Adapazarı'nda doğan Faruk Geç, 1956'da Güzel Sanatlar Akademisi İç Mimari Bölümü'nü bitirmeden profesyonel kariyerine başlamış bir çizerdir. Geç, henüz on yedi yaşındayken Türkiye Yayınevi'nin çıkardığı Hafta dergisine kapak çizimleri ve 1001 Roman dergisi için orijinalleri renkli olan Mandrake çizgiromanlarının siyah-beyaz baskıya hazırladığı kopyalamalarını gerçekleştirmiştir. Ayrıca yine bu yıllarda Bütün Dünya, 20. Asır gibi dergilerle Cemil Cahit Cem'in yönetiminde çıkan bir roman serisinin kapak illüstrasyonlarını çizmiştir.

izgiromanAnsiklopedisi238b.jpg

Faruk Geç, 1950'lerin sonunda Nebioğlu Yayınları'ndan çıkan Resimlerle Atatürk'ün Hayatı adlı M.Necati Yazar'ın çizdiği çizgiroman çalışmasının kapak illüstrasyonuyla dikkatleri çekmiştir. Geç'in ilk önemli çizgiroman başlığı 1955 yılında Hürriyet Gazetesi sayfalarında yayınlanan Aşk Arzusu olmuştur. Ayrıca yine Hürriyet'deyken ülkemizde gösterime girmeden önce başrolünü Elizabeth Taylor ile Richard Burton'un oynadığı 'Kleopatra' adlı filmin konusunu 1963'de çizgiromana uyarlamış, sonraki yıllarda buna 'Love Story' filmininkini eklemiştir. 1961-1962 yıllarında yaptığı bir Paris seyahatinde tanıştığı Opera Mundi adlı Fransız yayın ajansı yetkilileriyle anlaşarak yurtdışında çalışmaya başlamış ve çeşitli kısa aşk öyküleri çizmiştir. 1962'de Türkiye'ye geri dönmüş üç yıl sonra İtalya'da çalışan çizer arkadaşı Galip Bülkat'ın katkısıyla Alberto Ciolitti ile tanışmış ve onun için çizgiromanlar hazırlamaya başlamıştır. 1965-1966 arası İngiliz Fleetway Publications adına savaş çizgiromanları yapan Giolitti'nin İtalya'daki stüdyosunda ve ardından da Londra bu yayınevinin serilerine katkılarda bulunmayı sürdürmüştür. Sezgin Burak ve kardeşi Ersin Burak ile kuzen olan Geç, 1967 yılında Haldun Simavi'nin önerisiyle 'Gerçek Hayat Hikayeleri' başlıklı 'soap opera' türü çizgiromanları Hürriyet Gazetesi sayfalarında okuyucularla buluşturmaya başlamıştır. Yurt dışında yaşarken dahi çizgiromanlar hazırlamayı sürdürdüğü ve 1981 yılına dek çalıştığı bu gazetenin ardından Güneş Gazetesine transfer olmuş, burada da Ahu Tuğba'nın hayat hikayesinden uyarladığı bir çızgiromanıyla dikkatleri üzerine çekmiştir.

izgiromanAnsiklopedisi240.jpg


Faruk Geç'den bir Gerçek Yaşam Öyküleri sayfası.

1991'de Günaydın, 1992'de Türkiye ve 1996 yılında da Son Havadis gazetelerinde 'Gerçek Yaşam Öyküleri' üst başlığında çizerinin adıyla klasikleşen çizgiromanlarının bir kısmı yeniden okurla buluşmuştur. 2000 yılına dek Erol Simavi'nin sahipliğindeki Hürriyet'in Avrupa baskılarında ünlü başlığıyla öyküleri basılmış, bu tarihten sonra da Aydın Doğan'a geçen bu departmanda maceralarına devam etmiştir. Gazeteci Umur Talu bir yazısında Faruk Geç ve çalışmalarını, "'Yaşanmış Hayat Hikayeleri' bize aşkı anlatırdı. Kahramanları belki de İtalyan fotoromanlarına özenerek yaratılmışlardı; olsun. Biliyorum ki, sadece romantizmle maçoluk arasında salınan biz çok genç erkekler değil, asıl kızlar bir sonraki gün ne olacağını merakla, heyecanla okurlardı Geç'in çizgi aşk öykülerini. Eminim ki, aşk yaşamamış, ıskalamış, yaşadığını aşk zannetmiş, aşk zannettiğinden kırılmış birçok kadın da Hürriyet'de hemen Geç'in karelerinde alırdı soluğu. Sanıyorum ki, bir solukta okurlar, kendi yaşanmış hayat hikayelerinin arasına, yaşamadıkları hayat hikayelerinden oluşan bir hayal dünyasının renklerini katarlardı. Geç'in yaşanmış hayat hikayeleri hep mutlu mu biterdi, unutmuşum, ancak kendisi gibi nazik, narin, kırılgan duran kahramanların hikayeleriydi. Nazik, narin, belki biraz fazla temiz pak aşklardı." şeklinde tanımlamıştır.

sabaligec-757552.jpg


Faruk Geç'ten Sabahattin Ali Portresi.
 
Son düzenleme:

Shoryuken

Yönetici
9 Nis 2013
4,043
20,204
Kamlançu
Çizgiyle geçen bir ömür... Şahsım adına, uzun zamandır gazete okumadığımdan dolayı "Geç" buldum, erken kaybettim diyebilirim. Yine bu forumda paylaşılmış kitapları sayesinde... Allah rahmet etsin..
 
12 Şub 2010
15,006
543,642
Büyük kayıp, çok üzüldüm. Allah rahmet etsin.
Telefonda iki kez uzun uzun sohbet etmiştim. İstanbul'a çok gelmeme rağmen ne yazı ki bir türlü zamanımı ayarlayıp ziyaretine gitmem kısmet olmadı. İçimde ukde olarak kalacak.


Telefonda tanıştığım kadarıyla gerçek bir İstanbul beyefendisiydi. Sadece 4 kitabı yayınlandı ve ben de ısrarla diğerlerini de yayınlamasını istemiştim. Yayınevlerinden yakınmış ve imkan bulduğunda basacağını söylemişti.


Hürriyet Gazetesinin 2. sayfasında yayınlanan Gerçek Hayat Hikayeleri, çok temiz çizgileri yanında çok gerçekçi ve hayatta alınma konularıyla çok severek izlediğim çizgi romanlardı. Gerçek yerli üretim ve özgün çizgi romanlardı.


Hayatta iken yeterince kıymetini bilemediğimiz ustalardandı.


Allah gani gani rahmet etsin,saygı ile anıyorum.


İstanbul'da olan çizgi roman severlerin bu değerli insana son vazifelerini eda etmelerini dilerim.
 

gandor08

Yönetici
6 Ocak 2013
18,364
141,486
alamanyad.jpg
alamanyadalamanyaarkakapak.jpg

alamanyad.gif


Tesadüfen bulup taradığım ve tek okuduğum eseridir. Çok hoşuma gitmişti kalemi ve uslubu.

Rabbim mekanını cennet yapsın.
 

Melih41

Yönetici
4 Ağu 2012
3,697
47,811
Türk çizgisinin çok değerli bir üstadını kaybetmenin üzüntüsü ile değerli
Faruk Geç üstadımıza Tanrıdan rahmet Burak ailesi, yakınları ve sevenlerine
sabır diliyorum..
 

hadon

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
10 Mar 2010
3,056
9,085
Kastamonu
Harika çizgilerini Hürriyet gazetesinden hatırlıyorum.

Ölümü bizleri elbette üzer ama O, imzasını Türk çizgi tarihine atabilmiş bir değer. Allah rahmet eylesin, yakınlarına sabır versin...
 

mimar777

Süper Üye
1 Tem 2013
586
3,435
Onun cizgileri ile buyuduk ... Gazeteyi ilk aldigimda once onun gunluk cizgi romanlarina bakardim ... Allah rahmet eylesin ... Diyar'daki arkadaslar ilerki gunlerde ellerindeki Faruk Gec eserlerini paylasirlarsa cok makbule gecer. Gerci genelde gunluk gazetelerde yayinlanirdi cizgileri hepsini bulmak zor ama genede bir derleme yapar kitapligimiza kazandirabiliriz . Onu cizgileri ile yasatmak bence onemli bir hizmet olur.
 

denizkara

Yeni Üye
28 Mar 2010
61
44
denizci
farukgec.jpg


Tabure arkadaşımızın paylaştığı, ustanın bu çizimini görünce;

İstanbul’un nasıl bozulduğunu hatırladım, her yer uğursuz gökdelenler, hala bu eski evlerden birinde yaşadığım için şanslıyım.
Resimdeki sokak lambalarını; Yenikapı’daki atölyesinde bir arkadaşımın babasının imal ettiğini hatırladım, bazen uğrardık arkadaşlarla ve o arkadaşım gibi artık bu sokak lambaları da kalmadı, ışığının altından geçebildiğim için şanslıyım.
Harbi dostukların nasıl artık kalmadığını hatırladım, hala birkaç can dostum kaldığı için şanslıyım.
Belki çok fazla kalmamızın anlamı olmadığını hatırladım, belki yağmur şansım.

Huzur içinde yatsın.
 
Son düzenleme:

Shevarash

Süper Üye
24 Ocak 2010
1,239
971
İzmir
Mühim adamdı vesselam, sevenlerin ve camianın başı sağ olsun. Keşke ölmeden önce değeri daha iyi biliniyor olsaydı.
 

vkopuzoglu

Süper Üye
3 Mar 2010
1,536
957
Bursa
Allah rahmet eylesin ailesininde yardımcısı olsun.Evet maalesef ülkemizin hastalıklarından biri sanatçı ya da bu tarz kişilerin kaybedildikten sonra değerlerinin daha çok anlaşılması.İnşallah bir gün bu durum düzelir.
 

Doktor Kim

Aktif Üye
17 Mar 2011
325
14,064
Kendisi gibi nazik, narin, kırılgan duran kahramanların hikayeleriydi.

Yaşanmış hayat hikayeleri

İNSAN unutuyor...
Sonra, bir gün bir gazete sayfasında karşınıza belki de "yaşanmış en kötü hayat hikayesi"yle çıkıveriyor.
Faruk Geç'i tanır mısınız?
Birkaç kuşak hatırlayabilir, gençler de bilmez herhalde.
Çocuktum. Aynı mahallenin havasını solurduk. Kapalı, kendi içinde mutlu bir köy olan ve sonra ilk sakinlerinin her biri bir tarafa, bu arada kimi de ölüme saçılan Basınköy'de.
Babam, orada "kendi evinde" oturmayı çok istemiş, ancak evler daha tam bitmeden aceleyle taşındığımızda bile hayat hikayesi oraya kadar yetişemeden sona ermişti.
Faruk Geç, Orhan Kemal'le aynı apartmandaydı. Doğan Koloğlu ve oğlu Sina da o bloktaydı.
Bizim hemen yanıbaşımızdaki apartmanda Çetin Altan (tabii Ahmet, Mehmet, Zeynep ve Kerime Hanım'la birlikte), çok sevdiği Menekşe'ye inen yokuşun yakınında Yaşar Kemal otururdu.
Karşımızda Hakkı Devrim'in annesi ve yakınlarda yitirdiğimiz İrfan Derman...
Başka? Necmi Tanyolaç'ı hatırlarım oradan, karikatürist Mıstık'ı, Tonguç Yaşar'ı, Yalçın Çetin'i, Necati Bilgiç'i, Doğan Katırcıoğlu'nu, Celalettin Çetin'i, Oğuz Akkan'ı, Kemal Kınacı'yı, Nail Güreli'yi, daha birçoklarını...
Orhan Talay'ı şimdi kaç kişi hatırlar ki; ama ben unutamam!
Faruk Geç'in bir komşusu da Sezgin Burak'tı.
Televizyonun olmadığı o dönemlerde onların dizileri izlenirdi.
Geç ve Burak çocuk duygularımızın iki büyük heyecanını, aşk ve kahramanlığı, gazete sayfalarındaki çizgilerle her gün kışkırtırdı.
Burak'ın "Tarkan"ı (bir de "Hüdaverdi"si vardı) ve Geç'in "Yaşanmış Hayat Hikayeleri".
Güçlü Tarkan'ın çizgilerinin ardındaki kalemi, fırçayı tutan elin sahibinin "gerçek hayat hikayesi"ni, iç dünyasını bilemezdik elbette.
O iç dünyasında nasıl fırtınalar esmişse, bir gün Sezgin Burak ölümü seçti.
Yıllar sonra, bu hafta bir gazete sayfasında, Burak'ın eski komşusu Faruk Geç'in de bir intiharla yıkıldığını gördüm. Oğlu ölüme atlamıştı.
"Yaşanmış hayat hikayeleri" bize aşkı anlatırdı.
Kahramanları belki de İtalyan fotoromanlarına özenerek yaratılmışlardı; olsun.
Biliyorum ki, sadece romantizmle maçoluk arasında salınan biz çok genç erkekler değil, asıl kızlar bir sonraki gün ne olacağını merakla, heyecanla okurlardı Geç'in çizgi aşk öykülerini.
Eminim ki, aşk yaşamamış, ıskalamış, yaşadığını aşk zannetmiş, aşk zannettiğinden kırılmış birçok kadın da Hürriyet'te hemen Geç'in karelerinde alırdı soluğu.
Sanıyorum ki, bir solukta okurlar, kendi yaşanmış hayat hikayelerinin arasına, yaşamadıkları hayat hikayelerinden oluşan bir hayal dünyasının renklerini katarlardı.
Geç'in yaşanmış hayat hikayeleri hep mutlu mu biterdi, unutmuşum, ancak kendisi gibi nazik, narin, kırılgan duran kahramanların hikayeleriydi. Nazik, narin, belki biraz fazla temiz pak aşklardı.
"Yaşanmış hayat hikayeleri"ni hayatın temposu yavaş yavaş köşeye sıkıştırdı.
Onları da okumuş kadınlardan bazılarıyla kızları Brezilya dizilerine attılar kapağı.
Geç'in hikayeleri dünde kaldı. Birçoğumuzun ortak geçmişinin bir köşesinde.
Kendi "yaşanmış hayat hikayesi" ise, biz çoktan onu unutmuş olsak da sürüyordu ve ona, içinde aşk geçmeyen bir "hayat hikayesi"nde yeniden rastladım.
Sevgililer gününde, içinde aşk hikayelerinin şimdi unutulmuş bir çizgi ustası olan Geç geçen küçük bir hayat hikayesi yazmak istedim.
Umur Talu


Allah rahmet eylesin. Usta bir çizerdi. Hak ettiği ilgiyi göremediği kanaatindeyim.
 

Doktor Kim

Aktif Üye
17 Mar 2011
325
14,064
15.12.2005

Faruk Geç, Gerçek Hayat Hikâyeleri: Şöhretin Bedeli

Burcu Yılmaz

Faruk Geç’in önemli çalışmalarından, yerli çizgi romanın kayıp hikâyelerinden biri Şöhretin Bedeli. Bir dönemi sembolize eden ilginç kadın yıldızlarımızdan birinin hayatıyla olan benzerlikleri ise hikâyeyi daha ilginç kılıyor.

Faruk Geç, (müptelalarının dışında) elinizdeki derginin ilk sayısında kendisiyle yapılan söyleşiden tanıdığımız bir çizer. Fakat yine aynı sayfalarda yayımlanan ve 1990 yılına kadar sürdürecek olduğu Gerçek Hayat Hikâyeleri serisinin ilki olan Boğaziçi Rüzgârları adlı dizisinin ele alındığı yazı dışında, üretimleri hakkında neredeyse hiç çalışma yapılmamış bir isim. Oysa özellikle 1968’de başladığı Gerçek Hayat Hikâyeleri, o yıla kadar daha çok İtalyan fotoromanlarını çizgiye uyarlayan Faruk Geç’i çok okunur kılan ve emeklilikten alıkoyan bir seri olmuştur. Geç, 1981’de verdiği emeklilik kararından Güneş gazetesinden gelen teklifle cayar ve 19 Şubat 1982’de başladığı Şöhretin Bedeli’yle (1) çalışmalarına devam eder.

Şöhretin Bedeli, henüz lise ikinci sınıfta olan “Genç Kız”ın okul dönüşü eve geldiğinde, kapı kilidinin üstünde “iple bağlanmış kırmızı balmumuyla mühürlü bir kâğıt”ı asılı bulmasıyla başlıyor. Salon kapısının yanında, yerdeki telefon dışında evde hiç eşya yoktur. Aklından babasını aramayı geçirir, vazgeçer: “Yok yok… Aramayacağım onu.” Genç kız, babasını aramayacaktır ama bu duygusal gerginliği kaldıracak hâli de yoktur: “Yaklaşmakta olan akşamın karanlığı gelip körpe yüreğinin üstüne oturmuştu tüm ağırlığıyla… Duvarın dibine çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Hıçkırarak ağlamaya başladı.

Bir süre sonra okul kitaplarına başını koyar ve geçmişi düşünmeye başlar. Yedi yaşında, benzer biçimde bir olay daha yaşamış, kapının önüne yığılmış eşyalarla karşılaşmıştır. Annesi, Aslı’ya artık babasıyla kalacağını söyleyerek evi terk etmektedir. On beş gün sonra babası onu annesine, ziyarete götürür. Aslı, annesine karşı ürkek davranır: “…bu soğukluğun nedenini bilemez(…) Ama babaannesinden duyduklarının etkisi büyüktü kuşkusuz.”

Aslı’nın ailesi oldukça varlıklıdır. Babası çapkın bir adam, annesi ise “güzel, zengin ve mağrur” bir kadındır. Annesinin ilk evliliğinden bir oğlu vardır. “Yuvasını dağıtıp” sevdiği adamla (Aslı’nın babası) evlenir. Kocasının başka kadınlarla olan ilişkisi nedeniyle bu da mutsuz ve huzursuzluklarla süren bir evlilik olur. Aslı da bu ortamda giderek hırçın ve asi bir çocuk olup çıkacaktır. Arkadaşının “gözünü çıkaran”, hocasına moruk deyip kafasına küllük fırlatan Aslı’nın annesi sık sık okula çağrılır. Okulu değiştirilir, anne ve babasının evleri arasında mekik dokur (“Baban da sen de öldüreceksiniz beni. Biraz da o uğraşsın seninle…”, “Hazırlan annene gidiyorsun…”), intihar girişimlerinde bulunur ve herhangi bir karede gösterilmese de belli ki sıkça dayak yemektedir: “Yeni bir dayak korkusuyla..” ifadesinden anlaşılacağı gibi… Kopya çekerken yakalandığı bir gün, okulda iki saat cezalı kalır. Çıktığında onu her gün okula getirip götüren özel arabayı bulamaz: “Otobüs durağında beklerken özel otoların önünde durarak götürme teklifini çok yadırgadı. Yaşı henüz on dörttü ama iri vücudu daha olgun gösteriyordu onu. Otobüste çevresindekilerin gözünün hep üzerinde olduğunu fark etti. Biraz sıkılmakla birlikte hoşlanmıştı bundan… Garip bir his kapladı içini: Neden bakıyorlar öyle? Beni güzel mi buluyorlar yoksa? Gerçekten öyle miyim ben?” Bu bakışlarla gelen düşünceler, Aslı’ya, annesi ve babasından alacağı “intikamın” biçimi hakkında ilham vermeye başlar.

Bir gün annesiyle birlikte babasını, bir çay bahçesinde, yanında bir kadın ve küçük bir kız çocuğuyla görürler. Aslı hemen yanlarına gidip tepki gösterir: “Babasını çok seviyordu ama onu başka kadınlarla görmek öfkelendirmişti(r) Aslı’yı...” Karşılığında tokat yiyen Aslı, babasının yanında kaldığı günlerde onun eve geç geldiği ya da hiç gelmediği günlerde de hırçınlaşmaktadır. Yine bir gün, plajda, babasının arabasında aynı kadın ve çocuğu görür, arabanın önüne atılır. Babası frene bas(a)maz ve Aslı’ya çarpar. Aslı kaza sonrasında kendisine yardımcı olmak isteyen gence (Sami), önceleri biraz tereddüt ederek, kendisini bırakması için annesinin adresini verir. “Tereddüt”, Aslı’nın yaşamında daha sonra da uzatılacak olan yardım ellerine vereceği karşılık öncesinde, hep anahtar kelime olacaktır. İlk aşamada “bilmem ki nasıl olur” deyip düşünen Aslı, ısrarlar sonucunda hep yanlış kararlar verir. Aslı, Sami’yle çeşitli vesilelerle tekrar karşılaşacak, teklifleri karşısında yine “tereddüt” edecek ve sonunda yine “yanlış” kararı verecektir.

Faruk Geç, geriye dönüşlerle Aslı’nın geçmişine dair ipuçları vermiştir. Aslı uyanıp kendine geldiğinde, evdeki tek eşya olan telefonu söküp götüren annesini görür. Anne, babasının haciz koydurduğu eşyaları kaçırdığını söyleyip adres vermeden çıkıp gider. Aslı, babasına durumu anlatmaz, ondan biraz para alır ve Taksim’de bir otele yerleşir. Ertesi gün okul çıkışında Sami ve arkadaşlarına rastlar: Sami’nin “Diskoteke gidiyoruz. Siz de gelir misiniz?” sorusuna Aslı, başlangıçta “tereddüt” etse de bu ortamı çok sever ve okulu kırıp diskoteğe gitmeye devam eder. Diskotekte arkadaşlarının içki içmesi yönündeki ısrarlarına yine kısa bir “tereddüt” sürecinden sonra evet dediği bir gün, polis baskınında annesiyle karşılaşır. Annesi on sekiz yaşından küçük olan Aslı’nın okulu kırıp diskoya gittiğini öğrenmiştir. Oradan, hemen bekâret kontrolü için doktora götürür Aslı’yı. Genelinde çok da fazla çıplaklık bulunmayan hikâyede, Aslı’nın ilk ve en açık görüntüsü doktorda olduğu karelerde çizilir. Bekâret kontrolü için doktora götürülüşü de son kez olmayacaktır. Anne hâlâ bakire olan kızının bir an önce evlenmesini istemektedir: “Senin peşinde koşmaktan bıktım artık.” Ve Aslı, önceleri itiraz etse de sonunda razı olur, kısa sürede bir nişan töreni yapılır aile arasında. Hatta Aslı’nın da hoşuna gitmeye başlar bu iş: “Beğenilmek, ilgi görmek, bir değeri olduğunu hissetmek... Tatlı bir oyun oynanıyordu sanki.” Bu oyundan çabuk sıkılır Aslı ve kısa zamanda nişanlısından ayrılır. Öte yandan bu nişanlılık süreci ona daha rahat dışarıya çıkabilme, gezebilme şansı tanımıştır. Bu fırsatı en iyi şekilde değerlendiren Aslı, Beyoğlu’nda yalnız başına dolaşırken yolunu kesip kartını uzatarak yönetmen olduğunu ve onunla çalışmak istediğini söyleyen bir adamla karşılaşır. Kısa bir “tereddüt” süreci sonunda annesini de ikna eden Aslı, şöhretler dünyasına adım atar. Bir süre film artistliği yapacak, sonra da şarkıcılığa başlayacaktır. İşin başlangıcında abisinin ve babasının sert itirazlarıyla karşılaşsa da aldırmaz ve yoluna devam eder.

Faruk Geç, hikâyenin bundan sonraki kısımlarında sinema, müzik ve eğlence sektörünü eleştirir. Aslı da sektörün olumsuzluklarından payına düşenleri yaşar ve oradan oraya savrulur durur. Oyunculuk deneyimi sırasında deneyimsizliği istismar edilir, doğru düzgün şarkı söylemeyi bilmemesine rağmen birkaç saatlik ders alıp beş on şarkı ezberleyerek şarkıcılığa başlar, tecavüze uğramanın eşiğinden bakire olduğunu söylemesiyle kurtulur. Bu kez tecavüz etmek isteyen adam onu bekâret kontrolüne zorlar ve bakire olduğunu anlayınca evlenmek ister. Bu adamdan yakasını kurtarır bir başkasından hamile kalır, evlenir, kürtaj olur, çalıştığı gazinoların kulisleri peşini bırakmayan adamlar tarafından basılır, boşanır, terk eder, terk edilir vs… Yaşadıkları ne olursa olsun hayatına giren erkeklerle baş etmek zorundadır. Kulise gönderilen mücevherler, edilen iltifatlar, onunla tanışmak isteyen zengin iş adamları, artık “şöhretli” biri olan Aslı’nın yaşamının bir parçası olmuştur: “Koskoca neon ışıklarıyla adı yazılıyordu gazino kapılarında. Gençliği ve güzelliği yetiyordu salonları doldurmaya. Gazete ve dergilerde boy boy resimleri çıkıyordu. Birçok genç kızın düşlediği bir şöhrete erişmişti. Ama mutsuzdu Aslı. Severek evlendiği Nahit de terk etmişti onu sonunda… Bunca gönül macerasından geriye ne kalmıştı? Düş kırıklığı ve elem…”.

Hikâyenin sonlarına doğru, Banker Kısmet adıyla tanınan zengin bir adamın ısrarlı tanışma talepleriyle karşılaşır. Aslı reddetse de Banker Kısmet vazgeçecek gibi değildir. Banker Kısmet, düzenleyeceği bir kokteylde Aslı’nın sahneye çıkmasını istediğini iletir. Aslı karşılayamayacağı bir miktar talep ederek (“on dakika için iki milyon isterim”) bu tekliften sıyrılacağını düşünür. Ancak sonuç düşündüğü gibi olmaz. Banker Kısmet, Aslı’nın talebini kabul eder. Aslı bu olaylar gelişirken sevgilisinin onu aldattığını öğrenir ve Banker Kısmet’in verdiği kokteyldeki işinden sonra, dinlenebilmek için çalışmaya üç ay ara verir. Bu üç aylık işsiz geçirdiği ara sonrasında, gazeteden, kokteyl sırasında sadece kısaca selamlaşıp tanıştığı Banker Kısmet’in intihar ettiğini öğrenir. Haberde onu asıl heyecanlandıran, kendisinden de bahsedilmesidir. Ertesi gün gazeteciler, konuyla ilgili bir röportaj yapmak için Aslı’nın evine gelirler. Aslı, ağlarken göründüğü fotoğraflarını çekmek isteyen gazetecilere itiraz etmez ve Banker Kısmet’in ne kadar iyi bir insan olduğuna, kendisinin de bu ölüm haberine ne kadar üzüldüğüne dair sözler söyler. Haberin, “poz verdiği” fotoğraflarıyla birlikte, gazeteye birinci sayfadan girdiğini gören Aslı, çok sevinir. Bir iki gün sonra menajeri Bekir, bir sürü teklifle Aslı’nn kapısını çaldığında “Ne tuhaf… Banker Kısmet’in intiharı yaradı bana galiba.” der. Aslı’nın bu sözlerine karşılık Bekir’in verdiği yanıtla hikâye son bulur: “Sende bu güzellik ve gençlik olduğu müddetçe daha çok Banker Kısmetler çıkacak karşına.” Şöhretin bedeli, bu şöhreti taşımayı gerektiren yolda, Aslı’nın yaşadıklarının yanı sıra, gerekirse bir kişinin ölüm haberini “tereddüt” bile etmeden istismar edecek kadar acımasız olmaktır.

Faruk Geç, kendisiyle yapılan bir söyleşide, Şöhretin Bedeli’nde anlatılan “gerçek yaşam hikâyesi”nin Ahu Tuğba’ya ait olduğunu söylemiştir. Fakat bu serideki Gerçek Hayat Hikâyeleri ifadesi, Ahu Tuğba’nınki de dâhil olmak üzere, biraz abartılıdır. Hikâyede geçen birçok olayın Ahu Tuğba’nın yaşamında bir karşılığı bulunmakla birlikte çoğundan dolaylı/yüzeysel olarak bahsedilmektedir. Ayrıca Aslı’nın başından geçenlerin bir kısmı, hikâyenin kurgusal bütünlüğünü zedelememek için Ahu Tuğba’nınkinden farklı tasarlanmıştır. Örneğin Ahu Tuğba “ilk filmini 9, ikinci filmini 12 yaşında çevirmiştir” (2) veya babasını bir kadın ve küçük bir kızla gördükten sonra kaybolan Ahu Tuğba’yı arayan Ayvalık polisi, onu, “otelin merdiveninin altına girmiş, bahçe hortumunu beline bağlayıp uyuyakalmış” (3) olarak bulmuştur. Perihan Mağden, Pazartesi dergisi için yaptığı söyleşide Ahu Tuğba’yı “Türk sinema ve sahnelerinin en şiddetli, depremli Elektra vakası” olarak tanımlar. Mağden’e anlattıklarına göre, bir dönem bileklerini kesip kanıyla duvara “Baba seni seviyorum” yazmıştır Ahu Tuğba. Söyleşi sırasında yanında bulunan annesi için “Bu okulun müdüranımı anneniz galiba?” diye soran Mağden’e “Hayatımın müdürü! Hayatımın!” diye cevap verecektir. Faruk Geç ise Aslı’nın annesinin hayatındaki etkisinden “ilk cinsel deneyimini” yaşadığı gecenin sonunda, ona “Neden yaptım bunu? Anneme inat olsun diye mi?” dedirterek değinir. Aslı, “ilk kez bir erkeğin oldum” dediğinde “bir eziklik ve pişmanlık” duyar içinde: “Herkesten her şeyden nefret ediyordu o anda... Bir inat uğruna nasıl bir hata işlediğini daha iyi anlıyordu şimdi. Telefonu açıp annesini aradı...

-Alo! Anne! Sana bir müjdem var.
-Hayrola ne oldu?
-Artık bakire raporlarıyla uğraşmaktan kurtuldun.
-Ne demek bu Aslı?
-Yani artık bakire değilim. İğfal edildim ben.
-Nasıl yaparsın bunu...
-Sana inat olsun diye yaptım bunu, evlenmek için değil.”

Hikâye boyunca Aslı, babasıyla buna benzer şekilde, doğrudan bir “hesaplaşma” içine girmez. Faruk Geç, elindeki Ahu Tuğba’nın yaşamına ilişkin verileri, hikâyesinde, annenin baskın ve hükmedici “varlığı”yla, babasının ise “yokluğu”yla işler. Bu açıdan bakıldığında yalnızca yaşanmış, “gerçek bir aşk hikâyesi” değildir Şöhretin Bedeli. Aslı’nın merkezdeki karakter olduğu hikâyede, ilişkiye girdiği erkekler de, aile içi sorunların onun hayatındaki izdüşümü ve “şöhretli bir kadın” olmanın zorluklarını yansıtan birer figürdür. Genel olarak melodramlarda gözlendiği üzre, hiçbir karakter “kötü” olarak resmedilmemiştir ya da başlangıçta “kötü” diye adlandıracağımız herhangi bir karakter hakkında, birkaç kare sonra, yaptığı kötülüğün “anlaşılır” bulunacağı bilgiler verilir. Aslı ise saf iyi bir melodram karakteri olarak sunulmaz. Özellikle hikâyenin başında, “başına geleceklerin farkında olmayan”, yaşamının kontrolünü elinde tutamayan ve kaderinin onu götürdüğü yöne savrulan bir dram kahramanı gibi görünse de hikâyenin sonunda kontrolü eline almış ve önüne gelen fırsatları çıkarı için kullanabilecek kıvama gelmiş bir anti-kahramana dönüşür. Bu noktada hikâyenin yayımlandığı yıl ve temel alınan hikâyede kimin yaşantısından esinlenildiği büyük önem taşıyor. Şöhretin Bedeli, önceki Gerçek Hayat Hikâyeleri’yle karşılaştırıldığında, hemen her yazıda bir “milat” olarak karşımıza çıkan ‘80’ler’le ilgili yargıları haklı çıkarır niteliktedir. Aslı’nın zaman içinde dönüştüğü karakter ve Faruk Geç’in hikâyeyi herhangi bir olayla ya da düğümle değil de; tam da Aslı’nın karakterinde gelinen bu noktada sonlandırması, geleceğe ilişkin birtakım ipuçları verir. Bunun için Ahu Tuğba’nın seçilmesi de anlamlıdır (ya da bu, anlamlı bir tesadüftür). 1950’li ve 60’lı yıllarda kendine özgü işleyişiyle bir gelenek oluşturduğunu söyleyebileceğimiz Yeşilçam melodramlarının Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik ve Hülya Koçyiğit’in isimleriyle anılan “dört yapraklı yonca”sının 80’lerdeki karşılığının Banu Alkan, Oya Aydoğan, Serpil Çakmaklı ve Ahu Tuğba olduğu söylenebilir. 50’li ve 60’lı yılların her daim “iyi niyetli”, çaresiz ve kadersiz kadınlarının yerini, 80’lerde, sistemin işleyişini çözmüş ve pastadan alacakları pay için becerilerini sergilemekten kaçınmayan vamp kadınlar almıştır (4). Şöhretin Bedeli’nde Aslı’nın karakterindeki dönüşüm de bundan farklı değildir. Bu dönüşümün, hikâyenin sonunda açık bırakılan ucuyla ortaya çıkan boşluk ise, yıllar içinde, artist kızlarının peşinden ayrılmayan, onların etinden sütünden iktisadi verimlilik ilkesiyle azami ölçüde faydalanan anneler ve varlıkları yokluklarından menkul babaların şöhretli kız çocukları tarafından doldurulacaktır.

Gerçek Hayat Hikâyeleri, Faruk Geç’in ilk hikâyesi olan ve “kimsesiz Dalila ile John Sally”yi anlattığı Aşk Arzusu’nu (1955) izleyen yabancı kaynaklı uyarlamaların ötesine geçmeyi başarabilmiş; adıyla daha çok merak uyandırmayı amaçlamış görünse de bu kez Türkiye’den “gerçek” yaşamların uyarlanmasıyla, onu daha somut problemlere ve sorunlu alanlara eğilmeye zorlamıştır. Fakat 1968 yılından 1990’a kadar yayımlanan ve elliye yakın hikâyeyi içeren bu dizi, yayıldığı zaman dilimi itibariyle, topyekûn değerlendirilemeyecek kadar geniştir. Bu bakımdan, hikâyeler, içlerinde, yayımlandıkları zamana ilişkin ipuçlarını taşıdıkları için de oldukça önemlidir. Gerçek Hayat Hikâyeleri başlığıyla tek bir çatı altıda buluşmuş olmaları ise hikâyeler arasındaki farklılıkları ve değişimi kolaylıkla fark edilir açıklıkta ortaya koymuştur.

Faruk Geç’e gelince... Çizgi romanların oldukça geniş ilgi gördüğü ellili yıllarda mesleğe adım atan Geç, savaş hikâyeleri ya da tarihi roman denemelerinin yanı sıra (ya da bunlardan ziyade), kendi aralarında birbirlerinden farklı alt metinleri bulunsa da, “aşk hikâyeleri”yle anılan, hatırlanan bir çizer olmuştur. Şu anda ellili yaşlarını sürdürenlere Faruk Geç’i sorsanız muhtemelen size şöyle diyeceklerdir: “Biliyorum Faruk Geç’i. Çok okurduk biz. Aşk hikâyeleri çizerdi. Güzel kadınlar, yakışıklı adamlar olurdu. Çok okurduk. Babam kızardı, gizli gizli okurduk…” (5)

Dipnotlar
1-Hikâye, 278 gün, 7 Aralık 1982’ye kadar sürmüştür.
2 Mağden, Perihan (1998), “Türk malı Elektra: Ahu Tuğba”, Pazartesi Yazıları ya da Hiç Bunları Kendine Dert Etmeye Değer mi içinde, İletişim yayınları, İstanbul, s.26.
3 agy.
4 Buradaki yargılar, bahsi geçen isimlerin gerçek karakterlerinden bağımsızdır ve rol aldıkları filmler ya da o dönemde verdikleri röportajlarda oynadıkları kişilikler doğrultusundadır.
5 Annem.
 

abartman

Onursal Üye
13 Ocak 2011
1,998
11,871
Kendine has tarzı ve güçlü çizgileriyle belleklerimizde yer etmiş büyük çizer, gani gani rahmet diliyorum...
 

Lami Tiryaki

Onursal Üye
21 Nis 2009
513
3,727
Bu gün Cumhuriyet Gazetesi'nde bir vefat ilanı yer alıyor usta için. Faruk Geç hiç olmazsa hayattayken bazı eserlerinin kitap olarak basıldığını görebildi. Bundan büyük mutluluk duyduğu basılı kitaplarına yazdığı önsözden de anlaşılıyor. Allah gani gani rahmet etsin, toprağı bol olsun, nur içinde yatsın. 2013 yılında yitirdiğimiz pek çok usta sanatçı gibi Faruk Geç'te vefatıyla Türkiye'den , İstanbul'dan ve dahi bizlerden bir parçayı sonsuza dek yanında götürdü.

Lami Tiryaki
 
12 Şub 2010
15,006
543,642
İstanbul'daki arkadaşlardan ilgilenenler olabilir diye

Cenazesi 05.01.2014 Pazar günü Zincirlikuyu Mezarlığındaki öğlen namazından sonra Zincirlikuyu'da defnedilecektir. Mevla rahmet eyleye.
 

denizkara

Yeni Üye
28 Mar 2010
61
44
denizci


Olağanüstü bir aksilik olmaz ise orada olacağım.

Zincirlikuyu mezarlığı, yürüme mesafesindeki evime; kaç arkadaşımı gönderdiğim mezarlık, ve dahi annemi.
Orada olacağım üstadım, beni köprüye gelmeden arasan da beraber gitsek, hiçbir işe yaramaz kötü bir çizgi roman severim biliyorum, en azından orada olmalıyım, olmalıyım.
 

denizkara

Yeni Üye
28 Mar 2010
61
44
denizci
Buluşma noktası;

Saat 11.00 Çarşı (Beşiktaş-İstanbul)


Gelmek isteyen dostlarımız; 0533-688 43 09 telefonumdan, şu an itibarıyla 24 saat arayabilirler, kar/fırtına; Haluk abi bile yola çıktı Ankara’dan şu an, ve ben ne utanmaz adamım ki evime iki adım, işte böyle.

Gelin lütfen sevgili dostlarım, Çizgi Diyarı’mızın bayrağını orada yarın hep birlikte açalım.

Bizi yalnız bırakmayın.
 

denizkara

Yeni Üye
28 Mar 2010
61
44
denizci
Ben yatıyorum; konu yukarı çıksın ve görmeyen arkadaşlarımız da görebilsin diye özellikle tekrar yazıyorum, en azından İstanbul'daki arkadaşlarımızla; Kutsal Çizgi Roman'ı son yolculuğunda yalnız bırakmayalım derim ben, Çizgi Diyarı orada olacak, sabah beni arayabilirsiniz; 0533-688 43 09, iyi geceler.
 
Üst