I. Dünya Savaşı'nda Türk Askerî Kıyafetleri

Hones

Guest
11 Nis 2009
3,044
10,053
Yarın 91. yılını kutlayacağımız Cumhuriyetimiz hepimize kutlu olsun. Hep denir ya " Bu Cumhuriyet kolay kurulmadı " , bu kitaptan bir kaç sayfa okuyunca bu sözün anlamını daha iyi anladım...


1. Tanıtım Yazısı :

I. Dünya Savaşı'nda Türk Askerî Kıyafetleri, hem araştırmacılar, hem de tarih meraklıları için büyük bölümü ilk kez yayınlanan, sıradışı görsel malzemeyle dolu. Çalışmada; Çanakkale'den, Sarıkamış'a, Galiçya'dan, Suriye ve Filistin'e, Kafkasya'dan Irak'a kadar tüm cephelerde, Türk askerinin kıyafetleri, teçhizatları ve bulundukları bölgelerin şartlan hakkında bilgi veren eşsiz bir arşiv sunuluyor.
I. Dünya Savaşı'nda Türk Askerî Kıyafetleri kitabi; üniformaları giyenleri tanımaya ve tanıtmaya da önem veren ayrıntılı bir çalışmanın ürünü. Fotoğraf stüdyolarının rahat ortamında poz verenler, daha sonra cephelerde bu üniformaları nasıl taşımışlardı? Bu kıyafetler hangi koşullarda giyilmişti? Tüm bu soruların yanıtlarını Necmettin Özçelik ve Tunca Örses'in bu titiz çalışmasında bulacaksınız. I. Dünya Savaşı'nda Türk Askerî Kıyafetleri, dönemi merak eden tüm okur ve araştırmacılar için kaynak kitap olacak.



2. Tanıtım Yazısı :

Dile kolay, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nda tam bir milyon asker vardı. Subay, astsubay ve erlerden oluşan bu ordu, Galiçya’dan Kafkasya’ya, Gelibolu’dan Kırım’a, Yemen’den Trablusgarp’a kadar geniş bir coğrafyada savaştı. Süvariler, piyadeler, kayak birlikleri, bahriyeliler, havacılar, sıhhiyeciler, topçular tam dört yıl boyunca kar demeden, kış demeden, durmadan, dinlenmeden o cepheden bu cepheye koştu. Peki bu bir milyon asker ne yiyip ne içti, nasıl giyinip kuşandı?

Tunca Örses ve Necmettin Özçelik bu soruların cevabını yıllarca araştırdı. Arşivleri, özel koleksiyonları, müzeleri, aile albümlerini taradı. Tunca Örses (58), İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda keman, viyola ve piyano eğitimi görmüş bir sanatçı. Necmettin Özçelik ise ABD’de Indiana Üniversitesi mezunu bir ekonomist. Türkiye’nin kurtarıcılarına derin saygı ve vefa borcunu ödeme arzusuyla bir araya gelmişler. Kendileri gibi düşünen bir avuç araştırmacıyla Harp Tarihi Araştırma Grubu’nu kurmuşlar. Sonra da oturup birlikte bu kitabı yazmışlar: I. Dünya Savaşı’nda Türk Askeri Kıyafetleri. Bize, kıyamet günlerinde en ince ayrıntısına kadar askerlerimizin nasıl giyindiğini fotoğraflar ve çizimlerle anlattılar.

Tüfekle teçhizatlanmış askerin kıyafetiyle, tüfeğe göre organize olan savaşçının giysileri birbirinden farklı olmak zorundaydı. Harp meydanlarında daha çevik hareket etmelerini sağlayan, düşmanı sessizce kuşattığında arazinin rengine uyabilen yeni bir model ortaya çıkmalıydı. İngiliz, Fransız ve Alman orduları hızla değişmişti. Japonlar, Samurayları ortadan kaldırıp modern bir ordu kurdu. Osmanlı Ordusu da Japonya’daki gibi bir süreç yaşadı. "Gávur icadı silahlarla savaşmayız, gávurların kisvelerini giymeyiz" diyen Yeniçeriler girdikleri her savaşta yenilmeye başlamıştı.

Osmanlı’da modernleşmenin öncülerinden Padişah III. Selim döneminde her şey değişmeye başladı. Prusyalı Albay Von Goetze’nin, 1798’de Osmanlı Ordusu için hazırladığı raporun ardından "yeni düzen" anlamına gelen Nizamı Cedid hareketi başladı.

Ardından Mareşal Von Moltke dört yılını Türkiye’de geçirip Padişah’a danışmanlık yaptı. II. Mahmud reform hareketini hızlandırdı. Yeniçeri ocağını lağvederek modern ordunun geliştirilmesini sağladı. Ve askerlerin yüzyıllardır üstlerinde taşıdığı giysiler değişmeye başladı.

FES GİTTİ, SERPUŞ GELDİ

Değişim dalgası II. Abdülhamid döneminde de sürdü. Ama en büyük reform 1913’ün sonlarında gerçekleşti. Enver Paşa, askeri ataşe olarak Berlin’de bulunduğu sırada Töton geleneklerine bağlı disiplin anlayışıyla eğitilen Alman Ordusu’nun yenilmezliğine inanmıştı. Harbiye Nazırlığı görevine gelince ordu içinde yenileşmeye direnen bütün güçleri kısa bir zamanda temizledi. Ortaya çıkan yenileşme dalgası sırasında askerler, talim alanlarında marşlar söyleyerek, Alman Ordusu’nun yürüyüş biçimi olan sert kaz adımlarıyla geçit törenleri yapıyordu. Osmanlı Ordusu’nun mevcudu 820 bine çıktı. Muharip sınıf dışındakilerle bu sayı 1 milyona ulaştı.

Türk Ordusu, silah, araç-gereç, disiplin ve eğitim geleneklerini değiştirmeden beş yıl kadar önce yeni savaş koşullarına uygun kıyafetler konusunda devrim yapmıştı. Padişah buyruğuyla 18 Haziran 1909’da yürürlüğe giren "Elbise-i Askeriye Nizamnamesi" ile, kara kuvvetleri için tasarlanan yeni üniformalar belirlenmişti.

Bir yılda üniformalar tepeden tırnağa değişti. Değişim "fes"ten başlamıştı. Yaklaşık yüz yıldır kullanılan kırmızı fesin yerine haki renkli fes gelmişti. Bugün ne yazık ki hálá, romanlarda, belgesel ve sinema filmlerinde, Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarındaki Türk askerlerinin başına kırmızı fes geçirmekte ısrar edenler çıkıyor. Oysa 1909’dan itibaren sedece fes değil, subay ve erlerin giydiği üniformanın rengi de hakiye dönüşmüştü. Subayların kıyafetleri şayaktan, erlerinki ise aba kumaştan imal ediliyordu. Birkaç yıl içinde haki fes, yerini serpuşa bırakıp tarihe gömüldü. Bir tür Laz başlığının tutkallanarak sertleştirilmesiyle imal edilen serpuş, ileriki yıllarda o dönemin başkomutan vekili Enver Paşa’nın isminden alınan ilhamla "Enveriye" olarak tanınacaktı.

ŞAPKA KAVGASI

Savaş yıllarında ortaya bir de "Cemaliye" adında bir başlık çıktı. İttihat Terakki’nin iki güçlü komutanı Enver ve Cemal paşaların rekabeti, bahriyenin yeni şapkasına isim olarak yansıdı. 13 santim yüksekliğinde, silindirik biçimli ve günlük siyah kıyafetlerle giyilmek üzere 1916’da imal edilen yeni şapka, Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın adını alarak Cemaliye oldu. Başlıklar, iklim koşullarına ve farklı coğrafyalara göre şekil değiştirebiliyordu. Örneğin, Irak, İran, Hicaz ve Filistin cephelerinde savaşan sahra birlikleri üniformalarının üzerine kefiye ve agel adlı başlıklar takıyordu.

Bilirsiniz; Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nda Kocatepe’den Afyon Ovası’na bakarken betimlediği Mustafa Kemal ile ilgili bir bölüm vardır. "Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. / Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam / nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu..."

Hepiniz şayak kalpağın ne zaman kullanılmaya başlandığını merak ediyorsunuzdur. Cevabı: 3 Ağustos 1910’dan itibaren. O tarihte yayınlanan "Askeri Serpuş Talimatnamesi"yle başlıklara düzen getirildi. Subaylar, çalışma ve resmi tatil günlerinde haki renkte astragan kalpak takmak zorundaydı. Kitaptan, halk arasında şayak kalpak olarak bilinen ve Nazım’ın şiirine de yanlış yansıyan başlığın aslında karakul kuzusu postundan elde edilen, hareli, kıvır kıvır bir kürk çeşidinden imal edildiğini öğreniyoruz.

Subay kıyafetleri, setre ya da günlük ceket, düz ve külot pantolondan oluşuyordu, çizme ya da kundurayla tamamlanıyordu. Subaylar günlük üniformaları dışında, cuma selamlıkları, ziyafet ve törenlerde, sivil yaşamda karşılığı redingot olan setre ceket kullanıyorlardı. "Katibim" şarkısındaki "Katibimin setresi uzun, eteği çamur" bölümünden hatırladığımız setre, lacivert kumaştan bir tür tören ceketiydi. Törenlerde setrelere köprülü ve püsküllü apoletler takılıyordu.

O devrin subay paltoları ve pelerinleri ise göz kamaştıracak kadar güzeldi. Ceketlerin ve paltoların yakalarındaki, sınıflarını gösteren renkli çuha parçaları üniformaya zarafet kazandırıyordu. Paşalar yakalarına kırmızı, tayyareciler turuncu, levazımcılar eflatun, nakliyeciler mor, süvariler gümüş renkli çuha takardı.



3. Tanıtım Yazısı :

Mahmut Şevket Paşa'’nın 1800 ’lü yıllarda askerî kıyafetlerle ilgili hazırladığı çalışmasından sonra ikinci araştırma kitabı olan “I. Dünya Savaşı'’nda Türk Askerî Kıyafetleri”, iç çamaşırlarıyla cepheye yollanan askerlerin hangi şartlarda savaş kazandığına dikkat çekiyor.

Kitap, tarihî dizilerin ve filmlerin kıyafet konusunda düştükleri yanlışları da gün yüzüne çıkarıyor.
Tunca Örses ve Necmettin Özçelik tarafından hazırlanan ve Denizler Kitabevi'’nden çıkan “I. Dünya Savaşı'’nda Türk Askeri Kıyafetleri” kitabı, savaşın o zor anlarına askerî kıyafet açısından bakıyor. Kitapta, I. Dünya Savaşı'’nda (1914-1918) Osmanlı ordusunda kullanılan kıyafetler ve bu kıyafetlerin hangi koşullarda giyildiği yer alıyor.

Birinci Dünya Savaşı, Türk ordusu için her açıdan zorlu geçen bir savaştı. Bir yanda cepheye mermi taşıyan kadınlar, diğer yanda askerin zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için dikim evlerinde, kumaş fabrikalarında çalışan insanlar vardı. Ama koşulların elvermediği zamanlar çoktu. Özellikle İstanbul’a uzak olan cephelere askerî kıyafet ulaştırılmasında büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Öyle ki, 1916 sonbaharında Doğu Cephesi’nin bazı birliklerine askerî üniforma verilemeyince, erlerin iç çamaşırları askerî renk olarak bilinen haki renge boyanarak üniformaya benzetilmeye çalışılmış ve askerler iç çamaşırlarıyla cepheye yollanmış. Örses, “Dünyanın hiçbir askeri, iç çamaşırlarıyla savaşmak zorunda kalmamıştır. Belki de bu, dünyada tek bir örnektir.” diyor. I. Dünya Savaşı'’na ait belge ve fotoğrafları biriktiren Örses, “Birinci Dünya Savaşı deyince akla hep Çanakkale, Sarıkamış geliyor. Elbette bu cepheler çok önemli; ama başka cepheler de var; Doğu cephesi, Suriye, Yemen, Asya, Avrupa, çöl cepheleri... Kıyafetlerin yıprandığı, çoğu zaman da ulaştırılamadığı cepheler, bu cephelerdir.” diyor.

Kitabın en önemli özelliği Elbise-i Askeri Nizamnamesi’ni ilk defa Türkçeleştiren bir çalışma olması. Silahlı Kuvvetler ile ilgili ilk kıyafet kitabı, 1800’lerin sonunda Mahmut Şevket Paşa tarafından yayınlanmış. İkinci kitap ise yüz küsur seneden sonra yayınlanan bu çalışma. Kitap, tarihî filmlere ve belgeseller hazırlayanlara kaynak olma özelliği taşıyor. Çünkü bazı filmlerde ve dizilerde, küçük bir ayrıntıymış gibi görünse de kıyafetler konusunda çok fazla hatalara rastlanıyor. Kitapta savaşta kullanılan kıyafetlerin tüm özellikleri, apoletlerin renkleri, yıldızların nasıl olduğu ayrıntılı olarak yer almış. Tunca Örses, “TRT’de Kınalı Kuzular adlı bir dizi oynuyor. Oradaki bütün üniforma rütbeleri yanlış. Kırmızı apolet takıyorlar. Üzerlerindeki yıldızlar da 1936 yılına ait. Kırmızı apolet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne aittir. Birkaç kere telefon açıp uyarmak istedim; ama başarılı olamadım. Bu büyük bir tarihî yanlıştır. Kurtuluş dizisinde ise İstiklal Savaşı’nda giyilen üniformaların renkleri çok açık verilmişti. Aynı zamanda o kadar gıcır gıcır ve ütü yerleri belliydi ki! Bu tür yanlışlar filmin tarihî özelliğine gölge düşürüyor.” diyor.

***

Yırtmaçlı kollar, isimli şapkalar

Birinci Dünya Savaşı’nda savaşan Türk subay ve askerlerin üniformaları dikilirken ceket kollarına düğmeli yırtmaç yapılmış. Bunun nedeni, namaz kılmak isteyenlerin kollarını rahatça sıvayıp abdest almalarını kolaylaştırmak. Çünkü asker üniformalarının kolları dar dikiliyor. Kıyafetlerde dikkat çeken diğer bir ayrıntı ise askerlerin şapkalarıyla ilgili. Osmanlı ordusu 1909’a kadar kırmızı fes ve siyah üniformadan oluşan kıyafet giyiyordu. 1909’da kurulan Elbise-i Askeriye Nizamnamesi komisyonu, Alman ordusunun üniformasını model alarak ordu kıyafetinde değişiklik yaptı. Kara Kuvvetleri fesi kaldırıp, onun yerine bir tür Laz şapkası olarak bilinen serpuşu başlık olarak kullanmaya başladı. Adı daha sonra kabalak olan serpuş, bir süre sonra Enver Paşa’nın adını alarak enveriye olarak anılmaya başlanmış. Örses, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Ordunun başkomutanına duyulan saygı ve sevginin bir ifadesi.” Deniz Kuvvetleri’nin şapkasına ise o zamanlar 4. Ordu komutanı ve bahriye nazırı olan Cemal Paşa’nın adı yani cemaliye verilmiş. Gazeteci-yazar Hasan Cemal’in dedesi olan Cemal Paşa, İttihat ve Terakki Partisi’nin önde gelen isimlerinden. Örses, “Yani karacılar enveriye, denizciler cemaliye şapkası takıyorlar. Bu isimler ihtiraslarını biraz da böyle belli ediyorlar.” diyor.

Türk, Ermeni ve Rum kadınlar, Türk askerleri için birlikte çorap örmüş

Çankırı Belediyesi, geçen yıl “Yerel Tarihimize Sahip Çıkalım” başlıklı bir kampanya başlattı ve bu kampanya çerçevesinde eski konaklardan, aile arşivlerinden belge, fotoğraf, yazma eserlerden oluşan 10 binin üzerinde belgeyi bir araya getirdi. Yerel tarihin önemine dikkat çeken çalışmada toparlanan belgelerin büyük çoğunluğu Osmanlıca ve elyazması. Bulunan belgeler arasında fermanlar, beratlar, sancaklar, yazmalar, vakfiyeler, icazetnameler, vasiyetler, maaş defterleri, fotoğraflar, inkılap tarihi açısından önem taşıyan sürgün kayıtları var. Kampanya Çankırı İl Milli Eğitim ve Kültür Müdürü Yüksel Arslan’ın koordinatörlüğünde yürütülüyor. Belgeler arasında en çok dikkat çeken, Birinci Dünya Savaşı’nda Çankırı’da yaşayan Türk, Ermeni ve Rum kadınların Çanakkale cephesinde savaşan Türk askerlerine yardım etmek amacıyla başlatılan kampanyaya hep beraber katıldıklarını gösteren defterler... Savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği sırada, cephelere lojistik destek sağlamak çok önemliydi. Hızlı ve kaliteli üretimin tam olarak gerçekleştirilememesi nedeniyle askerin hiçbir ihtiyacı karşılanamıyordu. Buna çözüm bulmak için İttihat ve Terakki Çankırı Katibi Cemal Oğuz, bir kampanya başlattı. Oğuz’a ait olan çorap ve fanila fabrikasının işbirliği ile yürütülen çorap örme kampanyasına 500 Çankırılı kadın katılmış. Kadınlara ömek vererek çorap örmeleri sağlanmış ve çoraplar ilk elde Ankara’da bulunan Beşinci Kolordu’ya teslim edilmiş. Bulunan belgede kampanyaya katılan kadınların isimleri, ne kadar ömek aldıkları ve bunlardan kaç çift çorap ürettikleri, kampanyadan para alıp almadıkları yazıyor. Yüksel Arslan, çorap kampanyasına kadınların arasında Ermeni ve Rum kadınların olmasına dikkat çekiyor ve “Bu belge uluslararası arenada suçlamalara tabi tutulan ülkemizin ve kışkırtılmaya çalışılan ve etnik ayrımcılığın pompalandığı gayrimüslimlerin bir zamanlar bu topraklar uğruna hep beraber neler yapabildiklerini gösteriyor.” diyor.


4. Tanıtım Yazısı :

Osmanlı Ordusu 1. Dünya Savaşı'na 1909'da belirlenen kıyafet nizamnamesiyle girdi. Buna göre subay ve erler artık haki üniforma giyecek, subaylarınki şayak kumaştan, erlerinki aba kumaştan dikilecekti. Başlarda bulunan fes de yerini serpuş a bırakmıştı.
Ama savaşın uzaması, üretimin yetersizliği, ikmal hatlarının kötülüğü her şeyi olduğu gibi üniformaları da olumsuz etkiledi.
'Kötü koşullara rağmen savaşan türk askerleri' hakkında anlatılan en çarpıcı şeyin kıyafetlere dair olması tesadüf değil.
Doğu cephesinde yazlık üniformalarıyla savaşan askerlerin kıyafetlerine ilişkin bir alman subayın yazdıkları ilginç;
'Türkler elbiselerini bağlayarak giymeye alışmışlardı. askerler ceket ve kaput düğmelerini iliklemiyorlardı ve bu nedenle düğmeler kaybolmaktaydı. Ayrıca bu nedenle kıyafetler askeri soğuğa karşı koruyamıyorlardı. Kunduraların bağlarını da kullanmayan askerler, bu bağları atıyor ve ayakkabılar kısa süre sonra deforme olup elden çıkıyordu. Askerlere memleketlerinde kullanılan çarıklar verilmişti, ama topuksuz terlik şeklindeki çarıklar hızlı yürümeye elverişli değildi.'
Çizmeler uzun yürüyüşlerde parçalanıyor, çamaşırlar yenilenmediği için paçavraya dönüşüyor, ceketler soğuğu tutmuyordu. Tüm bunlar bazen Almanya'dan gelen yardımlarla ama çoğu zaman halktan toplanan yardım ve katkılarla telafi ediliyordu. Kendi giysileriyle savaşan askerlere üniforma niyetine haki renge boyanmış iç çamaşırları verildiği bile oldu."

Tunca Örses ve Necmettin Özçelik'in kitabı bu gerçekleri anlatıyor. Tabii aslında kitap, uzun ve ayrıntılı biçimde rütbelerden kemerlere ve kılıçlara varıncaya kadar osmanlı üniformalarını sınıflarına göre tanıtıyor. Bunu çizimler ve bol bol fotoğrafla yapıyor. Fotoğrafların nerdeyse tamamı hatıra için çekilmiş, eski görsel malzeme. Çeşitli cephelerde, stüdyolarda çekilmiş pek çok asker, subay fotoğrafları var kitapta ve az rastlanır bir kalitede basılmışlar.



Kitaptan bir kaç fotoğraf :

2hgrbyf.jpg


2zpsdq9.jpg


jfk9au.jpg


rvfybr.jpg


24zg93k.jpg


nvvbpl.jpg




 
Üst