Robert e. Howard'dan bir nefret ve intikam öyküsü

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
SUNUŞ

Bu öyküyü önceki gün, sırf Çizgi Diyarı'nın kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde bir katkı olarak çevirmeye başladım. Bu çizgili platformu bize kazandıran dostların hepsine çizgisiz bir selam olsun...
Hüseyin Aksakal​


YERDEKİ ADAM​

Cal Reynolds, Winchester’inin donuk mavi namlusundan aşağı doğru bakarken, çiğneme tütününü ağzının diğer tarafına geçirdi. Metodik şekilde çalışan çeneleri, arpacığı bulurken hareketi kesti.

Kaskatı, kıpırtısız halde dondu, ardından parmağı tetiğe asıldı. Ateşın çatırtısı tepeler arasına çın çın öten yankılar yolladı ve daha yüksek sesli bir yankı gibi bir cevap atışı geldi. Reynolds, sağlam bedenini toprağa uzatıp usulca söverek sakındı. Başının yakınındaki kayaların birinden gri renkte bir pul sıçratarak seken mermi boşlukta sızlanarak uzaklaştı. Reynolds elinde olmadan ürperdi. Ses görünmez bir çıngıraklı yılanın şarkısı kadar ölümcüldü.

Kendisini ihtiyatla ilerisindeki kayaların arasını gözetlemeye yetecek kadar yükseğe kaldırdı. Sığınağından mesquite çalıları ve dikenli armut yetişen geniş bir düzlükle ayrılan, arkasına çömeldiğinin benzeri bir kaya karmaşası yükseliyordu. Bu kayaların arasından, ince, beyazımsı bir duman demeti yükseliyordu.

Reynolds’un güneşin kavurduğu mesafelerde deneyimli, keskin gözleri, kayaların arasında donuk donuk ışıldayan mavi çelikten ufak bir çember tespit etti. O halka bir yivli tüfeğin namlusuydu ama Reynolds o namlunun arkasında kimin uzandığını iyi biliyordu.

Cal Reynolds ve Esau Brill arasındaki kan davası, bir Teksas kan davası için uzun sürmüştü. Yukarı Kentucky dağlarında aile savaşları kuşaklar boyu yayılabilirdi ama güneybatının coğrafi koşulları ve insan yaradılışı uzun süren düşmanlıklara yol açmazdı. Orada kan davaları genellikle afallatıcı bir anilik ve nihayetle sonuçlanırdı. Sahne bir salon, ufak bir sığırtmaç kasabasının sokakları veya açık alan olurdu. Defnelerden gizlenerek ateş etmek, mevzulara şu veya bu şekilde çabucak karar veren altı patlar veya av tüfeğinin yakın mesafeden gürleyişinin yerini almıştı.

Cal Reynolds ve Esau Brill’in durumu, bir parça sıra dışıydı. Öncelikle kan davası sadece kendilerini içeriyordu. Ne dostlar çekilmişti içine, ne akrabalar. Paydaşlar dışında kimse nasıl başladığını bilmiyordu. Cal Reynolds sadece yaşamının çoğunda Esau Brill’den nefret ettiğini biliyordu, Brill de öyle. Bir zamanlar gençliklerinde genç yaban kedilerinin şiddeti ve tutkusuyla kavga etmişlerdi. O karşılaşmadan Reynolds kaburgalarının kenarındaki bir bıçak yarası, Brill de kalıcı bir göz hasarı taşıyordu. Hiçbir sonuca ulaşmamıştı bu kavga. Kanlı, soluk kesen, ölümcül çıkmaz içinde savaşmışlar, ikisi de, ‘el sıkışma ve telafi’ için arzu duymamıştı. İnsanların ölümüne kavgaları midelerinin kaldırmadığı uygarlığın içinde gelişen bir ikiyüzlülüktür bu arzu. Bir adam hasmının bıçağının kemiklerini sıyırdığını hissettikten, hasmının başparmağı gözünü oyduktan, hasmının çizmesi ağzına indikten sonra affetmek ve unutmaya pek az meyilli olur, önermenin asıl faziletini kaale almaz.

Bu yüzden Reynolds ve Brill müşterek nefretlerini yetişkinliğe taşımışlar, rakip çiftlikler için kovboy olarak at sürerken, fırsat buldukça özel savaşlarını devam ettirmişlerdi. Reynolds Brill’in patronundan sığırlarını çalmış, Brill misliyle mukabele etmişti. Her biri diğerinin taktiklerine sinirden kuduruyor, ötekini elinden gelen her şekilde ortadan kaldırmayı hak olarak görüyordu. Brill, bir gece Cow Wells’te bir barda Reynolds’u silahsız yakaladı ve sadece peşinde havlayan mermilerle arkasına bakmadan rezil bir kaçış kurtardı Reynolds’un kafa derisini.

Ardından gür bir çalılığın içinde yatan Reynolds, bir tüfekten çıkan ham metal parçasıyla beş yüz metreden düşmanını eyerden düşürdü; münasebetsiz bir posta süvarisi görünmüş olmasa kan davası oracıkta sona eriyordu. Bu tanık yüzünden Reynolds, sığınağından çıkıp, yaralı adamın beynini tüfeğinin dipçiğiyle dağıtmayı içeren asıl niyetinden vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Brill, tüm güneşte kayışa dönen demirden kaslı soyunda ortak olan bir uzun boynuz boğasının zindeliğine sahip olduğundan yarası iyileşmiş, ayağa kalkar kalkmaz da onu pusuya düşüren adamı avlamaya çıkmıştı.

Şimdi, tüm bu hamle ve çatışmaların ardından, düşmanlar, kesintinin imkansız olduğu ıssız tepeler arasında, uygun bir tüfek menzilinde birbiriyle karşılaşıyordu.

Bir saatten fazla süredir, her hareket belirtisine ateş ederek kayaların arasına uzanmışlardı. Her ikisi de, mermiler tehlikeli olacak bir yakınlıkta ıslık çalsa da, bir isabet kaydetmemişti.

Reynolds’un şakaklarında ufak bir zonklama çıldırtıcı şekilde dövünüyordu. Güneş parlıyordu, gömleği terden sırılsıklamdı. Sivrisinekler gözlerinin içine kaçarak başının etrafına üşüşünce kinle sövdü. Islak saçı kafasına yapışmıştı; gözleri güneşin parıltısından yanıyordu ve tüfeğin namlusu nasırlı elini yakıyordu. Sağ bacağı gitgide uyuşuyordu, o da Brill’in duyamayacağını bilse de mahmuzun çınlamasına söverek dikkatle yerini değiştirdi. Tüm bu rahatsızlık içindeki gazap ateşine benzin döküyordu. Bilinçli bir mantık süreci olmadan tüm acılarını düşmanına yoruyordu. Güneş sombrerosunun üstüne göz kamaştırıcı şekilde vuruyor, düşünceleri hafifçe karışıyordu. Cehennemin ocak taşlarından daha sıcaktı şu yalçın kayaların arası. Kuruyan dili pişmiş dudaklarını okşadı.

Beynindeki karışımda, Esau Brill’in nefreti kaynıyordu. Bu sadece bir duygudan fazlasına dönüşmüştü; bir saplantı, canavarca bir karabasandı bu. Brill’in tüfeğinin patlamasından kaçınması ölüm korkusundan değil; sadece kızıl öfkeyle beynini sallayan tahammül edilmez bir dehşete dönüşen düşmanının ellerinde can verme düşüncesindendi. Eğer öyle yapmak Brill’i sonsuzluğa kendisinden sadece üç saniye önce gönderebilecek olsa, yaşamını düşünmeden feda edebilirdi.

Bu duyguları analiz etmedi. Elleri sayesinde yaşayan insanların kendilerini analiz etmek için çok az zamanı vardır. Artık Esau Brill’e olan nefretinin niteliğinden, ellerinin ayaklarının bilinçli şekilde farkında olduğundan daha fazla farkında değildi. Bu onun parçası ve daha fazlasıydı: onu sarmalıyor, yutuyordu; aklı ve bedeni artık onun maddesel görüntüleriydi. Bizatihi nefretti o; bütün ruhu ve anlamıydı bu nefret.

Eğitim ve entelektüelliğin ruhsuzluk ve zayıflığı tarafından engellenmeyen içgüdüleri, çıplak ilkellikten saf şekilde yükseliyordu. Onlardan da neredeyse elle tutulur bir kavram billurlaşıyordu—ölümden bile güçlü, yok etmeye yönelik bir nefret; maddesel varlık yardımı veya zorunluluğu olmadan, kendi kendine cisimleşmeye yetecek güçte bir nefret.

Yaklaşık bir çeyrek saattir her iki tüfek de konuşmamıştı. Ölümüne kan davalılar, çıngıraklı yılanların güneşin ışınlarından zehir çekerek kayaların arasında çöreklendiği gibi, birinin veya öbürünün gergin sinirleri kopana dek tahammül oyunu oynuyor, fırsat kollayarak yatıyordu.

Bozguna uğrayan Esau Brill oldu. Herhangi bir delilik veya sinir patlaması şeklinden olmamıştı onun çöküşü. Vahşetin ihtiyatlı içgüdüleri onun içinde fazla güçlüydü bunun için. Fakat aniden bir küfür bağırarak dirseklerinin üstüne doğruldu ve taş karmaşasında gizlenen düşmanına rastgele ateş etti.

Sadece kolunun üst kısmı ve mavi gömlekli omzunun köşesi bir an için göründü. Bu yeterliydi. Cal Reynolds anında tetiğe asıldı ve ürkütücü bir feryat ona mermisinin hedefini bulduğunu söyledi. O çığlıktaki hayvan acısıyla, mantık ve ömürlük içgüdüleri, müthiş bir sevincin akıldışı seli tarafından süpürüldü. Neşeyle bağırıp ayağa sıçramadı; sadece dişleri kurdu andıran bir sırıtış halinde aralandı ve gayrı ihtiyari başını kaldırdı. Uyanan içgüdüsü yeniden hızla aşağı çekti onu. Onu mahveden fırsattı bu. Daha o dalarken, Brill’in karşı ateşi çatırdadı.

Cal Reynolds onu duymadı, çünkü sesle eşzamanlı olarak kafatasında onu zifiri karanlığa daldıran bir şey infilak etti, bir an kızıl kıvılcımlar uçuştu.

Karanlık sadece bir an sürdü. Cal Reynolds, açıkta yattığını çılgın bir şokla fark ederek rastgele etrafına bakındı. Atışın darbesi onu kayaların arasından dışarı yuvarlanmasına yol açmıştı. O bir salisede de doğrudan bir isabet almadığını fark etti. Şans mermiyi bir taştan sekmeye sevk etmiş, anlaşılan geçerken kafatasına bir fiske vurmuştu. O da pek önemli değildi. Esau Brill’in onu tamamen öldürmeyi başarabileceği, bütünüyle açık alanda yatıyor oluşuydu önemli olan. Rastgele bir bakış tüfeğinin yakında uzandığını gösterdi. Bir taşın üstüne düşmüş, dipçiği yerde uzanıyordu, namlu yukarı meyilliydi. Bir sonraki bakış düşmanının onu gizleyen taşların arasında dimdik durduğunu gösterdi.

O tek bakışta Cal Reynolds uzun, sıska bedenin ayrıntılarını seçti. Kılıfındaki altıpatların ağırlığından sarkan lekeli pantolon, bacaklar yıpranmış deri çizmenin içine tıkıştırılmış, terden adamın üstüne yapışmış mavi gömleğin omzundaki kızıl çizgi, üstünden traşsız yüzüne ter akan karmakarışık kara saç... Sarı tütün lekeli dişlerin vahşi bir sırıtışla ışıldadığını fark etti. Duman hala süzülüyordu Brill’in elindeki tüfekten.

Reynolds, onu yere çiviliyor gibi görünen görünmez zincirlere karşı delice boğuştuğu o salisede, bu tanıdık ve tiksinç ayrıntılar ürkütücü bir berraklıkla netleşti. Daha başından seken darbenin felcini düşünüyordu ki bir şey kopmuş gibi oldu ve serbestçe yuvarlandı.

Yuvarlanmak tabiri yetersiz; kayaya serilen tüfeğine neredeyse ok gibi atıldı; öyle hafif hissediyordu kol ve bacaklarını.

Taşın arkasına düşerken silahı yakaladı. Kaldırmak zorunda bile kalmadı. Durduğu yerde doğrudan artık yaklaşmakta olan adama çevriliydi.

Eli bir an Esau Brill’in tuhaf ifadesi tarafından durduruldu. Ateş etmek veya siper almak için sıçramak yerine, dosdoğru geliyordu adam; hala tüfeği koltuk altında, o kahrolası kötü bakış traşsız dudaklarındaydı. Delirmiş miydi? Düşmanının yaşam ve yüreğine çevrili bir tüfekle köpürerek yeniden kalktığını göremiyor muydu? Brill ona doğru değil, yan tarafa, Reynolds’un az evvel yatmakta olduğu noktaya bakıyor gibiydi.

Düşmanın eylemlerini açıklamaya daha fazla çalışmadan, tetiği çekti Cal Reynolds. Silahın habis sesiyle birlikte Brill’in geniş göğsünden mavi bir dilim sıçradı. Sendeyelerek geriledi, ağzı hızla açıldı ve yüzündeki bakış Reynolds’u yeniden dondurdu. Esau Brill son nefese dek savaşan bir soydan geliyordu. Hiçbir şey, yaşamının son kızıl kalıntısı onu terk edene dek tetiği rastgele çekerek düşeceği kadar kesin değildi. Yine de ateşin çatırtısıyla yüzündeki vahşi zafer silinmiş, yerini allak bullak bir şaşkınlığın müthiş ifadesi almıştı. Ne elinden kayan tüfeğini kaldırmak için bir hareket yaptı, ne yarasını tuttu. Ellerini tuhaf, sersemlemiş, biçare bir tavırla açarak ağır ağır bükülen bacaklar üstünde geriye doğru sendeledi; yüz çizgileri seyredenin kozmik bir dehşetle ürpermesine yol açan aptalca bir hayret maskesi halinde katılaştı.

Açılan dudakların arasından bir kan dalgası ıslak gömleği boyayarak boşandı. Ve bir ağaç gibi sallanan Esau Brill, mesquite korusunun ortasına gürültüyle düştü ve kıpırtısız kaldı.

Cal Reynolds, tüfeği olduğu yerde bırakarak doğruldu. Gür çimler yetişen tepeler bakışında sisli ve bulanık şekilde yüzüyordu. Gök ve parlayan güneş bile sisli, gerçekdışı bir görünüşteydi. Fakat ruhunda vahşi bir mutluluk vardı.

Uzun kan davası nihayet bitmişti ve kendisi ölümcül yaralanmış olsa da olmasa da Esau Brill’i kendisinden önce cehennem yolunda yanmaya yollamıştı.

Sonra bakışı vurulduktan sonra yuvarlandığı noktaya doğru dönerken şiddetle irkildi. Dik dik baktı; gözleri ona oyun mu oynuyordu? Şurada çimlerin içinde Esau Brill ölü yatıyordu—yine de sadece birkaç metre ötede başka bir ceset uzanıyordu.

Şaşkınlıktan kaskatı kesilen Reynolds kayaların yanında grotesk şekilde yığılan cılız bedene düşmanca baktı. Sanki bir tür kör kasılma tarafından oraya savrulmuş gibi kolları açılmış, parmakları rastgele pençeler gibi bükük halde, kısmen yan yatmış halde yatıyordu. Kısa kesilmiş kumral saçına kan bulaşmıştı ve şakağındaki korkunç bir delikten beyni süzülüyordu. Ağzının bir köşesinden, tozlu yakalığını lekeleyen incecik bir tütün suyu akıyordu.

Bakarken de, müthiş bir aşinalık kendi kendini ele verdi. O eskimiş deri bilek kayışlarının hissini biliyordu; O silah kemerini tokalamış olan elleri korkunç bir kesinlikle tanıyordu; tütün suyunun keskin tadı hala damağındaydı.

Kısa, tahripkâr bir saniyede kendi cansız cesedine bakmakta olduğunu anladı. Bilgiyle birlikte de unutuluş gerçek oldu.
 
Son düzenleme:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Dostlar, yorum ve -olumlu veya olumsuz- değerlendirmeleriniz daha sonraki çalışmalarda bana ışık tutacak, paylaşımlarla ilgili yol gösterecektir. hepinize sevgiler...
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Bu öykü de Ambrose Bierce etkileri taşımakla birlikte, Howard'ın üstün aksiyon anlatımı ve çatışmalara arkaplan üretme, ikilemleri sergileme yeteneğinin ön plana çıktığı görülüyor.
 

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,044
75,441
hiçbiryerde :)
Daha ilk cümlelerde hissediliyordu A.Bierce tarzına benzerliği.

Bu hikaye bana geçtiğimiz ay çıkan UZUN KIŞ (Le Storie 11: Yazar:
Giovanni Di Gregorio; Çizer: Francesco Ripoli) öyküsünü çağrıştırdı.
Zihnimiz bazen gerçek yaşamın yerine geçebilen oyunlar oynuyor,
severim böyle oyunları yeter ki "sürekli" olmasın :D













.
 
Son düzenleme:
Üst