Çizgi Romanda Çeviri Üstüne ya da "Gitti Güzelim Atmosfer!"

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,310
49,916
NeverLand
Çizgi roman metninin bir dilden diğerine çevrilmesi, bir romanın, denemenin veya herhangi yazılı bir metnin çevrilmesinden çok farklı sorunlar teşkil etmez diye düşünülebilir. Hattâ metnin, çizgi romanda ikincil unsur olduğunu söyleyebilir, böyle bir yazının gerekliliğini sorgulayabilirsiniz. Ne var ki, çizgi roman metninin ikincil bir unsur olmaktan çok uzak olduğunu, kimi zaman yardımcı unsur olmakla kalsa da çoğunlukla çizgi ile birlikte bütünlük oluşturduğunu, çizgi roman dilinde, biri olmaksızın hikâyenin, atmosferin, işin "havasının" tam olarak verilemeyeceğini düşünüyorum... Küçük bir parantez: Elbette metinsiz çizgi romanlara da değinebiliriz. Ama burada da konuyu kendi lehime çevirip yaratılmak istenen atmosfere özel bir katkı sağlamak için "metinsizliğin" kullanıldığını ileri süreceğim. Ve bu yazıda daha fazla yeri olmadığından parantezi burada kapatmakla yetineceğim!

Çizgi roman metni bir dilden bir başkasına çevrilirken şu unsurları göz önünde tutmak gerekir: Ana metni diyalog olarak düşünmeli, diyalogların arasında yer alan nidalar, küfürler ve argo kullanımına ayrıca bakmalı, diyaloğa dahil olmayan ama nidalarla beraber düşünülebilecek ses efektleri ve metinle doğrudan bağlantılı olmasa da kaligrafiye ayrı bir yer ayırmalı ve tabii alt/üst/yan metinleri diyalogdan farklı olarak değerlendirmelidir. Metin dışında ayrıca üzerinde durulması gereken bir de isimler var: Hem karakter isimleri, hem kitap/hikâye/bölüm isimleri... Önce karakter isimlerinden başlayalım. İsimlerin çoğu zaman çevrilmeden bırakılması gerektiğini söyleyebiliriz. Çevrilip çevrilmeyecekleri konusundaki kriterlerden bazılarıysa; kelime oyunu içerip içermemeleri, herhangi bir çagrışım yapıp yapmamaları ve çevrilecekleri dilde okunabilirliğidir.

İsimlerin okunabilirliğine kısaca değinmek gerekirse, telaffuz sorunu ismi olduğu gibi bırakmayı sakıncalı kılabilir, özellikle de Fransızca'da olduğu gibi yan yana gelmiş bilumum sesli harfin aslında fonetik olarak tek bir ses şeklinde okunduğu bir dilden çevriliyorsa ("eau"nın "o" diye okunması gibi). Bu durumda, Barış Kılıçbay'ın Tenten çevirilerinde yaptığı gibi, Türkçe'ye okunduğu biçimde aktarılması daha doğru olabilir, yani Tintin'i Tenten, Milou'yu Milu, Dupond'u Düpond olarak yazmak gibi. Peki Dupond ve Duponds isimleri çevrilmeli mi? Fransızca'da, sondaki harf farkını gözetmeksizin, ikisi de aynı şekilde okunuyor, ingilizce'ye de, yine tek harf farkıyla ve ingilizce'de çok bildik bir isim kullanarak, "Thompson and Tompson" diye çevrilmişti. Espri gerektiği gibi ortaya çıkıyor, ikizlerin sakarlıkları ve meşhur "je dirais même plus" (dahası da var) cümleleri anlamını koruyor. Birkaç "ara" soru: Düpond ve Düpont kardeşler dendiğinde aynı etkiyi muhafaza etmiş oluyor muyuz? Diğer yandan "Milou", Fındık diye çevrilirse bu, diğer isimlerle de oynanmasını gerektirmez mi?

İsimlere müdahale edip etmemek yayıncı/çevirmen seçimidir, örneğin Grossfinger gibi bir isim, Fransızca'da yazılmış bir metinde de Almanca olduğundan, Almanlara dair evrensel çağrışımların mevcut olduğu da göz önünde bulundurulursa, pek sorun teşkil etmez ve çevrilmesine gerek kalmaz. Fakat öykünün yazıldığı dilde bir kelime oyunu söz konusuysa, bunlara müdahale edip etmemek, mesela kitapta seyrek geçiyorsa dipnotla halletmek yine yayın politikasıyla ilgilidir. Ne var ki Asteriks gibi bir durumda, yani her isim bir kelime oyunu teşkil ettiğinde, ismi de bir şekilde çevirmek kaçınılmaz görünüyor. Bunun nasıl çevrileceğiyse epey sorun yaratabilir.

Kelime oyunu açısından, en yaygın ve bildik örnek olarak Asteriks'i ele alalım: Dizinin farklı zamanlarda yapılmış iki çevirisini karşılaştıralım. İlki, yetmişli yıllarda çevirisi Halit Kıvanç ve Tevfik Ünsi tarafından yapılan, Kervan Yayınları tarafından yayımlanan Asteriks, diğeri ilkinden handiyse çeyrek asır sonra Remzi Kitabevi tarafından çıkartılan, Mehmet Aşçıoglu, Ömer Erduran, Olcay Kunal, Eray Canberk gibi çevirmenler tarafından dilimize aktarılan dizi. Her iki dizide de Asteriks ismine dokunulmamış. Dizinin Şilliler Yayınevi tarafından 1965 yılında Aster, 1967'de Bücür adlarıyla sunulduğunu hatırlatalım. Asteriks, her iki dizide de kapakta ve sunumdaki isimlerine karşılık Serterik(s) olarak anılır. Sondaki "s" harfi dizideki bütün tiplemeler için düşünülmüş olmakla birlikte her zaman kullanılmaz; Hopdedik, Toptorik, Dertsizik gibi. Kervan Yayınları'nın isimlendirmelerde bu dizileri temel aldığı anlaşılıyor, elbette epey bir farkla: ilk diziler Ayten Şilliler tarafından yapılan kopya çizgilerle yayımlanır, siyah beyaz ve küçük boydur. Kervan, özgün formata yakın ve renkli bir sunumla başlayacaktır yayınına. Remzi Kitabevi bu isimlendirmeleri bir parça daha değiştirir. Şöyle ki Obélix. (obélisque": obelisk, yani dikilitaş), Kervan Yayınları'nda Hopdediks olarak geçerken. Remzi Oburiks olarak adlandırır. Panoramix (panoramique: panoramik), Kervan Yayınları'nda Hokusfokus (Romalı isimlendirmelerine benzetilmiş) olarak geçerken; Remzi, Büyüfiks demiştir. Bet sesli Assurancetourix, Kervanda Dertsiziks, Remzi'de ise İngilizce'deki kullanımından faydalanarak Kakofoniks olarak kullanılmıştır. Şef Abraracoursix (à bras raccoursis" / Türkçe okunuşu: abrarakursi, yani kolu kı-sal(tıl)mış- ilaveten: büyük bir şiddetle, hışımla anlamına da geliyor) ise değiştirilmeden her iki yayında da aynı şekilde Toptoriks olarak geçmiş. Tabii İdefix'i de unutmamalı: Anlamını hepimiz biliyoruz sanırım! (Obeliks'in sevimli ve vazgeçilmez köpeğinin ismine dokunulmamış, kopyalarda sondaki s harfinden yoksun olarak idefik'ti).

Orijinal isimlerdeki mantık şu: Fransızca'da "ix", "ique" (okunuşu: ik), "isque" (yani isk) hattâ "i" sesiyle biten sözcük ve deyimleri kullanarak basit kelime oyunları yaratmak. Tüm erkek Galyalıların isimleri "ix" ile biter (ünlü liderleri Vercingétorix -yani, versenjetoriks- sağolsun). Ender olarak hazır bir kelimeye "ix" sesi eklenir, ama çoğunlukla isimlerin sonundaki "ix"in ek olmadığını, zaten i/iks/isk sesleriyle biten kelimelerden ve deyimlerden oluştuklarını örneklerden de görebiliyoruz. Asteriks'in İngilizce çevirilerine bakarsak, "Getafix" gibi İngilizce'de anlamı olan ve aynı mantıkla elde edilmiş kelime oyunlarıyla karşılaşırız ("Get a fix" = zor bir duruma düşmek). Türkçe çevirileri için, öncelikle Obelix'den yola çıkarak bir değerlendirme yapalım: Eski çeviri: Hopdediks, Obelix ile ses benzerliğinden dolayı "hop dedik!" kullanılmış. Türkçe'de sevimli bir anlam elde edilmiş. Kopyalarda Hopdedik(s) tanıtılırken bir açıklaması da var bunun: "Aslında Galyalılar'ın anıtları olan menhir denilen taşları dikmek başlıca işidir. Fakat maceraya atılmak için her zaman hop diye Bücür'ün (Asteriks) yanına koşar. Domuz etine ve dövüşe bayılır." Remzi'nin yaptığı çeviride ise Oburiks'ti. Ses benzerliği yine var, aynı zamanda da karakterin obur ve şişko yönünü yansıtmış oluyor. Taş yontan Obeliks'in ismi de "dikilitaş" anlamına geliyor belki ama, orijinal metinde, sabit kahramanların isimlerinde (bazen tek öykülük karakterlerde kullanılsa da) bu tip göndermelere pek yer yok. Üstelik obeliks Türkçe'de de varolan bir kelime, aynı asterisk (yıldız işareti) gibi. Dolayısıyla çevrilmesine baştan gerek yokmuş! "ix" ekine bakacak olursak, oburik, oburis, oburisk, oburi gibi herhangi bir kelime Türkçe'de mevcut değil. Obur sözcüğünün arkasına iks eklenerek basitçe elde edilmiş bir isim. Çevirilerin yenisinde de, eskisinde de sık sık bu mantığa rastlıyoruz. Oysa, özellikle Asteriks çevirisinde, ses benzerliğinden ziyade anlam ve biçimin üzerinde durmakta fayda görüyorum. Asterix'te kahramanlarla bağdaşık bir anlamdan ziyade, biçim söz konusu. Dolayısıyla Hopdediks, Oburiksten daha doğru bir çeviri olarak kabul edilebilir.

449.jpg

Çok tanıdık ve belirgin bir örnek olduğundan, Obeliks'i gösterdim. Buradan "eski çeviriler iyiydi yeniler kötü, ah nerede o eski çevirmenler!" gibi bir sonuca varmayacağım. Hattâ yazının devamında açıklanacak olan birçok örnek tam da tersi bir durumun söz konusu olduğunu gösteriyor. İsimleri kimin belirlediği belli olmadığından, bu konudaki bütün topları yayıncılara atmış oluyoruz! Karşı teze geçersek, yani eski çevirilerdeki "hatalara", Büyüfiks'in ne kadar iyi bir buluş olduğu tartışılabilirse de Hokusfokus, anlam açısından uygunluğuna rağmen "us" ile bittiği için Galyalı ismi değil Romalı ismi oluyor! Biçimin bu kadar ön planda olduğu bir durumda bu gerçekten önemli bir hatadır. Asterikste, Romalılar'ın isimleri benzer bir mantıkla oluşturulmuştur ve "us" ya da "üs" ile biterler. (Julius, Antonius ve şecerelerinden dolayı). Ya çok belirgin Roma isimleri kullanılır (Caius sık görülen bir örnektir) ya da yine benzer kelime oyunlarına başvurulur. "Asteriks ve Kleopatra"dan iki örnek verelim. Chorus, Kervan'da isim kullanmadan Remzi'de Komutanus olarak; Pacotéalargus, Kervan'da Ayıboğan (güçlü olduğu için), Remzi'de ise Süpergücüs (hem "üs/us" ile bitiyor hem de güçlü olduğu belirtiyor) biçiminde geçiyor. Asteriks'ten diğer bir örnek, her "sayının" ilk sayfasında yer alan ve durumu özetleyen Galya haritası, eski yayınlarda (Kervan Yayınları) olduğu gibi basılmış, dolayısıyla çevrilmemiş, yeni yayınlardaysa (Remzi kitabevi) Galya köyü yakınlarındaki dört Roma "Kalesinin" isimleri şöyle çevrilmiş: Babaorum ("Baba au Rhum", yani romlu şam baba tatlısı, nefis!), Totoryum olarak; Laudanum (bir çeşit uyuşturucu anlamında, Lauda ise övgü anlamında), Laudanyum olarak; Aquarium (balıklann içinde gezindiği bildiğimiz cam kutu). Akvaryum; ve son olarak Petibonum ("Petit bonhomme", yani küçük adam / küçük herif) Toplantiyum olarak çevrilmiş.

Bütün bu örnekler yeni çevirilerde daha özenli yaklaşıldığını ortaya koyuyor. Fakat, bizim için, yani "eski nesil" için, eski çevirilerin yerleşmiş isimlerini değiştirmeden önce şöyle bir geriye yaslanıp düşünmek lâzım. Kelime oyunlarını bir yana bırakalım; Lucky Luke fi tarihinde Lüki Lük yerine Red Kit diye çevrilmişti (İsim babasının Oğuz Alplaçin olduğuna dair bir rivayet dolaşıyor). Nasıl da yerleşti! Televizyonda yayımlandığında bile, Red Kit ismini korumakla, klasikleşmiş sayılabilir. Şimdi geri dönüşü var mı? Gerekli mi? Jolly Jumper'ı Düldül olmaktan kurtarabilir miyiz? Kurtarmalı mıyız? Asteriks'e bakıyoruz, yeni nesil, filmin de katkılarıyla, Hopdediks adını hiç duymamış, Oburiks'i biliyor. Yukarıda görüldüğü gibi eski isim çevirilerinde biraz fazlaca serbest davranılmış, yaratıcı buluşların yanı sıra özensizlikler de gösterilmiş, yer yer gereksiz hatalar da yapılmış. Ama güzel buluşları yerle bir etmeden önce hangi noktada yaratıcılığa göz kırpıldığını ayırdetmeli. Orijinal isimleri değiştirmenin etik meselesi bir yana, kelime oyunu söz konusuysa doğru yerinden yakalamak, yanlış çağrışımlara küçük bir kanca atmak, çevirmenin yaratıcılığının devreye girdiği noktalardır.

446.jpg

"Asteriks ve Kleopatra"dan birkaç örnek: Obeliks Romalıları görünce şöyle der: "Qu'est-ce qu'on fait? On leur donne des baffes?" Birebir şöyle çevirilebilir: "Ne yapalım? Pataklayalım mı?" Halil Kıvanç, Kervan Yayınları için yaptığı çeviride "Alayım mı paçalarını şunların?" biçimde aktarmayı tercih etmiş; aynı serüvenin Remzi'den çıkan versiyonunda ise (çevirmen belirtilmemiş): "Ne dersin? Biraz okşayalım mı?.." Asteriks, Kleopatra'yı ilk ziyaretlerinden sonra şöyle diyor: "Elle à l'air d'avoir mauvais caractère, mais elle a un joli nez..." Birebir şöyle çevrilebilir: "Kötü huylu gibi görünüyor, ama güzel bir burnu var...", Kervan Yayınları'nda "Kleopatra'nın burnuna bayıldım valla..." demekle yetinilmiş, Remzi'de ise "Biraz sinirli görünüyor, ama hoş bir burnu var..." diye çevrilmiş. Panoramix (Büyüfiks-Hokusfokus) Asteriks'e "Un très joli nez!" (Çok güzel bir burun!) diye cevap veriyor. Kervan'da "Estetik ameliyatlı" (muhtemelen estetik ameliyatların yeni başladığı seneler, bu sebeple serbest çeviriye güzel bir örnek sayılabilir), Remzi'de ise "Çok hoş!" diye çevrilmiş.

İç kapakta yıllardır yer alan ve Asteriks'in "ruhunu" yansıtan çizimlerdeki geleneksel cümlelere bakalım: Astérix: "Ils sont fous ces Romains!" (Bu Romalılar deli!); Kervan'da "Bu Romalılarda beyin yok!.." Obélix: "Je me sens un peu faible, Panoramix!..." (Kendimi biraz zayıf hissediyorum, Panoramix!...), Kervan'da "Şu ilâcın bir tadına bakayım..." olmuş; Panoramix'in cevabı "Non, Obélix!... Tu n'auras pas de potion magique! Je t'ai dit mille fois que tu étais tombé dedans étant petit!" (Hayır, Obélix!.. Sihirli iksirden içemezsin! Küçükken içine düştüğünü sana bin kere söyledim), Kervan'da "Olmaz!.. Sen küçükken kazana düştüğün için sana ilâç yok!.." olmuş.

Tabii değinmeden geçemeyeceğimiz bir şey daha var: Orijinali "potion magique" (sihirli/büyülü iksir). Kervan'da "devegücütazıhızı şerbeti" yapılmış, Remzi'deyse "büyülü iksir." "'Serbest' tercihlerde bulunulduğu dönemlerde" oldukça yaratıcı buluşların da ortaya çıktığı bir gerçek. 30-40 yıl öncesi, 20 yıl öncesi ve bugünün dili, kullanım açısından, televizyon ve sinemanın şüphe götürmez etkisini de göz önüne alırsak, dikkate değer farklılıklar arzeder. Bugün kullanılan Türkçe'de bire bir çevrilmiş cümle/sözcük ve deyişlerin fazlasıyla yerleşmiş ve kabul görmüş olduğu aşikâr. Bunlardan günlük hayata geçmiş bir örnek "take care" den türemiş olan "kendine iyi bak"tır. Bilimsel olsun olmasın birçok çevrilmiş yayında bire bir tercüme kullanıldığından ve özellikle de birçok teknik terimin Türkçe kaynaklı olmamasından dolayı, 20-40 yıl önce kulağa hoş gelmeyecek kimi kelime ve deyişler bugün günlük konuşmaya dahil olmuştur. Serbestçe yorumlamalara bakacak olursak, Asteriks gibi halihazırda anakronizmlerle bezeli hikâyeler, Kleopatra döneminde "estetik burun ameliyatını" kaldırabilir, ama örneğin fumetti westernleri için bu geçerli değildir.

Çoğu çizgi romanda asal metin olarak görebileceğimiz diyalog için, telaffuz edilen cümlelerin doğru çevrilmesi/aktarılması dışında sorun teşkil edebilecek en önemli unsur üsluptur. Üslup, çizilmiş karakterin önemli bir parçasıdır ve kişiliği hakkında okura birçok bilgi verir. Nasıl konuşuyor? Hangi kelimeleri kullanıyor? Özellikle kullandığı sözcükler/deyimler var mı? Aksanlı ya da lehçeyle mi konuşuyor? Küfürbaz mı, kibar mı? Bütün bu soruların cevapları okuyucu için karakterin arkaplanının/altyapısının/nereden geldiğinin, "iyilerden" ya da "kötülerden biri" olduğunun, hattâ nereli olduğunun önemli bir belirleyicisidir. Çeviri esnasında, bu konuda karşılaşılabilecek başlıca sorunlardan birisi diyalekt/lehçe sorunudur. Zira, yazıldığı dilde mevcut olan bir diyalektin çevrilen dilde mevcut olmayacağı ortadadır. Bu durumda, dilin nasıl "bozulacağına" karar vermekse, çevirinin önemli bir aşamasıdır.

Bazı lehçeler çevrilen dilde uyarlanabilse de, bu genellikle istisnaî bir durumdur. Fransızca'dan çizgi roman çevirmeye teşebbüs etmiş birisi olarak aklıma gelen güzel bir örnek Güney Fransa/Marsilya aksanıdır. Güneyli Fransızca'sı çok belirgin özelliklere sahiptir. Yazılı metinde bu özellikleri göstermenin en güzel yolu, Fransızca'da, örneğin "ain" sesiyle, yani genizden okunan "en" sesiyle biten kelimeleri "aing" diye yazmaktır, çünkü Güneyliler, gerçekten de Fransızların meşhur ve söylenemez "en" sesini "eing" diye telaffuz ederler! Fransız bir okur "en" sesiyle biten kelimelerin sonuna eklenen g harfini görür görmez konuşan karakterin Güneyli olduğunu anlar, hattâ "r'lerin yuvarlayarak söylendiğini yazılı olarak göstermek mümkün olmasa da, okurken kulağına çalınan ses bu şekilde gelir. Fransızlar için bir karakterin Güneyli olduğunu bilmek, karakter hakkında halihazırda birçok ipucu vermektedir: "Akdenizliliğin" verdiği gevşeklik, rehavet, hattâ biraz "salaklık" derecesine varabilen bir yavaşlığın yanında, ani parlamalara sebep olan bir nebze fevrilik ve kimi takıntılar böylelikle o karaktere baştan "teyellenmiş" olur. Bu durum hikâyenin gelişiminde pek önem teşkil etmiyorsa, çevirirken üstünde fazlaca durmaya belki de gerek yoktur. Fakat yaratılan ortama ya da herhangi bir esprinin anlaşılmasına katkıda bulunuyor, daha kötüsü anlaşılması için elzemse, vay çevirmenin haline!

Mesela bir metnin Fransızca'dan Türkçe'ye çevrilmesini ele alalım. Lehçe deyince hemen aklınıza bizim Temel gelecektir, biliyorum. Bu yüzden örnek olarak öncelikle bir çizgi roman değil, bir fıkra vereceğim:

Geminin biri korkunç bir fırtınaya kapılır ve batar. Kazadan kurtulan tek kişi Marsilyalı bir denizcidir. Bir tahta parçasına tutunarak kurtulur ve kendisini ıssız bir adada bulur. Neyse ki tatlı su vardır, bol bol meyve bulunmaktadır, deniz ise balık kaynıyordur. Böylece hayatta kalmayı başarır. Gel zaman git zaman, aylardan sonra, ufukta bir nokta belirir, giderek büyür, sonunda bir sal görünür ve kumsala oturur. Saldan çok güzel bir kadın iner ve "malum aksanla": Yüce Meryem! Ne ada! diye çığlık atar. Bunun üzerine çığlık atma sırası Marsilyalı'dadır: "- Te, hayal mi görüyorum! Bir kadın, hem de Marsilyalı! Bayan, gelişinizi güzel bir içki ikram ederek kutlamak isterdim, ama burada sadece su var." "Tamam", der kadın, "bende pastis var". Çantasından bir şişe Ricard çıkarır. Marsilyalı'nın ağzı açık kalmıştır. "Kusura bakmayın", der, "yanında ancak meyve ikram edebilirim." " Bende gerekli malzeme var." der kız. Ve çantasından sucuk ve cips çıkarır. Marsilyalının etekleri zil çalmaktadır. Aperitiflerini bitirdiklerinde kız sorar: "Bir kadın görmeyeli çok oldu mu?" Marsilyalı heyacanla cevaplar: "Ne diyorsunuz! Altı ay oldu!" Bunun üzerine kadın, Marsilyalı'ya yaklaşır ve en tatlı sesiyle: "Bir postaya ne dersiniz?" Marsilyalı, kendinden geçmiş bir vaziyette: "- Vay be! Petank toplarını da getirdiginizi söylemeyin!"

Çoğunuz şaşkınca satırlara bakmakla, kiminiz tahmin yürütmekte, bazılarınız kaşlarını çatmakta... Pastis'in bir içki olduğunu kestirebiliyorsunuz, "te"nin öylesine bir nida olduğunun da rüknüne vardınız, belki Marsilya aksanına vâkıf olamadınız ama çok da önemli değil, fakat "petank" lafını duyduğunuzda dumura uğradınız ve fıkrayı çözdüyseniz bile (ne de olsa pek ince bir espri sayılmaz) keyfine varamadınız. Bazılarınız belki "pétanque" oyununu Astériks'in "Galya Turu"ndan (Le Tour de Gaule) hatırlayacaktır. Pétanque, Güney Fransa'ya özgü, özellikle de Marsilyalılarla özdeşleştirilen bilye oyununa benzer bir cins top oyunudur. Avuç içine sığacak büyüklükte toplarla oynanır. Eldeki top, bowling misali, yerde duran diğer toplara isabet ettirilmeye çalışılır. Sokağa yayılırlar, ağırdan alarak, isabet ettirmek için uzuuun süre düşünerek oynarlar (Okuyanlar olacaktır, Asteriks'de Marsilyalılar kahramanlarımıza zaman kazandırmak için Romalılar'a engel olacak şekilde sokağa iyice yayılırlar ve oyunu hepten yavaşlatırlar). Pastis'e gelince Güney Fransa'ya özgü anasonlu bir içecektir. Rakıya da tam benzemez. Yine suyla içilir, yine su katınca bulanık bir hâl alır, ama beyaza değil sarıya çalar. Ricard ise, tahmin edebileceğiniz gibi, Fransa'nın önde gelen pastis markasıdır ("Tekirdağ" gibi düşünün). Yukarıda anlattığım fıkra, öncesinde Marsilyalılara dair sıraladığım özelliklerin çoğunu içerir. Marsilyalı "imajını", yani günlerini pastis içip "pétanque" oynayarak geçiren Marsilyalılara has "salaklık" derecesine varan tembelliği tam olarak ifade etmekledir.

Neden bu kadar uzun anlattım? Burada sadece bir diyalekt değil, bütün bir "kültürün" okura geçmesi mevzubahistir. Başka ülkelerde benzer karşılıkların mevcut olduğu bir gerçek, örneğin bizim "Temel" fıkralarının çok benzer halleri, hattâ bazen tıpatıp aynıları, İtalyanlarda "Carabinieri" yani jandarma olarak, Fransızlar'da da "Les Belches", yani Belçikalılar olarak karşınıza çıkabilir. Şüphesiz yukarıdaki fıkrayı da Temel'e uyarlamak zor olmayacaktır. Fakat, bilhassa çizgi romanda, söz konusu fıkranın ya da "kültürün" bir hikâyenin bütünlüğü içerisinde geçmesi, öykünün içeriğinde birçok bağlantı kurulmasına sebep olması ve görüntü ile de desteklenmesi, durumu kimi zaman iyice zorlaştırmaktadır. Bazen tek çare dipnottur (Görüldüğü gibi, "çevirmek gereksizdir, hiç girişmeyin" gibi bir seçeneği asla sunmuyorum!). Kesin bir sonuca varmak, "çözüm şudur" diye bir şey dayatmak niyetinde değilim, zira her durum kendine özgü bir çözüm gerektirir. Şüphe götürmez bir gerçek var ki, birçok çizgi romanı esas yazıldığı dilde algılanacağı şekliyle birebir çevirmek mümkün değildir ve ister istemez, diller arasında dolaşırken "havasından" birazını yitirecektir. O "havayı" mümkün mertebe korumak ise çevirmenin başlıca "görevidir."

Gerçekte varolan diyalektler ve aksanlar dışında, bir de yazar tarafından yaratılmış olanlar vardır.

Buna verebileceğim iyi bir örnek, Enki Bilal'ın "Uzay Anıları"nda, "Sömürge Trajedisi 2"deki android astrogenetikçi-jinekolog Theodule Bourdon'un konuşma biçimidir. Tamamıyla tersyüz olmuş bir gramer yetmiyormuş gibi bir de dişlekliğinden kaynaklanan telaffuz sorunu da vardır. Okurun adapte olması da birkaç cümleden fazla sürer. Birçok cümlede öznenin tam olarak ne olduğu karışır. Dâhi yazarımızın bunu fazlasıyla bilerek yaptığınaysa şüphe yok. Aynı bozuklukta bir Türkçe elde etmek gerçekten de akıcılığın iyiden iyiye azalmasına sebep olacaktır. "Tarzanca"ya benzeme tehlikesi de cabası, ki Türkçe'nin yapısı gereği, sonuç el mahkum "Tarzan var Jane'i sevmek" gibi cümleleri anımsatacaktır. Lehçe veya aksan söz konusu olmasa da, her dilin kendine ait kullanım biçimleri yine karşımıza sorun olarak çıkabiliyor. Tanıdık bir örnek "selamünaleyküm-aleykümselam" olabilir. Mesela İngilizce'de tam karşılıkları yoktur. Diyelim çizgi roman Mısır'da geçiyorsa ve Fransızca'sında da bu şekilde kullanılmışsa, çevirirken olduğu gibi bırakmalı. Bunun bir handikabı da yok değildir: Türkçe'ye çevirirken bize yabancı tabirler olmadıkları için katkıda bulundukları egzotizmden bir parçasını da alıp götürürler.

Diyalogun bir parçası olan, her ülkenin, hattâ bölgenin kendine has nidaları vardır. Gerçi bunların çoğu çevrilebilir niteliktedir, çünkü çoğunlukla içgüdüsel refleksler sonucu çıkarılan seslerden oluşurlar ve her ne kadar Fransız horozu Türk horozundan farklı ötse de ("cocorico", ya da Türkçe okunuşuyla "kokoriko"ya karşılık "üürüü") her ikisi de horoz sesidir ve her dilde hazır bir karşılığı vardır. Fakat, puxa vida! çizgi romanın yazıldığı dile fazlasıyla özgü nidalar, bunun yanında da küfürler, argo sözcükler ve elbette ki deyimler de mevcuttur ve bunların çevrilmemesi gerektiği malumdur. Mister No, kendine ait olmayan bir dilin ünlemini alışkanlık edinmiştir. Zaten yöredeki herkesin de kullandığını görürüz. "Puxa vida" atmosferin ve işin raconudur. Öyle ki Türk çizgi roman müptelaları arasında, konuşma dilinde olmasa da (herhalde hep yazılı olarak görüldüğünden), yazışmalarda kendisine önemli bu yer edinmiştir!

Bir yandan da, çoğu nida/ünlem aslında bağırılarak söylenir. Bu yüzden, çizgi romanın kendine has üslubunun bir parçası olarak, sahnenin havasını aksettirmek üzere resmin bir bölümünü oluşturacak biçimde yazılır, daha doğrusu çizilirler. Normalde kitabın filmlerinde konuşma balonları boş gelir ve çeviri bu balonlara ayrı bir film tabakası olarak yerleştirilir. Fakat, resmin bir parçasını oluşturan "çizilmiş yazıların" çevirileri için, çizimlerin filmlerine müdahale etmek akıl kârı değildir. Öncelikle yayıncılık anlayışına ters düşer. Diğer yandan, her kareyi çizerin oluşturmak istediği bir bütünü temsil eden birer resim, hattâ "sanat eseri" olarak değerlendirmek gerekirse, çizilmiş nida ve ses efektlerini resmin bir parçası olarak düşünmek ve dokunulmalarının/müdahale edilmelerinin "tahrip" niteliği taşıdığını göz önünde bulundurmak gerekir. Kimi zaman nara, çoğu zamansa ses efektlerini betimleyen bu "çizilmiş yazılar" sıklıkla çevrilmeyi gerektirmemektedir. Özellikle de çeviri bir batı dilinden diğer bir batı dilineyse. Çeviri gerektirdikleri durumlardaysa dipnot düşülebilir, çoğunlukla başvurulan yöntem de budur; Ama aşırıya kaçmamak suretiyle, çünkü sürekli açıklamalara tâbi tutulan bir çizgi romanın anlaşılmamış bir fıkrayı sonradan açıklamaktan farkı yoktur. Yaratacağı boşluk etkisi aynıdır.

Çizilmiş metinleri konu etmişken kaligrafiye geçmenin tam sırası. Basılı metinde hangi yazı "font"'un (yazı karakteri) kullanıldığı, çevirmenin doğrudan sorunu olmasa da, atmosfere sağladığı katkı açısından üzerinde durulması gerekir. Çoğu çizgi romanda bir "yazar", "çizer" bir de kaligrafist vardır. Kaligrafın da kendine has bir çizgisi, seçilme sebebi vardır. Kaligrafi kullanımın önemine ve çevirmeni, dolaylı da olsa, nasıl etkilediğine iyi bir örnek Asteriks Olimpiyatlarda'da görülebilir. Kaligrafiyi yapan Ferdi Sayışman, (orijinaline de uyarak) Yunanlıların Yunanlı olduklarını vurgulamak için, kıvırcık siyah saçları, düz inen profilleri ve giysileri dışında, Yunanlıların konuşma balonlarında farklı bir tipografi kullanmıştır. Yunan harflerine benzeyen karakterler, konuşturulan kişinin cümle yapısını değiştirmeden, bozmadan. Yunanlı olduğunu göstermektedir. Metin çevirisi konusunda son olarak all/üst/yan vb metinlere değinelim. Diyaloglardan farklı olarak, bir hikâyenin içinde genellikle tek bir çizgi tutturan bu metinler "anlatıcının" sözleridir, yani konuşma dilini değil, anlatım dilini kullanırlar. Dolayısıyla diyalogdan farklı ele alınabilirler. Düz anlatım söz konusu olduğunda çok belirgin sorunlar yaşanmamaktadır. Kimi deyimler, varsa uydurulmuş kelimeler ve yine hangi üslubun kullanıldığı, aynı şekilde dikkate alınmalıdır.

Kısaca bir sonuca varmak gerekirse, çeviride kesin doğrular yoktur, her çevirmenin de kendine ait bir tarzı/üslubu vardır. Dilin çizgi romandaki esas işlevi, diyalogu sağlamanın dışında, "ambiyans"/"atmosfer" yaratmaktır. Kimin nasıl konuştuğu - kişi, mekân, zaman vb. hakkında fikir veriyor, "havaya girmemizi" sağlıyor. Dolayısıyla çevirmenin mutlak doğruyu bulmaktan ziyade bu havayı olabildiğince yakın bir şekilde yakalamaya çalışması gerekiyor.

LINDA STARK
 
Üst