Bir Son Macera Kahramanı; Yüzbaşı Volkan

Lami Tiryaki

Onursal Üye
21 Nis 2009
513
3,729
Aşağıdaki yazım, 1999 yılında Darkwood Sakinleri dergisinde yayınlandı. Aradan geçen 14 yıla rağmen yerli çizgi romancılığımızda dişe dokunur bir fark yaratamadığımızı düşünüyorum. Bence düşünmeye devam edelim. Yazı oldukça eski ve ben hiç düzeltme yapmadan koyuyorum, nahif ve düşük ifadeleri affedin dostlar.

Selamlar
Lami
Giriş; Sisli Hatıralar

1970’li yıllar… 1930’dan bu yana Türkiye’de yaşanmış olan bir “Altın Çağın” zirvesi ve aynı zamanda son demleri.. Bu gün yaşları 30 ve yukarı olanlar, o yıllarda çocukluk çağını geride bırakmak üzereler. Değişik ideolojik görüşlere sahip “ablaları ve abileri” birbirleriyle kıyasıya bir mücadeleye girip kan gövdeyi götürürken, onlar ÇR’ın büyülü evreninde kendilerine yepyeni dünyalar yaratıyor, yaşadıkları şehirlerin çirkinliklerine karşı görünmeyen duvarlar örüyorlardı…

ÇR’ın son demlerini yaşadığının farkında olmayan bizler, Urfa’nın (o zaman henüz Şanlı değildi) sinemalarının olduğu caddede kurduğumuz basit tezgahlarda-bu bazen gazete kağıtları, bazen da tahta sandıklar oluyordu-“Tommiks-Teksas’çılık” yapıyorduk. ÇR meraklısı çocuklar, gençler, sinema saatini bekleyen büyükler, ayaküstü bir-iki kitap okuyor, kimisi de sadece “resimlerine bakıyordu”. Bazan da kitabın kendisi satın alınıyor ya da değiş tokuş yapılıyordu. Doğrusu ya fena para da kazanmıyor değildik hani.

Tabii ki bu piyasanın da “çıkıntıları” mevcuttu. Onlara “dayı” denirdi. Etrafında ipten saptan kopma bir grup çocuğu toplayan gözü pek çocuk irisi herhangi biri, kendisini “dayı” ilan eder ve gelip bizim tezgahları basarlardı. Tekmelerle tezgahları dağıtıp, “hasılatı” toplarlardı. Bir kolu sakat abimle birlikte, tezgahımızı korumaya çalıştığımız bir gün nerdeyse hastanelik oluyorduk. Her türlü sertlik, vahşet sokaklarda alenen yaşanıyor ve bu normal kabul ediliyordu. Hayat, ÇR'lardaki gibi değildi. Ama biz yine de öyle olduğuna inanıyorduk. O yıllarda henüz Türkiye’de “iletişim devrimi” yaşanmadığından bütün bu olanların, Türkiye’nin hemen her yanında yaşandığından haberimiz yoktu. Biz, kendimizi o fantastik dünyada, yapayalnız hissediyorduk.

O zamanların moda anlayışı, “ÇR zararlıdır” şeklindeydi. Kitaplarımızıevlerimize sokamıyorduk. Bazı çok şanslı arkadaşlarımızın ebeveynleri, ÇR’lara ses çıkarmıyordu. Onların da çoğu okuma-yazma bilmiyordu zaten. Kitaplarımız, genellikle bu arkadaşların evlerinde saklanır, tezgaha çıkaracağımız zaman alınırdı. Bazen da bu arkadaşlarımız, “ne kitabı lan, bende kitap falan yok” diyerek “malın üstüne otururdu”. Çok bir şey yapamazdık bu durumda. Öyle ya nereye koyacaktık kitaplarımızı.

Sık sık, çaresizlikten kitapları gizlice eve getirir, ama eninde sonunda yakalanırdık. Annelerimiz babalarımız, çoğu misafirlerin önünde kitaplarımızı ortaya döker, önce yırtar sonra da çıtır çıtır yanan teneke sobadan içeri atarlardı. Bu şekilde çocuklarını koruduklarını düşünürlerdi. Böylece güneydoğu’nun soğuk kış gecelerinde sıcacık ısıtırdı ÇR’larımız hepimizi. Aslında yanan, çocukluğumuzun gözyaşlarıydı…Oysa biz yurtseverliği Kaptan Swing’ten, Çelik Blek’ten öğrenmiştik, ülkü ocaklarının 9 ışık doktrininden değil. İnsan sevgisini, zayıfların korunması gerektiğini Kızılmaske’den öğrenmiştik. Biz, Marks’ın Kapital’ini okumadan bilebiliyorduk bütün bunları. Ama yine de ÇR zararlıydı. Zararının ne olduğunu ise kimse söylemiyordu bize. Hayatım boyunca ÇR’ın zararlı olduğunu dinlediğim halde, hiç kimse bir tek zararını telaffuz edememişti bana. En somut olarak söylenen şey, ÇR’ların şiddeti körüklediğiydi. Oysa sokaklarda akan kanın hesabı tutulamıyordu. Bizim hayallerimizi yırtanlar yakanlar, birbirlerinin canını alacak kadar çılgınlaşmış bu insanlara neredeyse saygınlık duyuyorlardı. Ebeveynlerimiz, mutlaka birilerinin yanını tutuyorlardı. Bizim yanımızda olan kimse yoktu oysa. Biz, belki de dünyanın en zorlu mücadelelerinden birini veriyorduk… Kimbilir belki hala vermeye devam ediyoruz.

Zamanın “muhbirleri de” eksik değildi bu arada. Sokaklarda, tezgah başlarında takip ediliyor, birtakım işgüzarlar tarafından ebeveynlerimize ispiyonlanıyorduk. Öyle akşamlarda eve gitmezdik çoğunlukla. Dövülmek ve aşağılanmak, sokakta kalmaktan daha iyi değildi çünkü. Bazen bizi ispiyonlayan, küçük kardeşimiz olurdu. Herhangi bir sebepten dolayı bize küstüğünde, evde saklı olan kitaplarımızı anında ortaya döker, babalarımızın arkasına koşarlardı. Sonrası ise ateş ve gözyaşı idi…

Tay Yayınları’nın Renkli Dünyalar’ı
70’lerin siyah beyaz dünyasında, Tay Yayınları’nın renkli ÇR kapakları, dünyamızı en çok renklendiren güzelliklerdi. Aslan Şükür’ün her biri tablo güzelliğindeki kapakları, her ne kadar soyut kalıyorsa da, ÇR’ın dışında ayrı bir dünyanın kapılarını açıyordu bizlere. Mister NO, kapaklarda, pilot montlu kovboy kemerli biriyken, ÇR içinde deri gömleği ve daracık pantolonlu bir serüvenciydi. Sanki iki kişiliği, iki hayatı vardı Mister NO’nun. Hele bu kitaplar birde fasiküllüyse ve o fasiküller de kapaklıysa, adeta cennetten yeryüzüne indirilmiş yakut taşları gibi olurdu gözümüzde. Bu gün çerçeveletip duvara astığımız o güzelim fasikül kapakları, 70’lerin sonlarına doğru kaldırılıp, kitaplar tek kapaklı hale getirildi. Kapitalizmin ilerleyişiyle olan bizim fasikül kapaklarına olmuştu. Yine de Aslan’ın çizimleri, ÇR’lara olan ilginin devam etmesini sağlıyordu hala. O zamanın bu renkli şaheserleri, bu gün ÇR koleksiyonlarının vazgeçilmez parçalarıdır. Bu kapaklar öylesine önemliydi ki sonradan yayınlanan tekrar ve devam serilerinde de, yine Aslan Şükür kapakları tekrar tekrar kullanıldı uzun süreler. Diğer yayınevlerinden Ceylan, Alfa ve diğerlerine olan ilgi, Tay Yayınları kadar canlı değildi. Kapaklar, seçilen ÇR’ların çeşitliliği ve renkler, Tay’ı diğerlerine karşı cazip hale getiriyordu. Tay Yayınları her zevke hitap edecek türde ÇR yayınlıyor, belli bir türün yayınevi olmayı reddediyordu. Gordon, Zagor, Mandrake, Kızılmaske, Zagor, Yüzbaşı Volkan, sonraları Jeriko, Judas, Karaoğlan ve nihayet Martin Mystere, değişik zevklere hitap eden çok değerli ÇR örnekleriydi. Seriler, tekrar da olsa özenle numaralandırılıyor, gerek kapaklardan gerekse iç sayfalardan seriler takip edilebiliyordu. Alfa gibi bazı yayınevleri, yaptıkları çok miktarda tekrarın ötesinde, fasikül içlerine numara yazmaya bile gerek görmüyorlardı bazen. Kapaksız ciltlerin hangisi olduğunu anlamak için serüveni mutlaka bilmek gerekiyordu. Buna daha sonraları kapağı içinden farklı numaralı serilerin çıkması ise muazzam bir saygısızlık örneğiydi.

Yerli Kahramanlar ve Yüzbaşı Volkan
O zamanlar ÇR dünyasının yerli kahramanlarının, biri dışında tamamı eski yüzyıllardan kopup gelmişti. Tarkan, Karaoğlan, Tolga, Malkoçoğlu gibi eli kılıçlı yerli kahramanlar, Çin Seddin’den Germen topraklarına kadar dünyayı kasıp kavuruyorlardı. Kimi Romalılar arasında, kimi Bizans Ellerinde, kimi de Orta Asya steplerinde serüvenden serüvene koşuyorlardı. Gariptir ki, bunların serüvenlerinin çoğu Türk toprakları dışında geçiyordu. Belki de bu şekilde kahramanlarımız her daim düşmanlarımız(!) olan ecnebilerle mücadele ediyorlar, onların kadınları ve kızlarıyla sevişiyorlardı. Bizim kadınlarımız onlara çekici gelmiyor olmalı ki hiç biri Türk kadınlarına pek yüz vermiyordu. Bu açık ya da gizli milliyetçilikle birlikte, bu kahramanlar çok tutuluyordu. Hepimiz onlara hayran, onlarla birlikte geziyor, Vikinglerle, Çinlilerle ya da Romalılarla heyecanlı maceralar yaşıyorduk.

Bunların içinde bir tanesi, diğerlerinden çok keskin çizgilerle ayrılıyordu. Bu, hemen hepimizin çocukluğuna damgasını vurmuş olan Yüzbaşı Volkan’dı.

Yaratıcısı Ali Recan, Volkan’ın doğuşunu şöyle anlatır:”1971 yılı sonlarında ülkemizde konuk olarak bulunan, Amerikan Hava Kuvvetlerinin bir U-8 Seminole uçağı, fırtınalı havada Kars’a giderken yanlışlıkla Rus sınırını geçmiş ve Mig’ler tarafından yolu kesilerek Ermenistan’ın Erivan havaalanına inişe zorlanmıştı. Olay, o günlerde dünya basınında “U-8 krizi” adıyla geniş yankılara neden olmuş, uçağı ve personelini geri alabilmek için Türkiye, Rusya, ve Amerika arasında yoğun diplomatik görüşmeler yapılmış, sert protesto notaları verilmişti.

O tarihlerde, günlük gazetelere çeşitli konularda resimli romanlar, karikatürler çiziyor ve gazete ressamlığı yapıyordum. Bir yandan da yeni bir resimli roman kahramanının arayışı içindeydim. Hemen hemen her gazetede, o günlerde çok moda olan eli kılıçlı Orta Asya kahramanlarının serüvenleri yer alıyordu. Denenmemiş bir konuda, yeni ve çağdaş bir çizgi roman kahramanı aradığım sırada işte bu U-9 olayı dikkatimi çekti. Böylece, ciddi bir araştırma ve çalışmanın sonucunda Yüzbaşı Volkan’ın ilk macerası olan “Kafkas Dağlarında Ölüm” doğdu.

Bu ilk serüvenin gazete tefrikası beğenilince bunu diğerleri izledi. Gazetelerde tefrika edilerek biriken bu serüvenler, 1975 yılında Tay Yayınlarının haftalık Bonanza dergisinde yayınlandı. Haftalık dergi okurlarının beğenisi de kazanılınca, Yüzbaşı Volkan 1976 yılında bağımsız haftalık dergi olarak yayına başladı. Bu ilk haftalık dizi, aralıksız 128 sayı sürdü. Bu haftalık sayıların iadeleri, üçer üçer birleştirilerek ve biraz da ek baskı yapılarak cilt biçiminde ayrıca yayınlandı”.
(Yüzbaşı Volkan Dizisi-Sayı:1; Alfa Yayınları)

Volkan, Ali Recan’ın kopyalama ile oluşturduğu iddialarını doğrularcasına, kişilik ve maceraları açısından pek çok çeşitlilikler gösterir. Onda, Alfred Hithckock’un James Stewart’lı karakterlerini ve Hitchkock filmlerinin havasını hissedebilirsiniz. Göksel Arsoy’lu Golden Boy maceralarını, ya da Amerika’lı soğuk savaş dönemi Holywood karakterlerinin çoğunu onun kişiliğinde ve serüvenlerinde bulmak mümkündür. Zaten kendisi de, reklam striplerinde, “beni bazen denizlerin dibinde, bazen uzayın sonsuz boşluğunda, bazen bulutların üstünde, bazen de ölümün eşiğinde görecek ve aynı heyecanı benimle birlikte yaşayacaksınız” der. Buna biz de, “güzel bir kadının kolları arasında”yı ekleyelim. O, Mister NO gibi yeri yurdu belli olmayan bir maceraperest değildir. Vatanseverdir ve bir görevi vardır. Kızılmaske ya da Zagor gibi belli bir yörenin insanlarını korumak için değil, sadece görevi ve vatanı için yaşar. Pilot olması, ona sonsuz hareket yeteneği sağlar. Uçakların getirdiği estetik görünümlü karelerle de hayal dünyamızı olabildiğince geniş tutar.

Volkan, bazen İzmir’de Efes Otel’de, bazen da Moskova’da Pravia Hapishanesinde çıkar karşımıza. Bir de bakmışsınız, Pakistanda Pashawar’da görevi gereği sivil pilotluk yapmaktadır. Volkan’ın son derece keskin çizgileri, belli bir estetizmi ve okuma kolaylığını yakalamamızı sağlar. Maceralarında Türkiye’nin kentlerini, bizim insanlarımızı görmek bizde değişik duygular uyandırmıştır.

Volkan, bekar bir kahramandır. Bu ona, hemen her serüveninde gönül ilişkileri kurmasına olanak verir. Eli kılıçlı kahramanların tersine Volkan, Türk kadınlarıyla da sevişir. Hatta bir de uzatmalı sevgilisi vardır. Gazeteci Funda. Funda ile, Türkiye’nin ve dünyanın değişik yerlerinde serüvenler yaşar. Onun milliyetçiliği belli bir kültürün değil, vatanı ve milletiyle sınırlıdır. Zaten görevi budur onun. Çünkü o, Türk Hava
Kuvvetleri’nin bir subayıdır.

İdeolojik akımların, serüvenlerinde yer almasına rağmen, Yüzbaşı Volkan’da, ideolojik taraf tutma yoktur. Büyük Komplo isimli serüveninde, İngiltere Başbakanı’nı, Türkiye ziyareti sırasında kaçırmayı başaran uluslararası bir kaçakçılık şebekesinin adamlarından Paul Serato, eylemlerini anlatırken, “başbakan ile sekreterinin anarşist bir grup tarafından kaçırıldığını sanacaklar. Polis, sabıkalı komünistlerin peşinde koşarken biz başbakanla birlikte Türkiye’den çıkmak için yeteri kadar zaman bulacağız”(Yüzbaşı Volkan Tay Yayınları Albüm No:10 Sayı 29) diyerek, ideolojik mücadelelerin arkasındaki çıkar odaklarını işaret etmektedir. Yüzbaşı Volkan, kuvvet dengelerine karşı kendi milli çıkarlarına göre hareket eder. Çok Gizli adlı serüveninde, Türkiyede’ki silah ambargosu döneminde Sovyetler Birliği’ne Mig uçaklarını incelemek üzere görevle gittiği bir sırada, görevini baltalamak isteyen Amerikalı CIA ajanlarıyla mücadele eder. Devamı niteliğindeki Firar Gecesi serüveninde ise, Rus rejimine karşı olan Prof. Ömer Baturov’un Sovyetler Birliği dışına kaçırılmasında rol alır.

Kısacası Volkan, bizden biridir. Bizim insanımızdır. Serüvenlerinin bize diğer ÇR’lardan daha sıcak gelmesi doğaldır. Burada bir parantez açıp, Ali Recan ve Volkan’ın kopya bir kahraman olduğuna ilişkin tartışmaya değinmek istiyorum.

Yüzbaşı Volkan, kopya bir kahraman olabilir. 70’li yıllarda, Türkiye’nin doğusunda, bırakın kahramanın kopyasını-asılını araştırmayı, doğru dürüst kitap bulmak bile mucizeydi(hala da öyledir). Urfa’da topu topu bir gazete bayii ile durum idare ediliyordu. Volkan o yılların ÇR çeşitliliği içinde yerli bir kahraman olarak can simidi olmuştur bizlere. Eli kılıçlı kahramanların karanlık-epik serüvenlerine karşılık, Volkan, gerçekçi ve iç açıcı karelerde bizlere ferahlık vermiştir. Hatta yabancı ÇR’lardaki kostümlü abartılara karşın o gerçekçi olay örgüsü ve çizgilerinin estetiğiyle bizlere teknik olarak ta çekici gelmeyi başarmıştır.

Bir ÇR toplantısında sevgili Hakan Alpin’in şu sözlerini hiç unutmuyorum: ”Türkler, maalesef Yüzbaşı Volkan’dan bu yana yeni bir kahraman yaratamamıştır”. Bu çok doğru teşhise karşılık, acaba Ali Recan’ı kopyacılıkla suçlayanlar yeni bir yerli kahraman oluşturmak için ne kadar çaba sarf ettiler? Sözlerim bu söylemleri hedeflemekten çok, bu tartışmaların Türk ÇR okuruna neler kaybettirdiğine yöneliktir. Türkiye’de can çekişen bir sektör olarak ÇR dünyasının bu tartışmaları kaldıracak lüksü yoktur. Bu gün ülkemizde artık kopyayı bırakın her şey batı dünyasının kendisi olmuştur. Türkçe unutulmuştur. Keşke Volkan, bu eleştirilerle yeni bir yerli ÇR kahramanının çıkışının yolunu açsaydı. O bile olamamıştır. Ben bu tür tartışmaların ÇR’severlere çok şey kaybettirdiğini düşünüyorum.

70’lerin sonunda Volkan, sessiz sedasız, Ali Recan’ın kurduğu Alfa yayınlarına transfer oldu. Ancak burada, kötü kapaklı, bol tekrarlı kötü seriler olarak yavaş yavaş “öldürüldü”. Şekilsiz seriler, tekrarın tekrarı, yayın periyodu ve kapak numarası belirsiz kitaplar Volkan’ın yeni okuyucu kitleleri bulmasını da engellemiştir. Yüzbaşı Volkan, bu gün ÇR koleksiyoncularınca aranan isimler arasındadır. Özellikle Tay Yayınlarının nefis kapaklarıyla 40 albümlük Yüzbaşı Volkan’ın, ÇR koleksiyonlarında ayrıcalıklı bir yeri vardır.

Son Söz Niyetine

Yaşamımın diğer yıllarını çoğu silik hatıralarla anımsamama rağmen, ÇR’la geçen çocukluk ve ergenlik çağlarımın hemen her ayrıntısını hatırlayabiliyorum. Bugünkünden çok daha ilkel koşullarda yaşamamıza rağmen, bize ilk okuma ve insan sevgisini aşılayan ÇR’lı zamanları hatırladığım anlarda tatlı ürpertiler hissederim. Bizler, hayatımızda karşılık beklemeden gönlünü ÇR’a vermiş insanlardık. Küçücük beyinlerimizde, hiç bir sevgilinin elde edemeyeceği bir sadakat ve sevgiyi kazanmıştı ÇR’lar. Zamanla bu büyülü dünyayı, birileri yok etmeyi başarmıştı. Şimdilerde, sahafların ve bu işin ticaretini yapan insanların elinde aşağılık pazarlıklara konu olan ÇR’larımızı kurtarmak için, biz de o kötü döngüye girmiş bulunmaktayız.

Yetersiz insanların yönetiminde son birkaç çırpınışını yaşayan ÇR dünyasını, bu sefer başka ellere kaptırdık sanırım. Artık sıradan gençlerin satın alamayacağı fiyatlarla piyasaya sürülen çok gösterişli ama asla Tay’ların Ceylan’ların tadını vermeyecek birer ticari meta görünümündedirler. Bu gün yetersiz ÇR yayınlama denemeleri, aksamalarla ve çoğu kez başarısızlıklarla sürdürülmektedir. Doğan&Egmont arkasındaki büyük maddi güce karşın ÇR yayınlama işinin neredeyse üstesinden gelememektedir.

Bütün bunlara katlanması zor da olsa, ÇR’ın hala ölmediğini görmek tek tesellimiz olacaktır herhalde. Ama eski tadımız yine de yok. Hani şarkıda söylediği gibi:
“Biz büyüdük ve kirlendi dünya”
Lami Tiryaki
Darkwood Sakinleri, Sayı : 9
02.11.1999
İZMİT
 
Son düzenleme:

büyük beyaz

Yönetici
Çeviri & Balonlama
E-Dergi Takımı
17 Ağu 2009
17,733
43,993
denize sıfır
Eline sağlık usta harika anlatmışsınız. Her ne olursa olsun Volkan bizden biri ve maceralarda kendimden bir şeyler buluyorum. Bu gün yeni maceralar ve yeni tekniklerle Yüzbaşıyı aramızda görmek hoş olurdu. James Bond'un Türkiye ayağı olarak keyfini sürerdik.:)
 

Baltimora

Yönetici
16 Nis 2009
9,592
34,890
İstanbul
Yazınızı soluksuz okudum, çok hoş bir yazı olmuş. Ellerinize ve yüreğinize sağlık Lami abicim. İnanıyorum ki sizler gibi kalbi sürekli ÇR ile atan insanlar oldukça, ülkemizde ÇR kültürü asla yok olmayacaktır. Bu arada Yüzbaşı Volkan'ın yabancı çizgiromanlardan aşırtma olduğunu da Levent Cantek'in "Türkiye'de Çizgiroman" adlı eserinde okumuş ve örnekleriyle görmüştüm.
 

Bay_X

Onursal Üye
30 Haz 2012
1,672
17,185
Duyguların çok güzel ifade edildiği bir yazı. Kaleminize sağlık üstadım. Teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
 
Üst