Conan - The Sorrow of Akivasha

sbasak

banned
7 Mar 2015
449
2,848
Dark Horse The Cimmerian ciltlerinde yer almayan bir one shot.

İyi okumalar....

dnaq3wi8g4yscotfe.jpg


 
Moderatör tarafında düzenlendi:

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
EJDERİN SAATİ'NDEN....

...

XVIII
“HİÇ ÖLMEYEN KADINIM BEN”

Conan sıcak bir ilgiyle baktı maskeli yol arkadaşlarına. Ya onlardan biri Thutothmes’ti, ya da grubun hedefinde aradığı adamla bir buluşma vardı. Hurmaların ardında gölgeli göğe karşı yükselen siyah, üçgen bir kütleyi fark ettiğinde bu hedefin ne olduğunu da anladı.

Kulübeler ve korular kuşağından geçtiler; biri onları gördüyse bile kendini göstermeyecek kadar dikkatliydi. Kulübeler karanlıktı. Onların gerisinde siyah Khemi kuleleri, liman sularında yansıyan yıldızlara karşı kasvetle yükseliyor; önlerinde çöl solgun bir karanlık halinde uzanıyor, bir çakal, bir yerlerde kederle uluyordu. Sessiz çömezlerin çevik sandaletleri kumda hiç ses çıkarmıyordu. Çölün karanlığından yükselen devasa piramide doğru ilerleyen hayaletlere benziyorlardı. Tamamen uyuklayan diyarda çıt çıkmıyordu.

Conan’ın kalbi, yıldızlara karşı nakşedilmiş gibi duran zalim kara takoza bakarken daha bir hızla vurdu; Thutothmes’e yaklaşmak için sabırsızlığı, buluşmanın anlamı her ne ihtilaf olursa olsun, meçhule dair bir korkuyla karışmıyor da değildi. Kimse kaygılanmadan yaklaşamazdı bu kara taştan kasvetli yığınlardan birine. Bunların sırf ismi bile kuzey ulusları arasında iğrenç bir dehşet sembolüydü ve efsaneler onları Stygialıların inşa etmediğini ima ediyordu; esmer tenli halkın büyük nehir ülkesine geldiği kadim tarihte de ülkedeydi bunlar.

Piramide yaklaşırlarken, temel yakınında solgun bir parıltı ilişti gözüne. Az sonra bunun her iki yanında gizemli, anlaşılmaz, taşta billurlaşmış kâbus kadını başlarıyla, taş aslanlar bulunan bir eşik olduğu ortaya çıktı. Grup lideri doğruca, Conan’ın içinde hayal meyal bir kişi gördüğü derin kuyudaki eşiğe yöneldi.

Lider bu solgun kişinin yanında bir an durdu, sonra da içerinin karanlığında kayboldu, diğerleri de bir bir onu izledi. Her maskeli rahip, kasvetli kapıdan geçerken gizemli gardiyanın yanında kısaca duruyor, aralarında Conan’ın bir tür sözcük mü, yoksa jest mi çıkaramadığı bir şey geçiyordu. Bunu gören Cimmerialı kasten geri kaldı ve eğilerek sandaletinin bağcıklarını yokluyormuş gibi yaptı. Son maskeli adam kaybolana dek doğrulup kapıya yaklaşmadı.

İşittiği bazı masalları hatırlayan Conan, acaba tapınak muhafızı insan mı diye merak etti endişeyle. Fakat şüpheleri yatıştırıldı. Tam kapının iç tarafında parlayan solgun, bronz bir kandil, siyahlığın içine uzanan uzun, dar bir koridoru aydınlatıyor, bunun ağzında da bol, siyah bir pelerine bürünmüş bir adam sessizce duruyordu. Görünürde başka kimse yoktu. Maskeli rahipler koridorun aşağısında gözden kaybolmuştu anlaşılan.

Stygialının delici gözleri, asık suratını örten pelerinin üstünden Conan’ı dikkatle süzdü. Sol eliyle acayip bir jest yaptı. Rastgele taklit etti bunu. Ama beklenen başka bir hareketti besbelli; Stygialının sağ eli cübbenin içinden bir çelik ışıltısı ve sıradan bir insanın yüreğini deşecek caniyane bir darbeyle çıktı.

Oysa kasları bir orman kedisi çevikliğiyle gerilmiş biriydi uğraştığı. Hançer daha solgun ışıkta parlarken, Conan esmer bileği yakaladı ve iyice sıktığı sağ yumruğu Stygialının çenesine indi. Adamın başı, kırık bir kafatasını anlatan kof bir çatırtıyla taş duvardan geri tepti.

Bir an için adamın başında dikilerek dikkatle kulak kabarttı Conan. Kandil kapı çevresine bulanık gölgeler düşürecek şekilde kısık yanıyordu. Ötedeki karanlıkta hiçbir şey kıpırdamıyordu. Gerçi hayli uzak ve aşağıdaydı ama anlaşılan bir gongun alçak, boğuk sesiydi işittiği.

Eğildi ve cesedi içeriye, ardına dek açık duran büyük bronz kapının arkasına çekti, sonra hangi kadere gittiğini tahmin etmeye bile yeltenmeden, temkinle ama süratle koridordan indi.

Şaşkın halde durakladığında fazla ilerlememişti. Koridor iki kola ayrılıyordu ve maskeli papazların hangisini seçtiğini bilmenin yolu yoktu. Rastgele deyip soldakini seçti. Zemin hafifçe aşağı meyilleniyordu ve zemini adeta sürüyle ayak tarafından aşınarak pürüzsüzleştirilmişti. Conan hangi unutulmuş çağda, hangi niyetin bu devasa yığınları yükselttiğini merak etti huzursuzca. Burası eski, çok eski bir ülkeydi. Stygia’nın kara mabetlerinin kaç çağdır yıldızlara baktığını kimse bilmezdi.

Dar kara kemerler ara sıra sağa sola açılıyordu ama içinde yanlış yolu seçtiğine dair bir kanaat gelişmesine rağmen ana koridorda kaldı. Ona karşı avantajlı olsalar da rahiplere yetişmiş olması gerekirdi şimdiye dek. Gerginliği arttı. Sessizlik somut bir varlığı andırıyordu; yine de yalnız olmadığını hissediyordu. Bir kereden fazla, karanlık bir kemeri geçerken, üstüne dikilen görünmez gözlerin bakışını algılar gibi oldu. Yarı yarıya koridorun ilk bölündüğü yere dönmeyi kurarak durdu. Birden döndü, her siniri sızlayarak bıçağını kaldırdı.

Daha ufak bir tünel ağzında, dik dik ona bakan bir kız duruyordu. Fildişi teni, bir tür kadim soylu aileden bir Stygialı olduğunu gösteriyordu, böyle kadınların tümü gibi iç gıcıklayan duruşlu, uzun boylu, kıvraktı; arasında ışıl ışıl bir yakut parlayan kocaman, siyah bir köpük yığınıydı saçı. Fakat kadife sandaletlerle esnek belindeki geniş, mücevherli kemer olmasa enikonu çıplaktı.

“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu kız.

Cevap vermek, yabancı kökenini ele verecekti. Tepesinde sallanan tüylerle, çirkin maske içindeki zalim, kasvetli bir kişi olarak kıpırdamadan durdu. Tetikteki bakışları kızın arkasındaki gölgeleri araştırdı ve boş olduklarını gördü. Fakat çağrı menzilinde savaşçı sürüleri olabilirdi.

Şüpheyle olsa da, görünüşe göre endişe duymadan ona doğru geldi kız.

“Rahip değilsin,” dedi. “Bir savaşçısın. O maskeyle bile belli bu. Seninle bir rahip arasında, bir erkekle kadın arasındaki kadar fark var. Set adına!” Kız birden durup, gözleri iyice açılarak bağırdı. “Stygialı bile değilsin bence!”

Gözün takip edemeyeceği bir hızla, kızın yuvarlak boynuna okşar gibi kapandı eli.

“Gıkını çıkarma!” diye mırıldandı.

Pürüzsüz fildişi teni mermer kadar soğuktu, yine de onu süzen iri, kara, muhteşem gözlerde korkudan eser yoktu.

“Korkma,” diye cevap verdi sukunetle. “Seni ele vermem. Fakat deli misin ki bir yabancı, bir dışarlıklı olarak yasak Set mabedine geldin?”

“Rahip Thutothmes’i arıyorum,” Cevap verdi. “Bu mabette mi?”

“Onu niye arıyorsun?” kız geçiştirdi.

“Benden çalınan bir şey var onda.”

“Seni ona götürürüm,” Öyle çabuk gönüllü oldu ki anında kuşkulandı.

“Benimle oynama kız,” diye homurdandı

“Seninle oynamıyorum, Thutothmes’i sevmem ben.”

Bocaladı, sonra aklını toparladı; kızın onun elinde olduğu kadar, o da kızın elindeydi neticede.

“Yanımda yürü,” Elini kızın boğazından bileğine geçirerek emretti. “Fakat dikkatli yürü, eğer şüpheli bir hareket yaparsan—”

Kız onu meyilli koridordan, giderek daha aşağılara, kandil bulunmayan yerlere dek götürdü; karanlıkta yoklaya yoklaya, görmekten ziyade hisleri ve yanındaki kadını algılaması sayesinde buluyordu yolunu. Bir keresinde onunla konuştuğunda kız başını ona doğru çevirdi ve gözlerinin karanlıkta altın gibi parladığını görünce irkildi. Belirsiz tereddütler, bulanık, korkunç şüpheler bastı içini; ancak ilkel yön duygusunu bile alt üst eden kara koridorların labirenti andıran karmaşasında kızı izledi. İçinden, o siyah gizem meskenine götürülmesine izin veren bir aptal olduğu için kendisine sövüyordu ama dönmek için çok geçti. Etrafındaki karanlıkta yeniden hayat ve hareket algıladı. Siyahlıkta sabırsızca yanan tehlike ve açlığı algıladı. Kulakları onu aldatmıyorsa, kızdan mırıltılı bir emir üzerine kesilip uzaklaşan hafif bir sürünme sesi yakalamıştı.

Nihayet gizemle yanan siyah mumlar bulunan tuhaf, yedi kollu bir şamdan tarafından aydınlatılan bir odaya getirdi kız onu. Yerin çok aşağısında olduklarını biliyordu. Oda, cilalı siyah mermer duvarlar ve tavanıyla kare şeklindeydi ve kadim Stygia modasına uygun döşenmişti. Burada siyah kadife kaplı bronz bir divan vardı, siyah, taş bir kürsüde de süslü bir mumya sandığı duruyordu.

Conan odaya açılan birtakım siyah kemerlere bakıp umutla bekleyerek durdu. Fakat kız daha öteye gitmek için hareketlenmedi. Kediyi andıran bir kıvraklıkla divana serilerek parmaklarını biçimli başının arkasında kenetledi ve uzun, sarkık kirpiklerin altından onu süzdü.

“Eee?” Sabırsızca sordu. “Ne yapıyorsun? Thutothmes nerede?”

“Telaşa mahal yok,” diye yanıtladı tembel tembel. “O mesele için bir saat—yahut bir gün, bir yıl ya da asır ne ki? Çıkar maskeni. Bırak yüzünü göreyim.”

Conan bir kızgınlık homurtusuyla hantal başlığı çıkardı, kız, esmer yaralı yüzüyle parlayan gözlerini tararken onaylar gibi başını salladı.

“İçinde güç var—muazzam bir güç, bir öküzü boğabilirsin.”

Kuşkusu çoğalarak huzursuzca kıpırdandı. Eli kabzasında, karanlık kemerlerin içini araştırdı.

“Eğer beni bir tuzağa getirdiysen,” dedi, “eserinden hoşlanacak kadar yaşamazsın. Divandan kalkıp sözünü tutacak mısın, yoksa ben mecburen—”

Sesi kesildi. Unutulmuş bir sanatın ürkütücü canlılığıyla, üstündeki fildişine sahibinin çehresi yontulmuş mumya sandığına bakıyordu. O kabartma yüzde, tedirgin edici bir aşinalık vardı; sarsılarak ne olduğunu anladı bunun; onunla bronz kanepede yatan kızın yüzü arasında müthiş bir benzerlik vardı. Yontucunun modeli bu kız olsa gerekti ama portrenin hiç değilse asırlar yaşında olduğunu biliyordu. Cilalı kapak üstüne arkaik hiyeroglifler çiziktirilmişti. İçinden maceralı bir hayatın tesadüfleriyle şurada burada topladığı bilgi kırıntılarını hatırlamaya çalışarak onları heceledi ve yüksek sesle okudu: “Akivasha!”

“Prenses Akivasha’yı işittin mi?” diye sordu divandaki kız.

“İşitmeyen var mı ki?” diye homurdandı. Tuthamon’un kızının kadim Luxur’un kara salonlarındaki erguvan şölenlerde cümbüş kurmasından bu yana on bin yıl devrilmiş olsa da, o kadim, kötü, güzel prensesin ismi, şarkı ve efsaneler halinde hala yaşıyordu yeryüzünde.

“Tek günahı hayat ve hayatın tüm anlamlarını sevmekti,” dedi Stygialı kız. “Hayatı kazanmak için ölüme kur yaptı. İhtiyarlamayı, buruşmayı, yıpranmayı, nihayet bir acuze gibi ölmeyi düşünmeye katlanamadı. Bir âşık gibi Karanlık’ı aradı ve armağanı yaşam oldu—ölümlülerin bildiği gibi yaşıyor olmak değildi bu yaşam; asla yaşlanıp solmayacaktı. İhtiyarlıkla eceli kandırmak için gölgelere karıştı—”

Conan aniden alevden yarıklara dönüşen gözlerle baktı ona. Hızla döndü ve katafalkın kapağını açtı. Boştu. Arkasında kız güldü; damarlarındaki kanı dondurdu bu gülüş. Ensesindeki tüyler diken diken olarak hızla döndü.

“Sen Akivasha’sın!” diye diş gıcırdattı.

Kız güldü, parlak buklelerini geri attı ve kollarını işveyle açtı.

“Ben Akivasha’yım! Hiç ölmeyen, asla yaşlanmayan kadınım ben! Kimi aptallar, onun gençlik ve güzelliğinin baharında, bir nevi semavi diyarın kraliçesi olması için tanrılar tarafından topraktan kaldırıldığını söyler! Hayır, gölgelerde olur fanilerin ölümsüzlüğe erişi! On bin yıl önce ebediyyen yaşamak için öldüm! Ver bana dudaklarını ey kudretli adam!”

Kıvrak bir hareketle yanına geldi, parmak uçlarında doğruldu ve kollarını kalın boynuna attı. Yukarı kalkık, güzel çehreye kaş çatan Conan, dehşetli bir cazibeyle buzlu bir korkuya kapıldı..

“Sev beni!” diye fısıldadı, başını geri attı, gözler kapandı ve dudaklar aralandı. “Gençliğimin yenilenmesi ve ebedi yaşamımı sürdürmem için kanını ver! Seni de ölümsüz yapayım! Sana tüm çağların bilgeliğini, bu karanlık tapınaklar altındaki karanlıkta geçen çağların tüm sırlarını öğreteyim. Gece çölü peçelediğinde, yarasalar ay önünde uçtuğunda eskilerin mezarları arasında cümbüş eden ruhani ordunun kralı yapacağım seni. Rahipler, büyücüler ve ölümün kapılarından feryatlar içinde sürüklenen kızlardan bezdim. Bir erkek arzuluyorum. Sev beni barbar!”

Esmer başını güçlü göğsüne bastırdı ve Conan boğaz kökünde keskin bir sızı hissetti. Bir lanetle ondan kurtuldu ve iterek divana serdi.

“Kahrolası vampir!” Boğazındaki ufak bir yaradan kan süzülüyordu.

Gözlerinde cehennemin tüm alevleri yanarak, saldırmaya hazırlanan bir yılan gibi divanda doğruldu. Dudakları beyaz, sivri dişleri açığa çıkararak geri çekildi.

“Aptal!” diye bağırdı. “Benden kurtulduğunu mu zannediyorsun? Karanlıkta yaşayıp öleceksin. Seni tapınağın çok aşağısına getirdim. Tek başına asla çıkışı bulamazsın. Tünelleri koruyanları arasından asla yol açamazsın. Korumam olmasa, Set’in oğulları çok daha önceden mideye indirmişti seni. Aptal, yine de kanını içeceğim!”

“Benden uzak dur, yoksa seni ikiye bölerim,” teni tiksintiyle karıncalanarak hırdadı. “Ölümsüz olabilirsin ama çelik uzuvlarını koparacaktır.”

Girdiği kemere doğru geri geri giderken, ışık aniden söndü. Akivasha onlara dokunmadığından nasıl olduğunu bilmese de, tüm mumlar bir seferde sönmüştü. Oysa vampirin yaylı cehennem çalgıları gibi zehir tadındaki gülüşü alayla yükseldi arkasında. Karanlıkta neredeyse panik halinde kemeri ararken terliyordu. Parmakları bir açıklıkla karşılaştı ve buraya daldı. Girdiği bu muydu bilmiyordu ama kafayı takmadı. Tek düşüncesi güzel, iğrenç, ölümsüz iblise asırlar boyu mesken olmuş perili odadan kaçmaktı.

O siyah, dolambaçlı tünellerde dolaşmak ter döktüren bir karabasandı. Arkası ve çevresinde hafif kayma ve sürünme sesleri, bir keresinde de Akivasha’nın odasında duyduğu o tatlı, cehennemi kahkahanın yankısını işitti. Hemen yakınındaki karanlıkta işittiği veya işittiğini zannettiği seslere doğru şiddetle vurdu, bir keresinde de kılıcı örümcek ağı olabilecek esnek, ince bir maddeyi kesti. Onunla oynanmakta olduğuna dair umutsuz bir his içindeydi; iblisçe pençe ve dişler tarafından yakalanmadan, zifiri gecenin daha derinlerine çekiliyordu.

Keşfinin mide bulandıran tiksintisi karışıyordu korkusunun içine. Akivasha efsanesi çok eskiydi, onu anlatan habis öykülere güzellik ve idealizmden, ebedi gençlikten bir iz de karışıyordu. Birçok hayalci, şair ve âşığa göre o sadece Stygia efsanesinin kötü prensesi değil, aynı zamanda tanrıların bir nevi uzak krallığında ebediyen ışıldayan ebedi gençlik ve güzellik sembolüydü. Çirkin gerçek de buydu aslında. Bu iğrenç sapma, ebedi yaşam gerçeğiydi. Fiziksel tiksintisinin arasına, insanın putperest düşünün parçalandığı algısı karışıyor; bu düşün ışıltılı altınının balçık ve kozmik pislik olduğu ortaya çıkıyordu. Bir beyhudelik dalgası, tüm insanoğlunun düş ve putperestliğinin sahteliğine dair bulanık bir korku geçti üstünden.

Kulaklarının oyun oynamadığını biliyordu artık. Takip ediliyordu ve takipçileri ona yaklaşıyordu. Karanlıktan asla insan ayağı tarafından—yo, ne de herhangi bir normal hayvan ayağı tarafından—çıkarılamayacak sürtünme ve kayma sesleri geliyordu. Yeraltı da kendi hayvan yaşamına sahipti galiba. Arkasındaydılar. Hiçbir şey göremese de, onlarla karşılaşmak için döndü ve ağır ağır geri gitti.

Sonra daha başını çevirmeden sesler kesildi ve uzun koridorun aşağısında bir yerlerde bir ışık parıltısı gördü.
 

ilkhantok

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
6 Ara 2010
1,981
28,983
Mersin
Dostum, teşekkür ederim
44_226803_0_Conanthe_Cimmerian15_The_Sorrowof.jpg

yalnız yanlış anlamayı önlemek için açıklamak istedim bu sayı aslen Dark Horse tarafından çıkarılan 2008 - 2010 seneleri arası yayınlanan Conan the Cimmerian serisinin 15. sayısı ,yani bildigimiz one shoot kiataplardan değil, kitabın üstiünde one shoot yazmasının sebebi bu seride birçok macera 3 veya 4 bölümden oluşmuş olamasından dolayı bu da tek kitapta başlayan ve biten macera oldugundan böyle bir ibare kullanmışlar, kısmetse ana serilere sıra gelince bunlarıda çevireceiz
 

sbasak

banned
7 Mar 2015
449
2,848
Bir ilave de ben yapayım. Bu macera cilt serisinde yer almamış, ancak The Spear and the other stories cildinde yer almıştır.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,727
Kdz. Ereğli
Bu sayı, Ejderin Saati'nde bir bölümde Conan'ın Akivasha ile karşılaşmasını Akivasha'nın gözünden anlatıyor. Orijinal öykü Conan'ın gözünden anlatılmış. Bu bölüm eleştirilere çok konu olmuştur. Akivasha bölümü Ahriman'ın yüreğinin çalınıp yeniden bulunmasını anlatan öyküye bir şey eklemez, gidişatı değiştirmez, adeta öyküyü uzatmak için eklenmiş gibidir. Eleştirilerin özünde bu bölüm çıkarılsa okurun hiçbir fark anlayamayacağı yorumu bulunur. One Shot olmasına şaşırmamak gerek. Kolay bir metin. Teksti olsa çevirisi bir akşamda yapılabilirdi.
 

Shoryuken

Yönetici
9 Nis 2013
4,043
20,204
Kamlançu
Bu sayı, Ejderin Saati'nde bir bölümde Conan'ın Akivasha ile karşılaşmasını Akivasha'nın gözünden anlatıyor. Orijinal öykü Conan'ın gözünden anlatılmış. Bu bölüm eleştirilere çok konu olmuştur. Akivasha bölümü Ahriman'ın yüreğinin çalınıp yeniden bulunmasını anlatan öyküye bir şey eklemez, gidişatı değiştirmez, adeta öyküyü uzatmak için eklenmiş gibidir. Eleştirilerin özünde bu bölüm çıkarılsa okurun hiçbir fark anlayamayacağı yorumu bulunur. One Shot olmasına şaşırmamak gerek. Kolay bir metin. Teksti olsa çevirisi bir akşamda yapılabilirdi.

Textlerden sorumlu devlet bakanı olarak el atabilirim.
Ama pazartesi günü yapabilirim.
O zamana kadar yaparım diyen varsa benden önce buyurabilir tabii ki :)
 
Üst