Ot’tan Kafa’ya 7 Popüler Kültür Dergisi / Analizli (Ot Kafa Fil Bavul Cins..)

kemalettin

Onursal Üye
13 Eyl 2011
489
2,338
Benzeri popüler kültür dergilerinin analizlerine rastladıkça, bu başlık altinda, sizlerle paylaşmaya devam etmeyi düşünüyorum.
Halen eshq ve waingro da görüşlerini bildirmiş. Çok sevindim.

Siz de hangi popüler kültür dergilerini neden beğenip beğenmediğinizi ekler misiniz lütfen


Ot’tan Kafa’ya 7 Popüler Kültür Dergisi (Analizli)

90’ların sonu, 2000’lerin başı Öküz vardı Leman grubunun çıkardığı. Şimdiki Ot, Kafa ve türevlerinin ilahıydı. Öküz yayın hayatına son verdikten sonra Penguen grubu Hayvan’ı çıkardı aynı sıklette; ama o aşı pek tutmadı ve kapandı. Uzun bir suskunluğun ardından 2013’te OT çıktı ve işaret fişeğini çaktı. Ardı ardına dergiler çıkmaya başladı benzer çizgide. Kimdir bu dergiler, nedir, ne yaparlar? Ucundan tutarak irdelemeye çalıştık. Ayrıntılı analizlerimiz yakın zamanda uzunca bir yazıyla burada olacak. Hazırlık babında, gelsin içeriğimiz…

***
1 – OT
Zamanın efsanesi Öküz’ün formatıyla yayın hayatına 2013’ün 14 Şubat’ında merhaba dedi. Metin Üstündağ öncülüğünde; edebiyattan müziğe, şiirden siyasete her yelpazede salınıp duran bir dergi oldu. Gezi’den sonra çok büyük popülarite yakaladı ve hızla yükselişe geçti. Tirajları katlandı. Namı yürüdü. Kafeleri ardı ardına açılmaya başladı. Şu sıralar kendi adlarına bir yayınevi kurma hazırlığı içindeler. Daha sonra kendi bünyelerinden iki ayrı dergi daha çıktı; Bavul ve Yumuşak Ğ.

2 – KAFA
2014 Eylül’ünde, Candaş Tolga Işık’ın patronluğunda selam çaktı piyasaya. İçindeki nadide isimleri tenzih ederek, bunca dergi arasında en tüccar yaklaşım sergileyeni Kafa’dır sanırım. Bazı sayılarında ayraç promosyonları oluyor. Bir yüzünde potansiyel okurlarının sevdiği bir şair, arka yüzünde Ülker grubunun reklamı… Ünlü isimleri bir torbaya doldurur gibi dergiye yığıp, hepsinin de ismini kapağa çekip parsa toplama telaşı var. Bu ekibin, “Futbol arsada güzel, borsada değil” sloganıyla çıkardığı; ama içinde endüstriyel futbolun en nadide isimlerinin de cirit attığı ‘Fitbol’ isimli beyin yakan bir dergileri daha var. Ona da başka bir ara eğiliriz.

3 – FİL
2015 Ocak’ta, “Deveden büyük fil var” sloganıyla yayaın hayatına merhaba dedi. Bu dergide, “Ünlüleri dolduralım, iki üç satır bir şeyler yazdırıp yürürüz” mantığı yok. Suya, sabuna dokunmayı da seven bir ekibi var. Daha politik, daha az ticari kaygı güden; içerikleri sağlam bir dergi Fil. En sevdiğim.

4 – BAVUL
Ekim 2015’te Bergen kağaıyla suratlarımıza tokadı çakıp “merhaba” diyen Bavul, bunca dergi arasında sokağı en hisseden ve hissettireni sanırım. OT’un kuruluşunda da yer alan Önder Abay’ın ve arkadaşlarının özel çabasıyla çıkan Bavul, ilgiyi hak eden bir yayın.

5 – YUMUŞAK Ğ
Yumşak Ğ, OT’un kuruluşunda önderlik pozisyonunda yer alan Metin Üstündağ tarafından çıkan yeni bir yayın. Bavul kadar yeni; ama onun bıraktığı izi bırakamadı bu kısa sürede. Yürüyecek yolu var daha önünde. Ya da Metin Üstündağ’ın artık kenara geçip oturması gerekiyor!

6 – PUL BİBER
2015 Eylül’ünde doğaya salınan Pul Biber; kadınlara, çocuklara, ağaçlara hayatın zor olduğunu söyleyerek selam verdi raflara. Gözümüze batan, eğreti duran bir tüccar tarafları yok. İşini yapan bir ekip söz konusu dergi bünyesinde. Alınası, sevilesi ve yaşatılası bir yayın.

7 – CİNS
İslamcı camianın Ot’u olma iddiası taşıyan Cins, bu hedefi karşılayamıyor elbette. “Sağcılardan böyle işler çıkmaz” algılarını yerle bir etmek için çıktıklarını dile getiren dergi; aslında bir nevi bu algının sağlaması oldu. Hakikaten sağcılardan estetik çıkmıyor!

 
Son düzenleme:

GüvenGüven

Süper Üye
19 Ocak 2010
1,093
5,322
Bandırma
Kafa'nın gidişatını 90lı yılların LeMan'ı olarak görüyorum. Kısa sürede öncelikle tirajının düşerek hedef kitlenin çevresinde hızla hareket eden daha seyyal kitleyi ardından da asıl hedef kitleyi kaybedeceğini ve kendisine o güne kadar eline hiç Kafa dergisi almamış, "korsan kitle" denilebilecek yeni ancak kültür düzeyi daha sığ bir kitle arayacağını ve sonuç olarak kadrosundan 3-5 isim dışında herkesin veda ederek geride bir harabe kalacağını öngörüyorum. Yani demek istiyorum ki; Kafa bir gün gelecek; olaylara, insanlara, dünyaya ve fikirlere kafa yoran insanları hedef almayı bırakacak ve kendisi yorulmuş, kafası boşvermiş insanların dergisi olacak. Yazık ki; ne yazık... Ancak biz bu olan biteni zaten gözümüzle gördük. 2000lerin LeMan'ı ile 2020lerin Kafası, aynı hikayenin remake'i olacak gibi duruyor.

Cins konusunda ise hiç insaflı olamayacağım; Cins okurunun da, yazarının da, kadrosunun da zoruna gitsin maalesef ! Gerçek anlamda "o taraf, bu taraf" diye köklü bir ayrımcılık yaptıkları su götürmez bir gerçek ve kendilerine teessüf ediyorum. Çıkmıyor işte... Sağ fikirden çok sağlıklı ve başarılı bir globalizm, kültür ve sanat dünyaya gelebiliyor ancak bunu pazarlamaya çabalamanın sonucu maalesef hüsran oluyor.
 

eshq

Yeni Üye
24 Ara 2018
22
47
geçen sene yaptığım bir karşılaştırma vardı onu yayınlıyorum aynı şekilde.


***OT Dergi = Ot dergi, Hayvan ve Öküz dergilerinin mirasçısı mantığıyla hareket edip, kültür edebiyat dergisi formatını fanzinlerden alıp başka bir yere kadar taşıdı. Modern öykücülerimizin çoğunun 50.sayılara kadar yazdığı kadro yönetim baskısı sonucunda dağıldı. Seray Şahiner, Hakan Günday, Yekta Kopan, Tarık Tufan, Zülfü Livaneli gibi yazarlarını Tuhaf'a kaptıran dergi tirajlarda da liderliği Kafa dergisine kaptırdı. Yine de takibi bırakmadım, saygı esastır :)

*** KAFA Dergi = Akıllı bir strateji ile illustrasyonlara oynayarak kendine yer edinen dergi başından beri kadrosunu koruyarak liderliğe geçti (tiraj anlamında) Candaş Tolga ve arkadaşlarının (Zafer Algöz, Can Yılmaz, Cem Davran) önderliğinde, Emrah Serbes ve İlber Ortaylı kozlarının yanına, Aylin Balboa gibi genç yazarları, Enis Batur gibi düşünürleri kadroda tutarak, Sunay Akın'ı da sos olarak katıp önümüze sunuyor. Kadro dağılmazsa uzun süre de liderliği bırakmaz. Alper Canıgüz gibi yazarları olmasa ben de takibi bırakırım sanırım. Çok fazla tekrar eden yapısı var.

*** TUHAF Dergi = Ahmet Mümtaz'ın Hakan Günday'ı yanına alarak önderlik ettiği dergi 4-5 sayıda farkını ortaya koydu ve sadelikten yana sadece yazılara verdiği önemle ve kapak konularını diğer dergilere göre fazla işlemesiyle birlikte benim için favori dergi oldu. Ot'tan gelen kadroya Irmak Zileli, Ali Nesin, Etgar Keret'in eklenmesiyle, belki de piyasadaki en iyi yazar kadrosuna sahip. Takibi bırakamayacağım dergilerden biri.

*** TEZGAH Dergi = İlginç bir reklam çalışması ile kliplerle birlikte 2 sayıdır gündemde. Çok ilginç isimler var, başta mizahına çok güvendiğim Ozan Akyol, Cem İşçiler gibi yeni tanınan kişilere yer veren dergi, Sezgin Kaymaz'ı kadroda tutuyor. İlber Ortaylı'ya karşı Celal Şengör'le çalıştılar, bence takip edilmeli, Tuhaf gibi çıkış gösterebilir. Takip etmeye devam ediyorum.

*** BAVUL Dergi = Piyasanın en deli dergisi, hiç kimseye eyvallahı yok, tam sokak edebiyatı yapıyorlar, hataları çok oldu zamanında, editörleri incelemeden yazılar yanına koydu ama ben herkes gibi eleştirmeyeceğim, çünkü yaptıkları iş cesurca. İlginç olarak nitelendirebileceğimiz, Nejat İşler, İsmail Saymaz, Küçük İskender gibi farklı seslere sahip. Yayın hayatı bitene kadar takip edeceğim.

*** AKSİ Dergi = Birol Tezcan, Üstüngel Arı ve Onur Akyıl'ı görünce hemen aldım dergiyi fakat, müzik-edebiyat konseptini beceremediler. Ayrıca kurnazlıkla kapak sayfasına yazdıkları yazarların ufak röportajları olması beni irite etti, devam etmedim. Tutunabilmesi için farklı bir tarz denemeleri lazım. Takip etmiyorum.

*** PULBİBER Dergi = Kadın yazarların ele geçirdiği dergi, naif ve hoş bir tasarımla yayındaydı. Şu an faaliyette değiller, keşke daha uzun süreli olabilseydi. Buket Uzuner, Ayşen Gruda ve Mine Söğüt bonusları var. (Yayından kalktığı için takip edemiyorum)

*** KAFKAOKUR = Konsept olarak diğerlerinden çok farklı, kapak konularına değinmeleri, ünlü ve ünsüz yazarları bir arada tutmasıyla dikkat çekiyor, seven kitlesi çok bağlı dergiye ama üzülerek söylemek isterim ki dergi bomboş. Amatör yazarlar barındırıyor. Ece Temelkuran bile kurtaramıyor dergiyi. Yalnız kapakları müthiş gözüküyor. (Takibi bıraktım)

*** KARAKARGA Dergi = Yayın hayatının bitmesine en çok üzüldüğüm dergilerden biri, M.K.Perker'in harika çizgileri ile tam anlamıyla mizah-kültür dergisiydi. Çok uğraş verildiği açıktı. Mahir Ünsal Eriş, Bora Abdo, Murat Menteş, Aslı Erdoğan gibi yazarlarla olması gereken yerlere gelemedi maalesef. (Yayından kalktı)

*** PEYNİRALTI EDEBİYATI = Görsel şovlara gerek kalmadan harika bir edebiyat deneyimi sunuyordu. Şiirlere de ağırlık veren dergi, hem seçtiği kapak konuları ile hem de işleyişiyle piyasadaki en kaliteli işti. Öyle popüler olanları değil, tamamı ile kıyıda köşede kalan yazarlara yönelmişlerdi. İlk sayılarına ulaşamasam da elimdeki 25 sayı ile arşivimin en güzel yerinde. Boyutları da efsane güzel, tam çantaya atmalık.

- FİL = Güzel başlamıştı, olmadı,

- MASA = Kafkaokur sevenler bunu da seviyor, ben beğenemedim, ortakapak olayları güzel ama takip etmiyorum,

- 221B = Sadece polisiye tarzı, ben fazla bu tarzı sevmesem de dergi çok güzel, okunabilir,

- AYI = Çok farklıydı, yaratıcı gibiydi ama tutmadı, zaten ticari amaç güdülmedi fazla,

- YumuşahG = İsmi saçma, Met-Üst gibi bir adamın cesur girişimi elinde patladı daha iyi işler çıkabilirdi,

- Sabitfikir = Güzel dergi, dertleri belli en azından, özellikle orta kapak ve infografik kitap yönlendirmeleri çok başarılı. Idefix'in dergisi.

- Vapur = İyi reklam yaptı, kuşe kağıt kapak kullandı ama tutmaz.

- Arkakapak = Sitesini pek bir sevdiğim Babil'in dergisi, yine dertleri belli bir dergi, abone olunmasa da kitaplarla birlikte geldikçe okunur.

- Ayraç = Sızıntı gibi bir dergi, saçmalık. Her an Hüseyin Nihal Atsız, Fazıl Kısakürek çıkacakmış gibi hissediyorum. Kapalı güruh çok seviyor dergiyi. Kitapyurdu'nun dergisi bu da.
 

kemalettin

Onursal Üye
13 Eyl 2011
489
2,338
geçen sene yaptığım bir karşılaştırma vardı onu yayınlıyorum aynı şekilde.
Çok kapsamlı bir inceleme olmuş. Teşekkür ederim.
ben de bundan sonra bu dergilerle ilgili tüm inceleme yazılarına rastladıkça bu başlık altında paylaşayım

--------------------------------------------------

Takip Edilesi Kültür-Sanat-Edebiyat Dergileri

Yaren İç
10 Ağustos 2018

Takip Edilesi Kültür-Sanat-Edebiyat Dergileri… Hepimiz kitabevinde, markette hatta belki büfede bu dergilere rastlamışızdır. Herkesin kafasında almadan önce bazı soru işaretleri oluşuyor. İçeriği nasıldır? Yazar kadrosunda kim vardır? Aldığıma değer yazılar var mıdır?
Ben iyi (kendime göre) bir dergi okuyucusu olarak sizin için bazı dergileri tanıtmak istedim. İsterseniz hemen başlayalım.

1-KAFKA OKUR
”Ben edebiyattan ibaretim…” sloganıyla Eylül 2014’te blogtan dergiye geçiş yapmıştır Kafka Okur. Edebiyatla nefes almayı, sanatla nefes vermeyi ilke edinmişlerdir. Varoluşçuluk üzerine kurulmuş olup, içerik olarak kitap, felsefe, düşünce, hikaye ve aforizmalar bulabileceğiniz bir fikir, sanat ve edebiyat dergisidir. 2014 Eylül-2017 Eylül döneminde iki ayda bir olarak sayı çıkarmış olup 2017 Eylül itibariyle aylık olarak sayı çıkarmaya başlamıştır. Kafka Okur dergisinin amacı amatör yazar ve çizerlere yer ve yön vermek ayrıca edebiyat dünyasının nabzını tutmaktır. Ben her sayısını takip eden bir okuyucuları olarak Tülay Palaz tarafından yapılan kapak tasarımlarına hayran kalıyorum. Her sayısında farklı yazarlarımızı ve şairlerimizi konu edinerek edebiyat severlerin ilgi odağı olmayı, yayınlandıkları ilk tarihten itibaren başarmışlardır. Buradan Kafka Okur ekibine sevgilerimi iletir ve bu güzel çalışmalarının devamını dilerim.

2- KAFA
Kafa dergisi Eylül 2014’te ilk sayısıyla dergicilik ve yayın hayatına adım atmıştır. Ekip olarak dergilerine ”canımız, ciğerimiz” kelimelerini kullanarak ne kadar önem verdiklerini göstermişlerdir. Aralık 2017 tarihi ile birlikte toplam 40 sayı çıkarmışlardır. Kapaklarında birçok ünlü isme yer vermişlerdir. Bunlardan bazıları: İlber Ortaylı, Sezen Aksu, Oğuz Atay, Barış Manço. Tıpkı sloganındaki gibi ”bi dünya.” Tek olumsuz yanı yeni sayılar geldikçe yeni sayılarla beraber reklam sayısının artması.

3- OT
Yayın hayatına 2013 yılının 14 Şubat’ında gözlerini açtı. Ot dergisi Gezi olaylarından sonra çok popüler oldu. Edebiyattan müziğe, şiirden siyasete, hayata dair hiçbir şeyden yabancı kalmayarak, ülkede sözü olan herkesle bir araya gelme isteği ve cesareti gösterir. Açıkcası belli bir teması olduğunu söylemek çok güç. Çünkü; muhalif yazılar var, kafası karışık yazılar var, kafa karıştıran yazılar bulunduruyor içeriğinde. Nejat İşler ve Emrah Serbes’i orada okumak beni daha çok mutlu etti. Yazarların ön yargılarını bir kenara bırakarak hümanist bir yaklaşımla yazdıkları dergidir. Gündeme, hayata, şiirlere, eleştirilere merakı olan herkesin okumasını tavsiye ederim.

4- BAVUL
”Zulme, haksızlığa, vicdansızlığa razı olmayan herkes bizim erişmek istediğimiz yerdedir. Sokak, herkesi ilgilendirir.” ilkesiyle yola çıkan Bavul dergisi bize sokağı en çok hissettiren dergidir. Bu ay yazılan Aslı Tohumcu’nun ”BenDe” yazısı çok eleştiri aldı. Bu yazıyı beğenenler olur beğenmeyenler olur. Herkese saygımız sonsuz tabii ki ama her şeye rağmen Bavul dergisi okunmaya değer bir dergidir.

5- Karahindiba
Öncelikle sadece Türk değil, daha birçok ulustan yazar ve şairleri bünyesinde bulundurmasıyla dikkat çeken bir dergidir. İki aylık edebiyat dergisi olarak yola çıkmıştır. ”Üflesen dağılacak bir ülkede varoluş savaşıdır Karahindiba. Edebiyat muhaliftir!” sloganıyla bizlere ulaşmayı başarmıştır.

6- Gaia Dergi – Sürdürülebilir Yaşam Dergisi
Gaia Dergi; ırkçılığa, cinsiyet ayrımcılığına, türcülüğe ve betonlaşmaya karşı, doğadan ve doğaldan yana yaşamı savunan alternatif bir platformdur. Ekoloji, sürdürülebilir yaşam, yeşil felsefe, kadın hakları, LGBTİ hakları, insan hakları, hayvan hakları, kültür-sanat, dünya kültürleri ve bilim & teknoloji alanında haberler ve röportajlar yapan görsel ve yazılı bir haber kaynağıdır.

7- Peyniraltı Edebiyatı
Yayın hayatına ücretsiz başlayarak yayın hayatına göz kırpmış olan Peyniraltı Edebiyatı, şuan makul bir ücretle edinilebiliyor. Her ay kapağında bir dünya yazarını taşıyarak edebiyat severlerin okumayı tercih ettiği bir dergidir.

8- Tuhaf
24 Mart 2017’de yayın hayatına başlayan Tuhaf, benim çok severek okuduğum dergilerden biridir. Yazar kadrosuyla göz kamaştıran çiçeği burnunda dergi diyebiliriz. Derginin ilk sayısının kapağında Fransız yazar ve filozof Albert Camus bulunuyor. ”Sana da öyle gelmiyor mu?” mottosuyla yola çıkan derginin ilk sayısında açılış yazısını Ahmet Mümtaz Taylan yazdı.

9- MASA
1 Mayıs 2016’da yayın hayatına başlamıştır. İki ayda bir yayınlanmaktadır. İlk sayısını alarak okumaya başlamıştım. Gerçekten dikkat çekici ve özenilmiş yazılara sahipti. Edebiyat, sinema, müzik, resim, tiyatro gibi birçok konuda yazılar yazılmaktadır.

10-AYI
Yazarından editörüne kimsenin para karşılığı beklemediği ve hatta matbaacısının ”kağıt para verseniz yeter” dediği, güzel insanlardan oluşan kalabalık bir ekipleri var. ”Okunsak yeter” diyerek ticari kaygı gütmeyen bu dergi ücretsiz olarak 2015 yılında yayın hayatına başlamıştır. ”Ayı olun ama ayılık yapmayın.” mottosunu benimsemiştir. Dergi kapanmıştır; fakat bazı kültür evlerinde bu dergiye rastlıyorum. Görürseniz, siz de rastgelirseniz mutlaka okuyun!


-----------------------------------
 

kemalettin

Onursal Üye
13 Eyl 2011
489
2,338
Bu Dergiler Ne Çok Okunuyor!

Elif Şahin Hamidi

Son dönemde yeni bir dergi furyası yaşıyoruz. “Öküz” ve “Harman” dergilerini yaratan ekibin Mart 2013’te “Ot” dergisini çıkarmasıyla başladı her şey. “Maksat yeşillik olsun” sloganıyla yola çıkan “Ot”, gençlerin okuyabileceği, kanka muhabbetinin yapılabileceği kültür, sanat, edebiyat dergisiydi. “Öküz”le başlayıp “Ot”la devam eden bu yeni tarz dergicilik “Kafa” ve “Fil”le çeşitlendi, renklendi, şenlendi. Eylül 2014’te gazeteci Candaş Tolga Işık, Kafa Dergi’yi çıkardı. Derken Ocak 2015’te Leman Grubu “Deveden büyük fil var” sloganıyla Fil’i yayımladı. Sonra “Uykusuz”un kurucu çizeri ve yazarı Umut Sarıkaya, Şubat 2015’te üç aylık süreli mizah-karikatür ve edebiyat dergisi “Naber”in ilk sayısını çıkardı. Ve ağustos ayında, sayfalarında “OTlak” isimli bir bölüme yer veren “Ot”, aynı ismi taşıyan yeni bir dergiye imza attı. “Maksat çizgili olsun…” sloganıyla çıkan üç aylık çizgi öykü dergisi OTlak hayatımıza dahil oldu. Peki ama bu yeni tarz dergiler nasıl böyle birden pıtrak gibi çoğaldı? Hangi amaçla yola çıktılar? Kafa Dergisi Yayın Koordinatörü Ayça Derin Karabulut, ve Fil Dergisi Editörü Onurkan Avcı ile bu sorulara cevap aradık…

140 KARAKTERE SIKIŞMAMAK
Ayça Derin Karabulut
Kafa Dergisi Yayın Koordinatörü

İnternet yayıncılığının kol gezdiği, basılı medyanın giderek kan kaybettiği, nicelik olarak olmasa da, nitelik olarak sancılı günlerden geçtiği bir dönemde dergi çıkarmak fikri, “cahil cesareti” olarak algılanabilir. Zira giderek bir tüketim toplumuna dönüşen, hemen her şeyi müthiş bir hızla tüketen ülkemizde artık sanatın her kolu, edebiyat dahil olmak üzere 140 karaktere sıkışmış durumda. Bu sıkışma hali kendini sadece sosyal medyada değil, hayatın her alanında belli ediyor. Sıkışık yaşıyoruz. Evden işe giderken otobüste; iş dönüşü metroda, metrobüste, vapurda hatta iş yerimizde dahi bu hissi duyumsamak mümkün. Bu sıkışma halinin doğal sonucu olarak çevremizdeki güzellikleri daha az fark eder, daha az dikkat eder oluyoruz. Modern şehirli insanın en büyük eksiği sanırız bu; çevresindeki güzellikleri fark edememek… Bir popüler kültür ve edebiyat dergisi çıkarmak, üstelik bunu basılı bir şekilde, 80-90’lar dönemi basılı ürünlere selam gönderir mahiyette yapmak, o sıkışmışlık hissine bir başkaldırı aslında. Daha hızlı yaşıyor, daha hızlı tüketiyor, daha hızlı öğrenip, daha hızlı unutabiliyoruz. “Kafa” dergisi bu baş döndürücü hızın karşı kıyısında konumlandırıyor kendini ve akıp giden her şeye meydan okuyor. Üstelik koşturmak zorunda olan, bir süre sonra neden böyle koşturduğunu da unutan herkese çok keyifli bir “es” verme imkânı sunuyor.

Eskiye Selam, Yeniye Devam
Popüler kültür dedik ya, hem eskiye selam çakıp hem popüler kalabilmek de bu noktada zor zanaat. Eskinin alışkanlıklarını, yeninin kafasıyla düzüp yola koyulmak elbette bizi tedirgin etti, hâlâ da ediyor. Ancak yola çıkınca gördük ki, o yol bizim zaten bildiğimiz ama unuttuğumuz bir yolmuş. Yani bu yolu biz açmadık. Sadece var olduğunu hatırladık. Unutmak yerine hatırlamak daha iyi geliyormuş, onu anladık. “Kafa”, bize unuttuğumuz nice değeri hatırlattı. Üstelik bunu modası geçmiş, başka telden çalan, hayata yukarıdan bakan bilmiş bir tavırla değil; günümüz jargonuyla yapmayı başardı. “Kafa” dergisi, büyük şehirlerde sürekli bir yere geç kalmışçasına koşturan insanların vapurda bir çay söyleyip, on dakikalığına tanıdık biriyle sohbet etmesini temsil ediyor. Her gün Boğaz Köprüsü’nden geçmesine rağmen kafasını dayadığı metrobüs camından o muhteşem güzelliğin farkına varmayıp, bir gün ansızın kafasını kaldıran ve hayretler içerisinde kalan bir fabrika işçisinin yüzündeki ifadeyi de…


Politik Mizah ve Siyasi Omurga…
Bir edebiyat ürünü olarak elbette “Kafa”nın da politik mizaha bilerek ve isteyerek kayan, bununla beraber siyasi görüşünü oluşturan bir omurgası var. Ancak bu omurga öyle gelenekçi bir otoriterlikten ziyade olsa olsa sosyal demokratlıktan geliyor. Son derece geniş bir yelpazeden teşkil yazar kadrosu da bunu doğrular nitelikte. “Ona neden yazdırdınız?”, “Filancanın ne işi varmış sizin dergide?” gibi tepkiler, bir sahiplenme vurgusu taşıdığı için bizim adımıza aslında sevindirici. Birilerinin dergiyi sahiplenmesini görmek bize cesaret veriyor. Ama o yerleşik algıyı, kutuplaşmayı kırmak adına da 12 sayıdır mücadele veriyoruz. En az bir 12 sayı daha vereceğiz gibi gözüküyor. Bu bağlamda dergimiz hayata dair tavrını “herkes konuşsun, herkes yazsın” olarak koyuyor. Bu zamana kadar dergide Tarkan, Sezen Aksu, Ferhan Şensoy, Müjde Ar, Süheyl Uygur, Adalet Ağaoğlu, Hayko Cepkin, Müjdat Gezen, Ertuğrul Özkök, Ataol Behramoğlu, Gülse Birsel, Selahattin Demirtaş, Teoman gibi isimler yazdı. Ayrıca derginin her ay yazan ana kadrosunu da Can Dündar, Sunay Akın, Rıdvan Akar, Emrah Serbes, İlber Ortaylı, Nihat Sırdar, Umay Umay, Kerimcan Kamal, Ali Ece, Levent Erden, Metin Uca, İsmail Saymaz, Hayko Bağdat, Başar Başaran, Zafer Algöz, Armağan Çağlayan, Dilan Bozyel, Can Yılmaz, Bedia Güzelce gibi isimler oluşturmakta... Zaten söyleyecek sözü olan bir derginin olmazsa olmazı bir şeylere muhalif olmaktır. Hiçbir şeye muhalif olmayanın, muhalif kalamayanın yeri edebiyat, sanat değil, başka alanlardır. Biz yerimizin ve ağırlığımızın farkında, sorumluluğumuzun bilincindeyiz. Ortaya attığımız fikrin etrafında şekillenen “Kafa” dergisinin büyümesini de gözlerimiz dolarak izliyoruz.


MUHALİF “MİŞ” GİBİ YAPMAYAN DERGİ
Onurkan Avcı
Fil Dergi Editör

“Son dönemde dergicilikte bir hareketlenme var. Çok fazla yeni dergi çıktı ve dergicilikte yeni bir dönem başladı gibi sanki? Ot, Fil, Kafa, Kafka Okur, Naber Dergi…”

“Fil Dergisi dahil çok sayıda yeni derginin çıktığı doğru ama bunun yeni bir damar olduğu da, bu dergilerin kulvarlarının tamamen aynı olduğu da söylenemez. Örneğin; “Kafka Okur” gibi dergiler sadece ve derin edebiyat verme gayretindeler. “Ot”, “Fil” ve “Kafa”nın aksine, bu tür dergiler, edebiya*tın yanı sıra aktüalite vermeyi uygun görmüyor. “Naber” dergi zaten çok şahsına münhasır bir yayın. Bu gözle bakacak olursak aynı kulvarda sadece Ot, Fil ve Kafa var. Bu üçünün de dergicilikte yeni bir da*mar olduğunu da düşünmüyorum. Hepsi zamanın Öküz Dergisi’ndeki formatın bir benzeri. Güçlü dedeye biraz benzeyen ama birbirlerinden biraz farklı olan torunlar gibiyiz.”

“Peki nedir o torunlar arasındaki farklar? Hepsi muhalif görünüyor…”
“Birçok işte olduğu gibi burada da dünyaya bakışınız, ürettiğiniz metada ve üretim biçiminizde farklılık yaratıyor. Biz ‘torunlar’ arasındaki fark da temelde bu. Tüm bu dergilerin muhalif göründüğü konusunda hemfikiriz ama hepsinin muhalif olduğunu söylemek de garip olur. Saldırgan bir tutum gibi görünsün istemem ama biz, ‘Aman bizde İslamcı cenahtan da bir yazar olsun’ diye bakmadık hayata hiç mesela. Öldürülen bir LGBTİ bireyini bir arkadaşına yazdırmaktan gurur duyduk. (Bu çoğu derginin girmek istemediği bir alandır.) Yaşar Kemal gibi büyük bir edebiyatçı öldüğünde onun posterini verip, o posterin üstüne bir şirket ilanı almadık. Ya da ne bileyim; Sivas katliamında bizden kopartılan bir aydının resminden kitap ayracı yapıp, o ayracın arkasına da AKP’yle ve dolayısıyla katliamcılarla ilişkisi tartışılamaz nitelikteki bir şirketin ilanını basmadık… Sırf popüler diye kimseye sayfa açmadık. Gezi direnişine laf etmiş ya da sarayda kahvaltılara katılmış kimseye yazı yazdırmadık mesela. Kalemini ve anlatacaklarının kıymetini ölçü belledik yazı alacağımız isimleri seçerken. Yani özetle; ‘Fil’, zaten muhalif basında çalışmış sosyalist gazetecilerin çıkardığı bir dergi. Ve tek bildiği bir şey varsa o da ‘mış’ gibi yapmamak.”

“Niye birden bu kadar dergi çıktı?”
“Fil de yeni sayılır. Henüz dokuz aylık. Ama düşünün bizden sonra en az altı dergi daha çıktı; yenileri de yolda. Niyesini bilmiyorum ama bu dergicilik için çeşitlilik ve renklilik demek. Türkiye’de bu kadar dergi enflasyonu olduğu dönemlerde genelde hep beraber batmışlar ama sonra da başka formatlarda yeni dergiler doğmuş. Bu açıdan bakılırsa da denebilecek tek şey; umarız dergi sayısı kadar dergi okuru sayısı da artıyordur…”

“Peki dergi sayısındaki artışın Gezi direnişiyle bir ilgisi var mı sizce?”
“Evet, bence kısmen de olsa böyle bir bağ var. Malum, Gezi direnişi sırasında penguen medya öyle bir hazırola geçti ki insanlar başka mecralara kıymet vermeye başladı. Muhalif televizyonlar ve gazeteler daha görünür oldu. Bu süreçten dergiler de payını aldı tabii. O sırada yaşayan ve süreci doğru okuyan muhalif ya da muhalif soslu dergiler popülerleşti, diğerleri için ise ebe oldu, doğumlarını sağladı.”

 

kemalettin

Onursal Üye
13 Eyl 2011
489
2,338
Yeni dergiciliğin kültürel ve edebî hegemonyası

Edebiyat dergilerinin kapandığı ya da hayatta kalmak için çaba sarf ettiği bir dönemde dergiciliğin kabuğunu değiştirmesi, yeni dergilerin türemesi çok heyecan verici görünse de gelinen nokta epey bir sorun arz ediyor...

CAN SEMERCİOĞLU

Türkiye’de dergiciliğin niteliği değişmeye başladı. Üç yıldır Ot dergisinin başını çektiği “yeni” dergicilik farklı bir biçim kazandı. Ot’un yanına onun neredeyse kopyası sayılabilecek birçok dergi çıktı, çıkmaya da devam ediyor. Hatta bu dergiler kendi içlerinde çeşitlenmeye de başladı. Edebiyat dergilerinin birçoğunun kapandığı ya da hayatta kalmak için çaba sarf ettiği bir dönemde dergiciliğin kabuğunu değiştirmesi, yeni dergilerin türemesi ilk bakışta çok heyecan verici görünse de gelinen nokta epey bir sorun arz ediyor.

Bu dergilerin bazı ortak noktaları var ve tam da bu ortaklık onları yeni bir “akım” diye nitelememize olanak tanıyor. Sayısı giderek artan bu dergilerin en büyük ortak noktası, neredeyse her şeylerinin ortak olması. Kapak tasarımlarından kâğıt kalitesine, çizimlerinden yazarlarına, yazılardaki siyasî ya da edebî göndermelerin nüanslarına kadar varan bir ortaklık söz konusu. Ama piyasa bundan pek de rahatsız görünmüyor. İnsanın olduğu her yerde bu dergileri bulabilmek mümkün. Üstelik yoğun bir ilgiden de söz edebiliriz.

Bu yoğun ilginin en temel sebebini Cem Erciyes, “Gezi sonrası güzel yazı dergileri” diyerek açıklamıştı.1 Gerçekten de tüketime hazır, tabiri caizse fast-food içeriğe sahip bu dergilerin, yeni dergiciliğin ayaklarını yere en sağlam bastıkları nokta, edebiyata değil kolay pazarlanabilir içeriğe yaslanıyor olması. Nitekim dergilerdeki yazıların çoğu sosyal medyaya uyumlu olacak biçimde hazırlanıyor, görsel açıdan şimdilerin modası retro-vintage-hipsterlık arasında salınıyor – tabii, yanına yerelliğin bazı unsurlarını katarak, onları uzaktaki birer anlatı hâline getirerek. Bu form, okurlar için de sosyal medya tabanlı bir sosyal sermayenin kapılarını açıyor. Ot, Kafa, Bavul, Kafkaokur vs. okumak bir anda “cool” bir şeye dönüşebiliyor. Ancak burada edebiyatın yerinin ne olduğu büyük bir tartışma konusu: Pazarlanabilirliğin hâkimiyetindeki bir içerik havuzu edebiyatı ne kadar kapsayabilir?

Semih Gümüş’ün bu soruya yanıtı epey netti. Yazılan her şeyin edebiyat olduğu anlayışına yer açılmaması gerektiğini söylemişti.2 Basit bir sosyal medya taramasıyla okurlarda bu algının yerleştiğini görmek mümkün. Zaten tanınmış, herkesin saygı duyduğu edebiyatçıların bu dergilerde yazması da pazarlanabilir içerik günahını affettirmiyor, tersine durumu karmaşıklaştıyor.

Aslında bu dergilerin özelliklerinden ve yapısından uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. Yeni dergiciliğin çatısında toplanan dergileri bir araya koyup benzerliklerini ve farklılıklarını ortaya koyunca dergilerin temel şemasına ulaşmak mümkün. Zaten bu yazıda da yeni dergiciliğin edebiyat olup olmadığı ya da bu dergilerin satış rakamının yüksek olmasında ne gibi faktörlerin etkili olduğu gibi konulardan ziyade yeni dergiciliğin edebiyat ve kültür alanında nasıl bir hegemonya oluşturduğunu tartışıyoruz.

Çok güncel bir örnekle başlayalım. Mesela, Ot’un son kapağında Frida Kahlo’yu ve “Ben aşkın acının ve devrimin kadınıyım” başlığını görüyoruz. Başka sayılarına bakıyoruz, onlarda da Nâzım Hikmet’i, Yusuf Atılgan’ı, Yaşar Kemal’i, Can Yücel’i, Neşet Ertaş’ı ve benzeri birçok ismin resmini, yanında içli bir sözle “paylaşılırken” buluyoruz. Cins, Bavul, Yumuşak ğ gibi Ot türevi dergilerde de durum farklı değil. Her bir yazının ortasında bir daire ve özenle hazırlanmış “vurucu” bir cümle var. Ancak sıradan bir cümle değil bu: 140 karakter uyumlu, okura iç çektiren bir cümle. Daha çok Can Yücel’e, son zamanlarda İkinci Yeni’ye atfedilen ama onlara ait olmayan şiirimsileri andırıyor. Genelde paylaşımlık bu güzel sözler, yer yer siyasetten de beslenerek slogana da dönüşebiliyor. Zaten iş siyasete gelince “ölüm” ve “zulüm” bu dergilerin beslendikleri ve anında istismar ettikleri malzemelere dönüşebiliyor. Bu konuda Hasan Cömert’in oldukça incelikli yorumu üzerine söz söylemeye gerek yok.

Ancak yeni dergiciliğin sosyal medyayla eşzamanlı olmaya çalışan hızı, onların kırılganlığını da ortaya koyuyor. Mesela Kafkaokur hiç çekinmeden “Çay var içersen / Ben varım seversen / Yol var gidersen”i Âşık Veysel’e mal etmişti. Ot, geçen sene Serdar Aydın’a ait bir dizeyi hemen Nilgün Marmara’nın ilan edivermişti, tesadüf müdür bilinmez, Kafa da aynısını yapmıştı. Bu kırılganlık noktalarının en derin noktası ise sokağın, Gezi’nin ve halkın dergisi olduğunu iddia eden Bavul’un Gezi’ye ve Berkin Elvan’a küfürler yağdıran Heijan’la söyleşi yapması oldu. Twitter üzerinden yazılan bir özürle her şey bir anda unutulurverdi.

Şatafatlı, mesafeli arabeske dayanan bir yönsüzlük
Bu dergilerin sosyal medyayla – kendi deyişleriyle halkla – kurdukları bu kırılgan ilişki birçok kez “arabesk” diye adlandırıldı. Dergilerde yer alan içeriklerin birçoğu damardan giren, hayatın sillesini yemiş, derbeder ama gururlu hayatların (ya da öyle sunulanların) öyküsünü anlattığı için ilk bakışta kolayca “arabesk” diye tanımlanabilir. Sorun, tam da arabeskin üzerine eklenen popüler sosta başlıyor. Ancak bu dergiler, arabesk diye sunduklarını sandıkları hayata koydukları sinik mesafeyle, arabeskin tanımının dışına çıkıyor. Halkın yeni geleneklerine, mahalle kültürüne, postmoderniteye bulanmış yaşam biçimine yapılan vurgu, pazarlanabilirlikle bir araya geldiğinde iş tamamen farklı bir boyut kazanıyor. Çaya, sohbete, geniş ailelere, bir aradalığa, samimiyete, kara sevdalara dönük bir hasret durmadan dile getiriliyor. Bu özlem çoğu zaman İkinci Yeni referanslarıyla ya da yeniden yazımlarıyla kendisini gösteriyor. Bu noktadan bakıldığında, bu dergiler eski güzel günlerin peşinde koşan, yeni oluşan birçok değeri reddeden ama onlardan kopmayı da göze alamayan ikircikli bir kültürün hayalini kuranların dergileri hâline geliyor, bu formu dayatıyor. Ancak her ne kadar halk ve arabesk vurgusu yapılsa da, bu dergilerde ne bahsedilen halk halk ne de yaşandığı iddia edilen arabesk arabesk.

Öte yandan dayatılan bu form bir tür yönsüzlüğe de yol açıyor. Pek fazla bir yönü de olmayan dergilerden söz ediyoruz. Ama bunun sebebinin var olan kimlik normlarını reddederek yeni bir kimlik yaratmasından mı, kimliği bütünüyle reddetmesinden mi yoksa metinle, yazarla ve içerikle bağ kurmayı sağlayacak benliğin bölünmeden kalanından (indivisible remainder) yoksun olup olmadığını şimdilik bilemiyoruz. Belki ileride öğrenebiliriz.

Semih Gümüş de bu dergilerde hâkim olan yapının arabesk olduğunu söyledi ancak onun da gözden kaçırdığı bir nokta var. Var olan arabesk tanımı ele avuca sığmayan bir hâlde ortalıkta dolaşıyor. Arabeskin tüm özelliklerini içselleştirmiş gibi görünürken, bir yandan da arasına kapatılması neredeyse imkânsız bir mesafe koyuyor bu dergiler. Nasıl ki sosyal medyada gündeme ilişkin, siyasete ilişkin “duyar kasılıyorsa,” bu dergiler de duyar odaklı çalışıyor. Göstere göstere vurulan, arabeskin doruklarında, sözde hüznü, yası kendisine saklamak yerine (olması gereken de bu) var gücüyle dışa vuran, tamamen şatafata dayanan bir arabeskten söz ediyoruz.

Her ay yayımlanan çok sayıda hikâyenin, şiirin, birkaç farklı türün karması yazıların gücünü aldığı yer de bu şatafat. Ama daima mesafeli, asla konforunu bozmayan, “duyar kasan” bir şatafat. Dergilerdeki öykülerde bunu gözlemlemek daha kolay. Kaybeden, kaybettiği için üzülen ama içten içe bundan karmaşık bir keyif alan karakterleri görüyoruz hep. Sanki zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yokmuş gibi değil de, bilgisayar oyununda sınırsız can hakkına sahip bir karakter dolaşıyor birçok öyküde. Kaybetse de mutlu olmayı biliyor, bir şekilde rahatı bozulmuyor. Yüceltilen pek çok değer müzeleştiriliyor, camekânın arkasına, spot ışıklarının altına alınıyor.

Okura sunulan bu içerik anlayışı, okurun da algılayışını ve ilgisini değiştiriyor, yönlendiriyor. Okurun derginin içeriğine, işlenen temalara bakışı – daha doğrusu derginin okura dayattığı bakış biçimi – da turist bakışı hâline geliyor. Yansıttığını öne sürdüğü sesin sahibi olmayan, o sesi “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” misali belirli bir mesafeden dinleyen, yaklaştıkça aslında ondaki “yabaniliği” bulacağını çok iyi bilen, tam da bu yüzden bu karşılaşmayı erişilmez bir kitsch hâline getirerek müzeleştiren bir bakışı sunuyor bu dergiler. Yalnızca derginin okurları değil, yazarları da gittiği ve kendisinde farklı gördüğü her şeyi fotoğraflayan, her bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşan mekanik bir özelliğe kavuşuyor bu dergilerle. Yine aynı doğrultuda ötekilerin (daha doğrusu Öteki’nin) hayatını, acılarını, keyiflerini ve yaşam tarzlarını kendine çarpık biçimde mal etmeye çalışan ama aynı zamanda da bunu radikal biçimde metalaştıran bir dergicilik anlayışından söz ediyoruz. Dergilerde dillerden düşürülmeyen o mahalle kültürü, birliktelik, samimiyet gibi kavramlar ancak metalaştığı, pazarlanabilir ve başkalarına gösterilebilir olduğu takdirde bir anlam kazanıyor.

Bu göstere göstere edebiyat yapma anlayışı da aslında okuru bir derdi olan bir yere yöneltme anlayışından uzaklaştırarak konfora yakınlaştırıyor. Okuyucu adeta bir katarsisle, bir ruh arınma ayiniyle kendisini her şeyden uzaklaştırabiliyor rahatlıkla. Sorumluluk duygusunu, sorumluluk alan bir konumu yok sayan bir anlayışa sebep oluyor. Öykünün sıfır toplamlı olduğu, risk almadığı, tek bir dilin konuşulduğu, yazarlarının “okura oynadığı,” okurun da bunları “acımasızca” talep ettiği bir yapı oluşmuş durumda. Dergi, okura “Bak, konuşan sensin” diyor, okurun yanıtı da “Evet, benim” oluyor.

Yeni dergiciliğin somut örnekleri üzerinden birçok çıkarım daha yapılabilir; hatta akademik bir çalışma bile çıkarılabilir. Şimdilik bir genel bir çerçeve çizmesi açısından bu kadarı yeterli.

Yeni dergicilik için sonun (belki de) başlangıcı
Bütün bu çelişkilerine, kültür ve edebiyat üzerinde yarattıkları hegemonyaya, edebî açmazlarına ve piyasadaki konumlarına rağmen bu dergilerin de sonu yavaş yavaş geliyor. Türlü imkânsızlılarla çıkan edebiyat dergilerinin yanında yeni dergiciliğin popüler isimlerinden Fil, Leyla ile Mecnun göndermesiyle “O gemi gelecek!” diyerek kapandığını duyurdu. Öte yandan yeni dergicilik anlayışına tepkinin de giderek arttığını görmeye başladık: Konuyla ilgili yazılar gündeme gelmeye3, sosyal medyada okurların tepkisi artmaya başladı. Aslında bunun pek şaşırtıcı da olmaması gerekiyor. Bir hegemonya oluştuğu zaman ona karşı bir hegemonya da oluşmak zorunda.

Bu tepkinin somut çıktıları da söz konusu, yeni dergiciliğin ana damarından ayrılan ama oradan gördüklerinin tamamını da bir kenara atmayan dergiler çıkmaya başladı. Örneğin, Pulbiber diğerleriyle çok benzer bir formata sahip olmasına karşın içerik bakımından yeni dergiciliğin gittiği yönde bir “sapma” izlenimi veriyor. Yeni çıkan Karakarga bir adım daha atarak formatı da kısmen değiştirme yoluna gitti. Arabeskten, mesafecilikten sıyrılsa da edebiyat bunun neresinde kalıyor, şimdilik bilemeyiz.

Atılan bütün bu adımlar, yeni dergicilik meselesinin daha da dallanıp budaklanacağını gösteriyor. Çok açık bir şekilde şunu söyleyebiliriz ki, bu dergilerden bazıları ayakta kalacak, bazıları elenecek. Belirli bir yöne doğru giden kocaman bir yumak var ve herkes bir ucundan çekip duruyor. Yönü de okurlar değiştirecekmiş gibi görünüyor.

 
Üst